Dünyadaki ve memleketteki kötülüklerden düşük zekalı insanlar ve bunların her yeri ele geçirmiş olmaları mı sorumludur?

Türkiye’de eğitimli kesimlerde ara ara kendilerini öven, halkı aşağılayan seçkinci söylemler öne çıkar. Eskiden bunlar basına da yansırdı; artık el altından sosyal medya mecralarında kendine yer buluyor.

Öncelikle, bu iddiaları ortaya atanlar, kusura bakmasınlar ama yeterince zeki değiller; çünkü yeterince zeki olan bir insan, toplumsal sorunların zeka düzeyiyle doğrudan ilişkili olmadığını; asıl sorunun sistemik olduğunu biliyor olmalıdır. İçinde kapitalizm ve onun egemen sınıflarının eleştirisi yer almayan hiç bir değerlendirme ‘zekice’ ve doğru olamayacaktır.

İkincisi, zekayı nasıl tanımlıyoruz? Sözgelimi, ülkeyi profesörler mi yönetsin? Örneğin, Tansu Çiller, Ahmet Davutoğlu, Necmettin Erbakan, Erdal İnönü vd. Bunların yönetiminin diğerlerinin yönetiminden çok daha iyi olduğunu iddia edecek olan var mı?

Üçüncüsü, kast edilen, zeka değil, eğitim düzeyi mi? Bkz. önceki nokta. En eğitimlilerin, profesörlerin yönetiminde çok daha ileri bir noktaya gitmedik; bunun güvencesi yok, binbir çeşit farklı etmen söz konusu.

Dördüncüsü, böyle seçkinci bakışlara sahip olanlar, bir zahmet, Nutuk’u okusun. Kurtuluş Savaşı’nı yürüten halk daha çok mu zekiydi, daha çok mu eğitimliydi? Okuma-yazmanın lüks olduğu bir dönemde bağımsızlık kazanılabildi.

Beşincisi, işte tam da bu zihniyet, AKP’yi başa getirip 25 yıl egemen kılmadı mı? “Bu halktan bir cacık olmaz” deyip dükkanı kapatıp ülkeyi terk mi edelim? Kendini zeki sananların bu tabloda hiç mi suçu yok? Bunun böyle olmasını engellemek için çaba gösterdiniz mi gerçekten? Ne kadar gösterdiniz?

Altıncısı, diyelim ki, toplum eğitimsiz; peki bu, değişmez bir durum mu? Değil. Değişmesi için neler yaptınız?

Yedincisi, herkes, okumuş kesim kadar okumaya zaman, enerji, istek ve kaynak ayıramıyor olabilir. Herkesin çok okumuşlar gibi olması bir zorunluluk mudur? Değildir. Okumuş kesimin okumuşluğu, ona çeşitli sorumluluklar yükler. Bu yükü taşıyor musunuz, taşıdınız mı?

Sekizincisi, bu zeka söylemleri, zeka, eğitim ve toplumsal bilinci birbirine karıştırıyor. Halk zeki olmayabilir, eğitimli olmayabilir; ama toplumsal bilinç kazanırsa harikalar yaratabilir. Bunu bize sınıf mücadeleleri tarihi (ki insanlık tarihinin eşanlamlısıdır) zaten söylüyor.

Dokuzuncusu, bu zeka söylemi, zekayla ilgili geri kalmış bir modele dayanıyor; genel bir zekanın var olduğu sanılıyor. Oysa Einstein bile, yalnızca kendi alanında (ve belki ek olarak komşu alanlarda) zekiydi. Günümüzde bilimsel bilgi, iyice uzmanlaşmıştır. Bir insanın endüstri mühendisliğinde uzman olması, onun çok iyi bir demograf ya da antropolog olduğunu göstermez. Kaldı ki, genel zeka yerine, zeka türleri ve “zeka mı yetenek mi?” tartışmaları var.

Onuncusu, ‘zekilerin yönetimi’ ya da ‘zeki yönetim’ ile kast edilen, verimlilik ise, o, işin bambaşka bir boyutudur. Kamu kaynaklarını soyup soğana çevirenler, en zekiler de olabilir; bunun zekayla ilgisi bulunmuyor. Üstelik, onlar, kamusal olarak verimsiz, fakat bireysel ve topluluksal bağlamda oldukça verimli(!) bile sayılabilirler.

