Ana Sayfa Manşet YENİDEN ÇEKİMLER: TEKRAR VE NOSTALJİ

YENİDEN ÇEKİMLER: TEKRAR VE NOSTALJİ

YENİDEN ÇEKİMLER: TEKRAR VE NOSTALJİ

Planet of Apes (1968) nükleer savaş hakkında iken, yeni uyarlaması bilimin masalsı bir pazarlama hikayesi şeklindedir. Star Trek (1966), kozmopolitanizmi ele alırken, 2000’lerin yeniden çekilen filmleri; global terör anlatısının uzaya uyarlanmış versiyonu olarak karşımıza çıkar.

Geçmişe ait tüm popüler kültür imgeleri, izleyiciye ideal bir çocukluk ya da heyecanlı gençliğinin yeniden doğuşunun imkânını mı sunmaktadır? Ya da Hollywood, kendini tekrarlayarak geçmişi yeniden mi sunar?
Yüzlerce kez uyarlanan mitolojik hikayeler, sonu olmayan gişe rekortmeni devam filmleri ya da gerçek hayatın bir parçası gibi yansıtılan maskeli adalet savaşçıları; 20. yüzyılın son dönemleriyle birlikte defalarca beyaz perdede boy gösterdi. Peki bu maskeli kahramanları, ölümsüz yarı tanrıları ya da bilinmeyen bir zamanda geçen uzay maceralarını, günümüzün teknolojisiyle yeniden çekilerek defalarca sergilenmesi neyi karşılıyor?
Paradoksal bir durum olan şimdiki zamanın içindeki geçmiş zaman imgeleri, kuşkusuz popüler kültürün hayaleti ya da başka bir deyişle “ikizi” olan nostaljinin ta kendisidir. 20.yüzyılın ütopya gibi başlayıp nostalji ile sonlanması da bu ikilik durumunun göstergesidir.
Bu yazıda Hollywood sinemasındaki devam filmlerine ve yeniden çekim filmler üzerinden nostalji duygusunun nasıl tetiklendiğine göz atacağız. Ancak bundan önce nostaljinin insanlığa nasıl musallat olduğundan bahsedelim:
Nostalji kelimesi, Yunanca notos (geliş) ve algos (acı) sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmektedir. Günümüzde ise çok daha fazlasını ifade eder. Sosyal medyanın ve iletişimin gelişmesiyle nostalji arzusu, güncel global bir salgın haline gelmiş olsa da bu salgının evveliyatı çok da yeni değildir.
Svetlana Boym, “Nostaljinin Geleceği” adlı eserinde “Nostalji” kavramının devrime denk düştüğünü dile getirmektedir. Örneğin Fransız Devrimi sırasında Antik Roma nostaljisi patlak verir. Kadınlar özgürlük için togas giymiş, erkekler ise roma tarzı şapkalar takmıştır. Bununla da kalmayarak, Antik Roma kahramanları gündelik hayatın içinde yeniden popülerlik kazanmıştır. Sanayi Devrimi sırasında ise en çok okunan kitapların başında; Kral Arthur’un masalı gelmiştir. Kriz ya da değişim durumlarında toplumların, geçmişin daha iyi hayat koşullarını anımsadıkları; nostalji arzusu su yüzüne çıkar. Belki de dijital devrim, ilerleyen yıllarda kendi nostaljisi haline gelecektir.
Günümüzde an be an yenilenen ve tüm yeniliklerinin heyecan yarattığı teknoloji karşısında, statik olanı arzulamamız ilgi çekicidir. Nostalji arzusu da tam olarak bu değişmeyen geçmişe hasret duymaktır. Peki bir yandan Nostalji, geçmişte sıkışıp kalmak anlamına mı gelmektedir?
Zamanın sürekli mevcut ana hapsolmasının belki de bunda etkisi büyüktür. Gelişen sosyal medyayla bizlere tanıdık olan tüm popüler kültür imgelerini, “an” içine sığdırır. Böylece aynı hikayeler ve karakterler defalarca karşımıza çıkarlar.

