EFSUS’A YOLCULUK” ÜZERİNE KİŞİSEL NOTLAR

Kendi biçeminizi yaratamadığınız sürece yazılan şiirin “tamamen size olduğunu” söyleyebilir misiniz? Kayıran’ın da dediği gibi: “Başkasının biçemiyle kendi sesinizi ve kendi hikâyenizi yazamazsınız

Yücel Kayıran’ın “Efsus’a Yolculuk” adlı şiir kitabı, Ekim 2017’de Metis Yayınları arasından raflardaki yerini aldı.

Kitabın yayımlanmasıyla birlikte yayımlanan kimi yazılarda, “şunu ele alıyor, şunu anlatıyor!” gibi bazı açıklamalar yapıldığını görüyorum. Bir şiir kitabı üzerine yazılan tanıtım, değerlendirme ya da eleştiri yazısında, şiirde ne anlatmaya çalışıldığının, bir film üzerine yazarcasına ifade edilmesi ne derece anlamlı bir çabadır?

Kuşkusuz, şiir, “anlatılmak istenenin” en yoğun ve en damıtılmış olarak ifade edildiği yazınsal bir türdür. Dolayısıyla bir şiir kitabı ya da şiir üzerine değerlendirme yapılırken, şiiri anlatma çabası her halükarda “eksik kalmaya” ya da “kalabalık yapmaya” mahkûmdur. Elbette, “aslolan metindir!”; dolayısıyla metnin ne anlatmaya çalıştığından çok, metnin “ne olduğunun”, o dile ve yayımlandığı türe katkıda bulunup bulunmadığının, içerik ve/veya biçem olarak o dilde yayımlanan metinlerle -hem o dilde yazılan diğer metinlerle, hem şairin önceki metinleriyle- benzerlikleri ya da farklılıklarının bulunup bulunmadığının; yenilikçi ya da sıra dışı unsurlar taşıyıp taşımadığının; kendi varlığını (kişiliğini, dünyasını, dilini, sesini), en önemlisi de “derdini” ortaya koyup koyamadığının “tartışılması” daha anlamlı ve işlevsel olacaktır diye düşünmekteyim.

Konu şiir olduğunda, yapılacak değerlendirmelerin son derece kişisel ve sınırlı kalacağında kuşku yoktur. En azından, daha ileri düzeyde bir iddia içinde olmadığımı, kitabın “bende bıraktıklarını; bana düşündürdüklerini” alçak gönüllülükle paylaşmaya çalışacağımı ifade etmeliyim. Ayrıca, uzunca bir zaman yazmaya ara vermiş biri olarak, yaptığım değerlendirmelerin “zamanımıza” uymadığı, eskide kalmış “romantik” bazı ölçütlere dayandığı da elbette söylenebilir.

I.

Kitabı okumaya başlar başlamaz, “Efsus’a Yolculuk” boyunca, Mohsen Namjoo’nun “Shekveh” şarkısının, “araç içinde” tekrar ve tekrar çalındığını; bu şarkının müziğinin şiirin sesini, tonunu, ritmini belirlediğini; iniş ve çıkışlarıyla, tekrarları, zaman zaman yükselen sesiyle ve elbette duyumsattığı “kederle” yola, yolculuğa, geceye; aracın kısık ışıklarının aydınlattığı yolun karanlığında, şairin zihninde canlanan bütün o can yakıcı anılara eşlik ettiğini düşündüm.

II.

En son söylenmesi gerekeni hemen söylemenin sakıncası yok: “Efsus’a Yolculuk”, Türkiye şiir birikiminde yerini alacak ve çok uzun yıllar gücünü, geçerliliğini koruyacak “sıkı” bir çalışmadır. Gerek Türkiye Edebiyatında gerek Dünya Edebiyatında “nehir şiir” olarak adlandırılan bu oylumda şiir kitaplarına sık rastlamıyoruz. Uzunluk, elbette, belirleyici bir ölçü olarak görülmemeli, uzunluğun belirleyici bir ölçü olmaması, yapılan için, uzunlukla bağlantılı olarak güçlüğünü gözden kaçırmamıza da neden olmamalı.

Şiirin son derece yoğun, her dizesi tek tek düşünülmüş, tek tek çalışılmış, fazlalıklarından arındırılmış bir tür olduğu; şiirin, yazılırken, sık sık şairin tasarımının dışına çıkma eğilimi gösterdiği; iyi bir şairin kendisini “metne” bırakması gerektiği; dolayısıyla uzun bir şiir için “kurgulamanın” ya da kontrolü elde tutmanın güçlüğü unutulmamalı. Bu denli uzun bir şiirde, sayfalar ilerledikçe anlatılacak yeni konular yaratabilmek, okuyucunun ilgisini çekebilmeye devam edebilmek (şairin böyle bir derdi vardır demek istemiyorum) ve şiirin gerilimini koruyabilmek kuşkusuz hiç kolay değil. Sık sık “durmaya” gereksinim duyulan bu denli yoğun, çok katmanlı, çok düğümlü bir metinde ilerlerken, her duraklamadan sonra söze yeniden başlayabilmek ciddi bir birikimi, hayal gücünü ve yaratıcılığı gereksindiriyor. Yücel Kayıran’ın bunu çok kolay gösterdiğini söyleyebiliriz, ancak bu denli yoğun bir metnin okuru aşırı yoracağı; metnin içine girebilmeyi başarabilmiş okurun nefesinin sık sık tükeneceği; her bölümde biraz daha parçalanan, dağılan, sarsılan okuru, her yeni bölümde kendini toplayıp yeniden kitaba, son derece dramatik ve ağır anlatının içine çekebilmenin güçlüğü göz önünde bulundurulduğunda, böyle bir kitap yazabilmenin uzun bir “doğum sancısını” zorunlu kıldığı, bunun da son derece zor olduğu unutulmamalı.

III.

Efsus’a Yolculuk, Çalgın (2006) ve Son Akşam Yemeği (2014) kitaplarını belli izlekler itibarıyla devam ettiriyor bana kalırsa. Elbette çok önemli kimi farklılıklarıyla… Bu kez daha yoğun, daha karmaşık, bir “nehir” şiir var karşımızda. Tanıtım metninde ifade edildiği gibi, “Yücel Kayıran yıllardır yazdığı koyu, karanlık, yadırgatıcı ve giderek trajik “iç dünya” şiirini sürdürüyor. Bu kez tek ve yekpare!”

Tek ve yekpare” yerine “Tek ve paramparça” ifadesi daha isabetli bir tanımlama olurdu; bu kitabı yekpare, bütün, kâmil, tam vb. sözcükleri değil, ancak ve ancak “paramparça” sözcüğü tek başına tanımlayabilir bana kalırsa; anlatıcısını da okurunu da “varlıksal bir sorgulamaya” sokan, parçalara ayıran, paramparça anlardan oluşan “koyu, karanlık, yadırgatıcı ve giderek trafik iç dünya şiiri1 var elimizde.

Efsus’a Yolculuk da, okurun, şiirin Yücel Kayıran’a ait olduğunu hemen anlamasını sağlayacak pek çok özelliği taşıyor. Kayıran’ın önceki şiirlerinde de sık sık kullandığı “Ben; “Her-Ben” kavramına ya da “değil; değildi” şeklindeki kullanımlara bu şiirde de sık sık rastlıyoruz

IV.

Efsus’a Yolculuk, Çalgın ve Son Akşam Yemeği, pekâlâ tek bir ciltte toplanıp yayımlanabilir. Bu üç kitabın, bağımsız gibi görünen ancak, ortak bir sorunsal etrafında bir araya gelebilir parçalar olduğunu söyleyebiliriz. Bu tek cilde, Efsus’a Yolculuk içinden isimler bile seçtim: “Aklımın Duvarında(S. 30); “Dikiş Tutmayabilir Varlıkta Sürekli Yırtılan(S. 38); “Dilin Karanlığında(S.100) ya da her üç kitapta sıklıkla karşılaştığımız sözcük olan “Değil”… “Zaten bir şairin bütün kitapları, aslında sonuçta onun tümel olarak ortaya koyduğu ana yapıtın “iç kitapları” değil midir?2

Bir başka öneri; Efsus’a Yolculuk’tan çok rahatlıkla iki ayrı kitap çıkarılabilirdi. Metnin, çok derin, çok sıkı dokunmuş -bir anlamda- okumayı olanaksız kılan yoğunlukta olduğunu söyleyebilirim. Şairin, “piyasacı” bir yaklaşım içinde olmadığı buradan da anlaşılıyor. Çalgın’dan 8 yıl sonra, Son Akşam Yemeği’ni; Son Akşam Yemeği’nden 3 yıl sonra, Efsus’a Yolculuk’u yayımlayan şairin, yayımlama konusunda aceleci davranmadığı; son derece sabırlı ve alçakgönüllü bir tutum içinde bulunduğu açık. Bu tavrın da, Kayıran’ın günümüz şairlerinden “ayrı bir duruş”a sahip olduğunu gösterdiğini düşünüyorum.

Bu arada, Metis Yayınları, Kayıran’ın şiir kitaplarını yayımladığına göre, artık sahaflarda bile bulmakta zorlandığımız ilk iki kitabının yeni baskılarını neden yapmaz? Beni Hiç Göremezsin’in, Altın Portakal Şiir Ödülü’nü aldığını da düşündüğümüzde, Kayıran’ın Metis Yayınları’ndan çıkan şiir kitaplarını alan okurun, böylesi bir beklenti içinde olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek.

V.

Bir şair olarak Yücel Kayıran’ın, çok uzun yıllar önce kendi sesini, biçemini bulduğunda, kendisine bir alan açtığında kuşku yok. Çağdaş Türkiye Şiiri başlığı altında son 25 yıl göz önünde bulundurularak yapılacak bir çalışmada, “bir Yücel Kayıran şiiri” diyebileceğimiz ve pek çok kriterle sınırlarını çizebileceğimiz bir şiirden söz edebiliriz. Efsus’a Yolculuk da, okurun, şiirin Yücel Kayıran’a ait olduğunu hemen anlamasını sağlayacak pek çok özelliği taşıyor. Kayıran’ın önceki şiirlerinde de sık sık kullandığı “Ben; “Her-Ben” kavramına ya da “değil; değildi” şeklindeki kullanımlara bu şiirde de sık sık rastlıyoruz. Örnekler çoğaltılabilir kuşkusuz, ancak belirtilen bu kullanımlar, şairin, kendi biçemini kesinleştirdiğini ve şiirini “kendine özgü” kılabildiğini gösteriyor. Bir şairin öncelikli olarak aşması, çözmesi gereken sorun budur bence.

Kendi biçeminizi yaratamadığınız sürece yazılan şiirin “tamamen size olduğunu” söyleyebilir misiniz? Kayıran’ın da dediği gibi: “Başkasının biçemiyle kendi sesinizi ve kendi hikâyenizi yazamazsınız3

VI.

Efsus’a Yolculuk’ta sık sık “kişisel geçmişin” izlerine rastlıyoruz. Kayıran’ı “yakından” tanıyanlar, kendisini anlattığı dizelerin ne anlama geldiğini anlayacaklardır. İyi bir okur, metnin arka planında yer alan olguları da araştırmalıdır. Göndermelerin ne anlama geldiğini bilmek, metinden alacağımız hazzı yükseltecektir kuşkusuz. Kayıran’la yapılan söyleşilere göz attığımızda, Efsus’a Yolculuk’ta kendisine dair yazdığı dizelerin “öyküsünü” öğreniyoruz:

Dünyaya ilişkin ilk algım, onun karanlık bir şey olduğudur. İlk tepkim ise çığlık atmak olmuş. Doğum anımdan söz etmiyorum kuşkusuz. Apartman sakinleri, sesime gelmiş olsalar gerek; bana bir faciaya bakar gibi baktıklarına ilişin görüntüler kalmış bende. Tekrar konuşmam için annemin az dua etmediğini; babamın içki içtiği akşamları gizli gizli ağlayarak yalvardığını hatırlıyorum4

Kayıran’ın verdiği bu yanıt ve yaşam öyküsü, pek çok dizede bu duruma göndermede bulunduğunu anlamamızı sağlıyor:

gövdem sanki hep ağır çekimde olduğu gibi bir yavaşlıkta(S. 13)

dilime vurulmuş bir kilit sanki içerden(S. 49)

konuşurken sesim sanki işlemediğim bir suçu itiraz ediyor gibi(S. 50)

sesim geriden takip ediyor gibi gövdemdeki edimi (s.69)

gövdem konuştuğundan habersiz gibi(s.69)

Okurdan, şairin yaşam öyküsünü bilmesini, takip etmesini istemek, belki “aşırı” görülebilir. Ancak Efsus’a Yolculuk, okurundan, “okumasını” talep eden bir şiirdir. Şiir içinde yapılan göndermelerin algılanabilmesi, okumayı, bilmeyi zorunlu kılmaktadır. Örneğin, Yedi Uyurlar Efsanesi’ni bilmeyen bir okurun, kitapta yer alan Sazenuş, Dakyanus gibi isimlerin neye karşılık geldiğini anlaması olanaklı olmayacaktır. Yeri gelmişken, şairin kitapta, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan, Ahmet Oktay’a; Nâzım Hikmet’ten, Enver Gökçe’ye “alıntılara” yer verdiğini görüyoruz. Yapılan alıntıların bu şairlere bir “saygı duruşu” olması işlevi olabilir kuşkusuz, ancak “metne” bir katkısının bulunmadığını düşündüğümü ifade etmeliyim.

VII.

Bir okur olarak “Ah!”; Eyy!” gibi seslenmeleri kullanan şairleri de ve şiirleri sevmem. “Şairane” görünme kaygısı beni rahatsız eder… Enis Batur’un dediği “Şairenelikten önce şiiri kurtarmak gerekir!” Yücel Kayıran’ın tüm kitapları için kurulabilecek olan bir cümle de; Kayıran’ın şiiri, şairane, yapay, poz veren bir şiire son derece uzak bir şiirdir; Kayıran’ın şiiri, gündelik dili son derece ustalıkla kullanan; alçakgönüllü, yoksulluk, yoksunluk ve zafiyetlerini dile getirmekten çekinmeyen, cesur bir şiirdir.

Basit olabilmek zordur!” derler, Kayıran, basit olabilmeyi çok kolay gösteren bir “ustalıkla” yazıyor. Yine, Türkiye’de kendini solda tanımlayan/konumlandıran şairlerin dini inançlarını açıklamaktan kaçındıklarını; din ile aralarına ciddi bir mesafe koyduklarını biliyoruz. Kayıran’ın bu konuda da özgüven içinde yazabildiğini teslim etmeliyiz.

VIII.

Efsus’a Yolculuk için, “ham şiir” ya da “saf şiir” diyebilir miyiz? O kadar yoğun bir şiirle karşı karşıyayız ki, okuyup bitirdiğimizde anımsadıklarımız, okuduklarımızın çok küçük bir oranını ifade ediyor. Her yeni bölümde birbirinden daha güçlü, daha farklı imge ve ifadelerle karşılaşıyoruz, bu da anımsamayı zorlaştırıyor. Metis Yayınları’nın bir “şiir editörü” olmadığını biliyoruz. Soru şu; bir editör elinde bu “kitap” çok daha farklı bir hal alabilir miydi? Ham ya da saf şiir derken biraz da bunu kast ediyorum. Şairin işi şiiri yazmak, tamam, “metin türünü seçen yazar, bu bilgileri düzenleme biçimine de karar verecek olan tek kişidir5; ancak kitabın yalnızca “yazılan” bir şey olmadığını, aynı zamanda “yapılan” bir şey olduğunu düşündüğümüzde ne demek istediğim belki anlaşılabilir. Yayımlandıktan sonra böyle bir denemeye/müdahaleye izin verilir mi bilemem, ancak bir eski editör (eskir mi?) olarak bu şiiri, yeniden bir kitap haline getirmeyi isterdim! En azından bölümleri numaralandırmak, metni daha çok sayfaya yaymak, soluk almayı, özümsemeyi kolaylaştırmak için boşlukları çoğaltmak, son derece güçlü bazı dizeleri tek başına bırakmak gibi bazı basit müdahaleler, okumayı, keşfetmeyi, anlamlandırmayı, dolayısıyla anımsamayı kolaylaştırabilir, “nehrin” içinde boğulmamızı önleyebilirdi…

IX.

Efsus’a Yolculuk, şairin kendi şiiri için “sınırlarını” yoklama yolculuğu olabilir mi? Bir “Nehir şiir”e girişmenin son derece cesur bir karar olduğunu; Kayıran’ın, bu anlamda Türkiye şiirinde az rastlanan başarılı bir örneğe imza attığını ifade etmemiz gerekir. Türkiye şiirinde az rastlanan başarılı bir örneğe imza atmıştır, evet, ancak Kayıran’ın kendi şiiri yönünden ciddi bir farklılık yaratabildiğini söyleyebilir miyiz? Keskin bir yorum yapabilmek, kesin bir sınır çizebilmek elbette olanaklı değil; konu “şiir” olduğunda böylesi bir yorum doğru da olmayacaktır ve yapılan genellemeyi “değilleyen” pek çok örneği yine kendimiz verebiliriz, ancak kaba bir değerlendirme yapacak olursak, Kayıran’ın kendi şiirinde ciddi bir sıçrama ve farklılık yaratmadığını; Efsus’a Yolculuk’un, özellikle Çalgın ve Son Akşam Yemeği’nde başladığı konuşmayı sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Ciddi bir sıçrama ya farklılık yaratılmak istenip istenmediğini elbette bilmiyoruz; her yeni kitabın, şairin “çıkmış olduğu yolda” birbirlerine uzaklıkları eşit olmayan “duraklar” olduğu yorumu da yapılabilir pekâlâ…

X.

Son derece gerçekçi, hayatın içinden, hayata dokunan, yaşanmışlıklardan beslenen, yaşananlarla hesaplaşmaya girişilen; anlattığı konuyu, kişisel ağıtını çok yakından duyumsatan bir şiir Efsus’a Yolculuk… Bu şiirdeki yoğun “keder”in okuyanı teslim almaması, “incitmemesi”, “yolda bırakmaması”, merkezinde yer alan duygusunun insanı sarsmaması olanaklı değil bence, gerçek bir “okur” için… Tam 20 yıl önce, bir başka şair, Hüseyin Ferhad’a verdiği yanıt, hâlâ aynı yerde, aynı duyarlılıkta durduğunu gösteriyor Kayıran’ın: “Bugün yazılan şiirlerin büyük ölçüde, bizim başımıza gelenlerle bir ilgisinin olmadığını düşünüyorum. Bu topraklarda yaşanılan trajediye, kaygı ve duygulara sağır kalmış bir kulağın şiiri de denilebilir buna…6

Ülkemizde son yıllarda yaşananlara bakıldığında, her geçen daha derin, daha koyu bir karanlığına gömüldüğümüzü görmemek için aklını, vicdanını yitirmiş olmak gerekir.

Şair, vicdanın, insanlığın, adil olanın “itirazını” dile getirmekle yükümlüdür.

Diyarbakır’dan Suruç’a; Ankara’dan İstanbul’a yaşanan katliamlar; parklarda, barış mitinglerinde, otobüs duraklarında, maden ocaklarında, ekmek peşinde öldürülen, sakat bırakılan binlerce güzel insan; aylar süren sokağa çıkma yasakları; evinden, vatanından sürülüp sokaklarda dilenci haline getirilmiş binlerce Türkiyeli ve Suriyeli; ülkemizden kaçarken boğulan yüzlerce çoluk çocuk, kadın erkek; cinsel, politik, ekonomik istismarda “kırdığımız” rekor; yolsuzlukta tüm ülkeler içinde birinci sıralarda; okuma yazma, demokrasi, kültürel gelişmişlik ve eğitim düzeyinde en sonuncu ülkelerden biri haline getirilen ülkemizin son derece karanlık yıllardan geçtiği; yaşanan travmaların, acının, ağrının, haksızlığın, trajedinin, dramın boyutunun “dile getirilemeyecek” düzeye ulaştığı bu zamanda şairin ve şiirin “itiraz” edip etmediğinin, hangi düzeyde itiraz ettiğinin tartışılması, gözden geçirilmesi zorunludur.

Efsus’a Yolculuk, kişisel bir ağıt yoğunluğunda olmakla birlikte, yaşadığı ülkeye, yaşadığı döneme -elbette şiirin diliyle- şair duyarlılığını, vicdani bir hesaplaşmayı, bir itirazı dile getiriyor.

1 Necmiye Alpay, “Dışarıya Direnen”, Milliyet Kitap, 20 Aralık 2015.

2 Yücel Kayıran; Söyleşi Orhan Kahyaoğlu, Cumhuriyet Kitap, 20 Mayıs 2004.

3 Söyleşi: Orhan Tüleylioğlu, Cumhuriyet Kitap, 7 Nisan 2005

4 Yücel Kayıran; Söyleşi Orhan Kahyaoğlu; Cumhuriyet Kitap; 20 Mayıs 2004.

5 Doğan Günay, Metin Bilgisi, Multilingual Yayınevi, 2003, İstanbul. Sayfa 15.

6 Yücel Kayıran, Söyleşi Hüseyin Ferhad, Varlık, Kasım 1997.

TEILEN
Önceki İçerik‘Yeni Dünya’da Sabahattin Ali Öykücülüğü
Sonraki İçerikUmberto Eco – Genç Yazara Öğütler (Türkçe Altyazılı)
1975 eskişehir doğumlu. hukuk fakültesi’ni bitirdi. kül edebiyat ve sanat dergisinin genel yayın yönetmenliğini yaptı (2000-2005). kül sanat yayınlarını kurdu ve kül eleştiri, kül öykü ve sonsuzluk ve bir gün dergilerini yayımladı ve bu dergilerden kül eleştiri ve kül öykü‘nün editörlüklerini üstlendi. TRT Türkiye’nin Sesi Radyosunda ve TRT Ankara Radyosu, Gecenin İçinden programında kültür sanat danışmanlığı yaptı. ocak 2007’de yayın hayatına başlayan ve 25 sayı yayımlanan kül öykü gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yaptı. pisuvar adlı şiir kitabı 2007 yılında kül sanat yayınları arasından yayımlandı. Ankara’da serbest avukatlık yapan b.k., halen “şiddetin araçları” adlı heykel sergisi ve “yılan hikayesi: insanın alçaklığı üzerine hastalıklı bir deneme” kitabı için çalışıyor.