***

Pazarlamada ve siyasal iletişimde, “müşteriyi/seçmeni övme” taktiği diye bir taktik vardır. “Canlarım, iyi ki varsınız; sizin sayenizde buraya geldim” gibi bir hava yaratılır. Çinli bir diplomatın, “Türkler zekidir; Çince’yi kolaylıkla öğrenirler” söylemi ve elbette Mustafa Kemal’in “…zekidir, çalışkandır” söylemi buna karşılık gelir. Oysa görüldüğü gibi, buradaki iki ‘zeki’ ifadesi, birbirinden çok farklı kavramlara karşılık geliyor. Yine de, “% 65’i aptal”, “çok cahilsin, ölsene” vb. gibi ifadelere göre, etkilerinin getirdiği olumlu sonuç ortada. Bu tür ifadeleri dillendiren gülmece yazarı ve tarih profesörü, Einstein örneğindeki gibi, yalnızca kendi alanlarında zekidir. O nedenle, kendilerini bu kadar üste çıkarmaları zaten yersiz.

Öte yandan, sosyal medyada trol olduğunun farkında bile olmayan çok sayıda trol var. Bilmedikleri konularda, bir saniye bile düşünmeden ahkam keserler. “Yazısını yaz, eleştir” deseniz oralı olmazlar. Uzay araştırmaları uzmanı bir açıklama yapar, “iyi araştır” derler örneğin. Yukarıdaki cahillik söylemindeki aşağılamanın karşıtı, bu tür özgüvenli cahillik örnekleri de olmamalıdır; tam tersi, bir açıdan ortaklaşmaktadırlar. Dahası, özellikle toplumsal bilim alanlarında tek doğru da yok. O tarih profesörü, örneğin, kendi alanına bile resmi saray bakışıyla bakan bir isimdir. Bu nedenle, alandan olan ve olmayan herkesin onu eleştirmeye (hakaret etmeye elbette değil ama eleştirmeye) hakkı olmalıdır.

***

Bir de yapay zeka tartışmaları çıktı. Birbirinden hatalı görüşler, yaygın dolaşıma giriyor. Neden? Google şefi söyledi diye örneğin… Google ne zamandan beri insanlığın iyiliğini düşünür oldu? Kazanç beklemediği tek bir girişimi bile olmayan bu kurumun yaptıklarının sorgusuz sualsiz övülüp benimsenmesi, işte asıl bu, kimin bilinçli olup olmadığı noktasında bir fikir veriyor. Bilinç her zaman eğitimle kazanılmaz; iyice ideolojik bir araca dönüştürülen örgün eğitim, tersine, toplumsal bilinci geriletmeye yarar. Sakallı Celal boşa dememiş “bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür” diye…

Yapay zekaya dönelim: Yapay zeka, bize oy verme konusunda önerilerde bulunacakmış.(*) Neden? Daha mantıklıymış, onda duygulara yer yokmuş. Evet, duygular, karar vermede yanıltıcı olabilir; ancak duyguları yoksaymak daha da yanıltıcı olacaktır. Kendi duygularımı da başkalarının duygularını da iyi bilmeliyim ki ona göre doğru kararlar alabileyim. İki arası bozuk arkadaşımı aynı ortamda buluşturmuyor olmalıyım örneğin…

Kaldı ki duygular hep mi kötüdür? Yaptığımız birçok iyiliğin altında sevgi-saygı yok mu? Duygular olmasa sanat olabilir miydi? Memleket sevgisi olmasa ‘imkansız’ denilen işler yapılabilir miydi? Duyguları olmayan bir yapay zeka gerçekten iyi olabilir mi? Sorular, zincirleme olarak gider. Ama zaten bu örnekte temelden bir hata var: Şimdiye dek oy kullanmada yanlış kararlar mı almışız ki yapay zeka bize bu konuda yardımcı olacak? Ülkenin başına mühendisleri mi getirelim örneğin (bkz. yukarıdaki noktalar)?

Oy vermek ve birçok insan davranışı, tümüyle mantığa dayanmaz, zaten mantıklı olmaları bile gerekmez; gerekmediği gibi, birçok durumda, tek bir mantıklı hareket de yoktur. Bedeller vardır; artılar eksiler vardır. Yapay zekanın tıkandığı konulardan biri, etiktir. 5 kişiyi ölümlü kazadan kurtarmak için bir kişiyi feda edebilir miyim? Bunun mantıklı bir çözümü yok; işin içine duygular ve etik giriyor.

Bir de şu var: Yapay zeka, bizim için berberde, lokantada vb. yer ayırtacakmış. Google şefi, bize bunu şovmen edasıyla gösteriyor, yapay zekanın yaptığı telefon görüşmelerini dinletiyor ve toplumun en ‘zekileri’nden alkış alıyor. (**) Oysa, telesekreterler zaten yeterince rahatsız edici ve saygısızca değil mi? Bankalardan sık sık yapılan otomatik aramalarda telesekreterle taciz edilmenin bir ileri sürümü olmuyor mu bu? “Ama” diyorlar, “karşıdaki, konuşanın yapay zeka olduğunu bilmiyor ki!” Bilmesi gerekiyor mu? Karşıdakine yapılan bir saygısızlık söz konusu. Baştan belirtilmeli o zaman, “ben yapay zekayım, insan değilim” diye.

Üstelik, bu tür teknolojiler, yakında tümüyle gereksizleşecek; çünkü tüm işletmeler er ya da geç yer ayırtma gibi işlemlerde internete geçecek. Neden? Bugün hastanede randevu almak için bile internet şart. E-devlet uygulamaları da, internet kullanımını özendiriyor. Dolayısıyla, yapay zekanın arama yapmasına bile gerek kalmayacak; yer ayırtma gibi işlemleri zaten internet üstünden biz kendimiz yapıyor olacağız ve hatta bunlar elektronik takvimimize kolaylıkla işlenecek. Kimi işletmelerde ise bugün yer ayırtmaya bile gerek yok, çünkü her zaman yer var…

***

Bu zeka fetişizmi ve yapay zeka hayranlığı, insanlığın iyiliği için artık son bulmalı. Özetle, zeka fetişizmi, toplumsal sorunları yanlış bir nedene bağlıyor. Sorunların kökü, kapitalizm ve onun egemen sınıflarındadır. İkincisi, büyük şirketlerin ve devletlerin elindeki yapay zeka, egemen sınıfların çıkarlarına aykırı düşecek ve yurttaşların yararına olacak biçimde asla işe koşulmuyor. Yurttaş hakları ve özgürlükleri adına, bunlara her zaman kuşkuyla yaklaşmalıyız. Zeka olmasa da, toplumsal bilinç, bunu gerektiriyor.

Bize gerekli olan, daha fazla zeka, zekilerin yönetimi ve yapay zeka değil, toplumsal bilinç, kamu yararı gözetme, bilimsel kuşkuculuk ve toplumsal yönelimli eleştirel düşüncedir.

(*) Bkz. Kime oy vermeniz gerektiğine yapay zekâ sizin için karar verebilir.

https://www.kulturservisi.com/p/kime-oy-vermeniz-gerektigine-yapay-zeka-sizin-icin-karar-verebilir

(**) Bkz. Google Duplex: A.I. Assistant Calls Local Businesses To Make Appointments

https://www.youtube.com/watch?v=D5VN56jQMWM

Prof.Dr., ulasbasar@gmail.com

Twitter: ProfUlas

TEILEN
Önceki İçerikBorç Üzerine
Sonraki İçerikNuri İyem Resim Ödülü 2019 Başvuruları Başlıyor!
1978’de İstanbul’da doğdu. Türkiye, Vietnam, Tayland ve Malezya’da 15 yıl ders verme deneyimine ve Yeni Zelanda (doktora), Avustralya (ortak proje) ve Latin Amerika’da (gazetecilik) araştırma deneyimine sahip bir akademisyen-yazardır. Araştırma ve öğretim konuları, iletişim, psikoloji, eğitim bilimleri, şehir plancılığı, Asya çalışmaları vb. gibi geniş alanları kapsamaktadır. Eğitimini Darüşşafaka, Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ ve yurtdışında tamamlayan Gezgin’in yayınlanmış 13 kitabı ve çok sayıda kitap bölümü, makalesi ve gazete yazısı vardır. Akademik çalışmalar dışında, çeşitli dergi ve gazetelere köşe yazıları yazmakta; şiir, şarkı sözü ve deneme türlerinde yapıtlar vermekte ve çeşitli ülkelerden şairleri Türkçe’ye kazandırmaktadır.