Ödünç Almak
Tekrara dair önermelerden biri de geçmişten ödünç alarak geleceği oluşturabileceğimizdir. Rönesans, Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi gibi tüm ilerlemeler geçmişten esinlenerek geleceği kurgulamışlardır. Toplumsal dönüşümler esnasında, nostalji duygusunun güçlendiğini göz önünde bulundurursak; günümüz adına sürekli değişim içinde olduğumuzu dile getirmemiz yanlış olmaz. Ancak bu nostalji anlayışı, her zaman yenilik ve ilerleme getirileceği anlamına gelmez. Mussolini faşizmi örneğinde görülebileceği gibi oldukça tehlikeli sonuçlara da neden olabilir. Mussolini de aynı Fransız Devrimi’nde olduğu gibi ideolojisini Antik Roma’dan esinlenerek inşa etmişti.
Kabaca çerçevesini oluşturduğumuz nostalji kavramını derinlemesine incelemek için biraz önce de değindiğimiz Svetlana Boym’un “Nostaljinin Geleceği” (Metis, 2009) adlı eserini okuyabilirsiniz. Biz asıl konumuz olan Hollywood’daki yeniden çekimler üzerinden, bu nostaljinin nasıl tetiklendiğine bir göz atalım.
Kültürel üretim ve biçimlerindeki radikal değişim (çok uluslu sermaye dönemi), video ve filmleri önemli kılmıştır. Hollywood tarzı üretim sisteminin kültürel anlamda küreselleşmesiyle sinema, postmodernizm ile kültürel ilişkiye girmiştir.
Postmodernizm ile birlikte büyük anlatılar ve geleceğe dönük ütopyalar terk edilmiştir. Yeni geliştirilen anlatı biçimi ise; birleşik ve tutarlı olarak vurgulanan, günümüzü anlamaya çalışma çabası olmuştur. Postmodernlikten bahsetmek, kendine özgü bir çağ değişikliğini ya da modernlikten kopuşu ileri sürmek anlamına gelir. Baudrillard, taklitlerin; toplumsal düzene egemen olmaya ve toplumu hiper-gerçeklik olarak düzenlemeye başladığından söz eder. Bu, orijinalin taklidi olan yeniden üretimci toplum düzenine geçişin başlangıcıdır.
Örnek olarak: Planet of Apes (1968) nükleer savaş hakkında iken, yeni uyarlaması bilimin masalsı bir pazarlama hikayesi şeklindedir. Star Trek (1966), kozmopolitanizmi ele alırken, 2000’lerin yeniden çekilen filmleri; global terör anlatısının uzaya uyarlanmış versiyonu olarak karşımıza çıkar. Hollywood’un yeniden yapımları, kendi zamanımızı algılamak adına geçmişin değerlerini, yeni yollarla günümüze uyarlama çabası olarak yorumlanabilir. Ancak durumun bu kadar masum olduğunu söyleyemeyiz.
Hollywood yapımları, günümüzdeki en güçlü pazarlama kanalıdır. Son yıllarda gelişen dizi sektöründe Stranger Things gibi 80’ler nostaljisi üzerinden pazarlanan diziler yanında; Gotham, Westworld ve çeşitli Marvel/DC/Vertigo karakterlerinin dizi uyarlamaları, aynı karakterlerin yapım aşamasında olan filmlerinin aralarını doldurarak, bu pazarlama kanalını sürekli hale getirmektedir.

Günümüz Mitleri
Yeniden çekimler ve günümüze kadar süren devam filmleri, global bir kültür ve nesiller arası bir iletişim dili yaratmaktadır. Günümüzde, sadece modern zamanın kahramanlarıyla kalmayarak, postmodern zamana ait Mad Max, Blade Runner, Ghost in Shell, Star Wars gibi sinemanın yarattığı modern mitlerin de kısa zaman içinde popüler anlatıya adapte edilmesi, nostaljinin tembel ve üretkenlikten uzak bir durumuna sürüklediğinin göstergesi olarak algılanabilir. Geçmişten gelen birkaç popüler kültür imgesiyle geleceği şekillendirmeye çalışmak, hayaletlerle dolu eski bir köşke taşınan yeni evli çift hikayesine benzemektedir. Batman vs Superman: Dawn of Justice (2016) örneğinde olduğu gibi, Amerikan seçim mücadelesini ya da hedef ayırt etmeyen global terörü, bir çizgi roman adaptasyonu içine uyarlamak, günümüzü anlamak adına ne kadar verimli olabilir?
Kuşkusuz bu durumda yüksek sanat ile kitle kültürü/popüler kültür arasındaki hiyerarşik ayrımın çökmesi, sanattaki özgünlüğün gözden düşerek, sadece tekrar üzerinden sürekli ana hapsedilmesinin bir göstergesidir.
Oysa ki sinemada sürekli olan tekrar, teknolojinin gelişimiyle doğru orantılı hareket etmiştir. Sessiz sinema döneminde çekilen filmler, sesin görüntüyle buluşmasıyla yeniden çekilmiştir. Bu tekrar; kendini renk, efekt ve 3D teknolojilerinin gelmesiyle birlikte devam ettirir. Yeni gelen teknolojinin, bir önceki dönemde çekilen üzerinden tatminsizlik yaratması, yapımcıları bu tekrara sürüklemesinin asıl nedenidir. Vampir filmlerinin sinemanın ilk günlerinden beri beyaz perdede boy göstermesi, yukarıda belirtilen duruma örnek niteliğindedir. İlk sesli olarak Dracula’yı canlandıran Bela Lugosi ya da renkli olarak ilk kez karşımıza çıkan Dracula’nın Christopher Lee olması, onları modern bir mitolojik kahraman haline getirmektedir. Peki günümüzde, yeniden yapımlarda yer alan Hollywood aktör ve aktrisleri, gelecek yüzyılda bu etkiyi yaratabilecekler mi?
Yeniden yapımlar ve güncel devam serileri, anlık değişkenler içinden popüler konuları ele alarak (ki bu popüler konular, Twitter hashtaglerinden öteye gidememektedir), Hollywood yapımcılarına para kazandırmaya devam ettirmektedir. Büyük bir değişim rüzgarının kapıda olduğu Amerika’da, popüler olan; başa gelen yeni bir tavır ve tutumla hiç kuşkusuz tamamen boyut değiştirecektir. Hollywood’un para akışından ve kültürel propagandasından yararlanmak isteyecek olan bu yeni tavır, kendi söylem ve eylemlerini globalleştirmek adına Hollywood’un kitlesel gücünü kullanmaktan çekinmeyecektir.
Sonuç olarak kriz atmosferlerinde ortaya çıkan maskeli kahramanlar, bilinmeyen zamandan gelen uzay savaşçıları ya da uyuşturucu karşıtı propaganda yapan sevimli çizgi karakterlerin güncel durumlara eleştirel bir yaklaşım sergiliyor olmasına gerçekten bu kadar ihtiyacımız var mı? Sanal karakterler üzerinden oluşturulan bu “sanal” tepki, kitlelerin mevcut gerçeklikten uzaklaşarak, fantastik dünyanın parçası haline gelen değerlerini bir nostaljik hayal içinde yaşamasına neden oluyor. Bir başka deyişle gerçek dünya algısı fantastik dünya algısına dönüşerek gerçeklikle bağının koparıyor.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl