Ana Sayfa Litera Yeşil Gözlü Canavar: Haset

Yeşil Gözlü Canavar: Haset

Yeşil Gözlü Canavar: Haset

 

Haset (Arapça kökeni hased), Türkçe deyişle çekememezlik, çoğumuz -belki de farklı derecelerde hepimiz- tarafından toplumumuzda tecrübe edilirken, dilimizde pek de iyi ifade edilmeyen, daha ziyade kıskançlıkla karıştırılan ve dini vurgusu dolayısıyla İslami çevrelerce sık kullanılan bir kelime.

Kıskançlığın çok daha zehirli, tehlikeli bir hemcinsi olan haset, tüm dinler, ahlâki öğretiler ve çoğu düşünür tarafından mimlenmiş, yasaklanmış, günah sayılmıştır. Akraba olmalarına rağmen, birbirlerinden tamamıyla farklı oldukları konusunda düşünürlerin hemfikir olduğu haset ve kıskançlığı şöyle ayırt edebiliriz: Kıskançlık bir duygu, olumsuz bir his ve düşünceler kümesidir. Değer verilen bir şeyin veya birinin kaybedileceği hissiyle bağlantılı bir korku olmakla birlikte, beraberinde güvensizlik, endişe, öfke gibi duyguları da getirebilir. Örneğin cinsel kıskançlıkta üç taraf vardır: özne, rakip, sevgili. Kıskanç kişinin kaybetmekten korktuğu sevdiği kişidir, rakibi değil. Haset ise iki taraftan oluşur: haset eden ve haset edenin kendisine rakip olarak gördüğü yani çekemediği kişi. Bu, bir kişi olabilir, bir grup insan olabilir veya birinin sahip olduğu bir nesne veya nitelik olabilir – güzellik, yetenek, zenginlik, sosyo-ekonomik pozisyon… vb. “Külkedisi”, “Pamuk Prenses” gibi masallar, hasedin en kolay akla gelen, en “çarpıcı” örneklerindendir.

Çoğu düşünür kötücül, art niyetli haset ile zararsız, daha çok özenme olarak niteleyebileceğimiz, hayranlıkla koşut olan haset arasında ayrım yapıyor. Mesela İmam Gazali’ye göre, haset ancak bir “nimete” karşı olur. Allah bir kimseye bir nimet bağışladığı zaman diğer insanda ona karşı iki türlü “hâl” belirir. Birincisi, o nimeti o kişiye çok görerek onun elinden gitmesini istemektir, hatta öyle bir durum olduğunda sevinmektir ki bu, hasettir. İkinci hâl ise ne sevinmek, ne de nimetin yok olmasını istemek, sadece o insanda bulunan nimetin kendisinde de bulunmasını arzulamaktır. Bunun “gıpta” olduğunu ve mümin gıpta ederken münafığın haset ettiğini belirtir Gazali. Hasedin haram olmasının sebebini ise, Allah’ın kullar arasında yaptığı taksim ve takdire razı olmamanın, teslimiyet göstermemenin kanıtı olarak gösterir. Kısacası, Gazeli için inançlı insan kaderine razı olmalıdır, aksi halde haindir, arabozucudur.

Haset konusunda en keskin ve detaylı çalışmalardan biri Alman filozof Schopenhauer’a ait. Haset, ona göre, herkeste doğal olarak vardır ve kendimizi başkalarıyla karşılaştırmanın kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkar. Haset etmek insanidir ancak başkalarının ıstırabından zevk almak insanlık dışıdır, şeytanidir. Schopenhauer’a göre, bazı nitelikler geçicidir, onlar kaybolduğunda haset de kaybolur. Bazı niteliklerse kaybolmaz, örneğin bir kadının güzelliği veya bir erkeğin zekâsı. Bu tür nitelikleri çekemeyenler için umut yoktur, nefret etmek dışında bir seçenekleri kalmamıştır. Bu da en zehirli, en alçakça haset çeşididir ona göre, çünkü bu tür insanlar kendilerinden üstüne saygı duymak yerine nefret ederler.

Schopenhauer

Schopenhauer’a göre haset eden kişi, sırrını dikkatlice saklar, günahı arzular ve sonsuz sayıda hilenin, stratejinin yaratıcısı olur. Bununla beraber, yüreğini yiyip bitiren diğerlerinin üstünlüğünü görmezden gelir, onları görmemiş, duymamış, farkında değilmiş gibi, hatta hiç işitmemiş gibi davranmayı becerir. Usta bir numaracıdır, ikiyüzlüdür. Bütün gücüyle herhangi bir üstünlüğün ortaya çıkacağı bir durumu önlemek için elinden geleni yapar. Eğer başkaları fark ederse, çekemediğinin üzerine gölge düşürmek, küçümsemek, alay etmek için elinden geleni yapar. Buna karşın, hiçbir değeri olmayanları, sıradan, vasat insanları ha bire övmek, methiyeler düzmek için hiçbir fırsatı kaçırmaz. Hasede karşı şöyle öğüt verir Schopenhauer: “Hasedi kışkırtmayın!”

Siyaset ve felsefe tarihi boyunca, adaletin eşitlikçi kuramlarında, hak ve adalet duygusunun özellikle psikolojik temellerinde, haset sık önerilen, ortaya sürülen kavramlardan biri. Örneğin Freud’a göre, hasedin en ilkel, en erken biçimini insan bir kardeşi doğduğunda, çocukken keşfeder. Çocuk, kardeşinden kurtulmak istese de bu mümkün olamayacağından, başkalarıyla kendi toplumunu, grubunu oluşturmaya, sosyalleşmeye zorlanır. Bu durum, daha sonra okulda iyice pekişir. Ebeveyn sevgisini tümüyle kendisine yönlendiremeyen bireyin tepkisi, herkese, tüm kardeşlere eşit davranılmasını talep etmektir. Kişi madem tercih edilen olmuyor, bu durumda hiç kimse tercih edilen olmamalıdır. İşte eşitlikçi toplumsallığımızın temellinde bu vardır Freud’a göre ve tüm diğer mekanizmalar – yoldaşlık, arkadaşlık gibi – hasedin sonucunda geliştirilmiş savunma yöntemleridir.

Psikolojik yazında hasedin genelde bir haksızlık karşısında hissedildiği öne sürülse de çoğu düşünür bunu reddediyor ve hasedin, “aşağılanmışlık” hissi karşısında duyulan hınçtan (resentment) ayrı tutulması gerektiğini savunuyor. Buna göre aşağılanma karşısında hissedilen hınç ahlaki bir duygu, çünkü ahlâki, ilkesel dayanakları var. Fakat haset, ahlâki değildir. Eşitlikçi taleplerin hasetten kaynaklanıp kaynaklanmadığı konusundaki tartışma burada önemli: Freud bir söyleşiye verdiği cevapta, özel mülkiyetin kalkması ile güç ve etki farklılıklarının yok olmayacağını, insanların onun yerine başka bir şey koyup en yoğun hasedi ve düşmanlığı yaratabilecek bir şeyi mutlaka bulacaklarını söyler.

Nietzsche ise eşitlikçi ideallerin temelleri hakkında yaptığı yorumlarından birinde “köle isyanının ahlakı” olarak niteler hasedi. İspanyol Miguel de Unamuno’ya göre, haset demokrasinin anasıdır, bütün demokrasiler hasettir ve her türlü ortodoksluk – buna dinler ve sanat dâhil – hasettir, çekememezliktir. Ona göre hasedin nedenleri arasında “ruhsal tembellik, zihinsel yüzeysellik; bir amacın, ereğin eksikliği; ruhsal açgözlülük ve dogmatizm” yatar.

Gelir dağılımının eşitsiz, adil olmayan bir şekilde dağıtılmış olduğu günümüz vahşi kapitalizminde, bundan duyulan hıncın ahlâki, ilkeli olmadığı söylenebilir mi? Toplumun bazı kesimlerinin haksız yere zenginleşmesine, hak etmediği mevkilere, yerlere gelmesine, adam kayırma, rüşvet, hileli ihaleler… vs. sonucu kazançlar sağlamasına karşı hissedilen hınç ve öfke, haset midir? Adaletsizliğin, haksızlığın yaygınlaştığı, devletin taraf olduğu, toplumun her alanında ayrışmayı körüklediği bir ülkede, hınçla birlikte haset duygulara sahip insanların artması, haklı ve soylu hislerin yozlaşması kaçınılmaz mıdır? Tüm bunlar aynı toplumda bilincin artmasına, sistemin değişmesi, değiştirilmesi için radikal bir harekete, özellikle “gelişkin” bir birliğe fırsat tanır mı? Kim bilir…

Karl Marks, “1844 El Yazmaları’nda’’, az gelişmiş komünizm ile gelişmiş komünizm arasında ayrım yapar. Kendisininki gelişmiştir. Ona göre az gelişmiş komünizm bayağıdır, adidir, kendisininki ise bilimseldir. Bayağı komünizm haset doludur, çünkü açgözlülüğün, hırsın saklanmış halidir ve “daha zengin görünen her türlü özel mülkiyeti” hedef alır. Az gelişmiş komünizmde çekemeyenin hırsı, her şeyi vasata indirgemektir.

Bu yazı, Yeni Harman Dergisi’nin Temmuz 2012 sayısında yayınlanmıştır.

Copyrights@filizelasu

Kapak Deseni: Max Beckman

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl