Ana Sayfa Litera Zeytin dalı: Bir sembolün uçsuz bucaksız destanı

Zeytin dalı: Bir sembolün uçsuz bucaksız destanı

Zeytin dalı: Bir sembolün uçsuz bucaksız destanı

Hristiyanlar 28 Mart Pazar günü Palmiye’yi kutladılar. Palmiye Pazarı, bize, İsa’nın çarmıha gerilmeden önce son kez Kudüs’e girişi sırasında halkın yollara çıkıp zeytin dallarını (bir anlatıya göre palmiye) sallayarak coşkusunu gösterdiği tarihsel ânın kutlaması olarak öğretildi.

Barışı, zaferi, sadakati, vefayı, ölümsüzlüğü, bolluğu, bereketi, gücü, bilgeliği, sabrı, cesareti ve dayanıklılığı sembolize eden zeytin dalı, binlerce yılın ötesinden çok güçlü anlamları günümüze taşıyor.

Kültürümüzde ve kolektif tarihimizde çok güçlü bir şekilde yer alan zeytin ağacının sembolizminin kökenleri, Yunan mitolojisine olduğu kadar İncil ve Kuran gibi kutsal metinlere kadar uzanıyor.

Zeytin ağacının bilinçaltımızdaki bu çok güçlü sembolizmi, kökeninin bir kısmını, binlerce yıldır kolektif hayal gücünü ateşleyen Yunan mitolojisinden aldı.

Yunan mitolojisindeki anlatı, denizler tanrısı Poseidon’un savaş tanrıçası Athena ile, tarihteki ilk şehre verilecek isme dair tartışmalarına dayanıyordu.

Zeus da bu tartışmaya dahil olup, şehre en değerli hediyeyi hangi tanrının vereceğine göre kentin adının seçilmesini öneriyordu.

Poseidon, üç çatallı mızrağını Akropolis’in kalbine vurup bir su kaynağının fışkırmasını sağlarken, Athena mızrağını yere saplayıp, güneşten kavrulmuş bu kurak topraktan insanları doyuran, dayanaklı ve hatta ölümsüz bir ağaç çıkarıyordu; bu bir zeytin ağacıydı.

Bunun üzerine Zeus, tanrıçanın lehine karar verip Yunan şehrine Atina adını veriyordu.

Yarı tanrı Herkül’ün en güçlü silahı zeytin gövdesinden oyulmuş bir sopaydı. Odysseus’un Kyklop’un gözünü oymayı başardığı silah bir zeytin ağacından yontulmuş bir kazıktı.

Ulysses’in karısı Penelope, eşini sabır ve sadakatle beklerken bir zeytin ağacına oyulmuş bir yatakta uyudu.

Zeytin ağacının temsil ettiği ölümsüzlük sembolizmi Herodot zamanına (MÖ 500) kadar uzanıyor. İlk tarihçi olarak kabul edilen Heredot, öykülerinden birinde, “Zeytin ağacı barbarlar tarafından tapınağın ateşinde yakıldı; ancak yangından sonraki gün, krala bir kurban sunmakla görevlendirilen Atinalılar tapınağa çıktıklarında, yanan ağacın gövdesinden bir arşın yüksekliğinde bir sürgünün budaklandığını fark ettiler.”, diye yazdı.

Atina’daki ilk Olimpiyat Oyunlarının galiplerine 2500 yıl önce bir zeytin dalı tacı takdim edildi. Zaferin bu anlamı o zamandan beri varlığını sürdürüyor.

Kutsal metinlerdeki anlatı ve rivayetler bu ağacın, derin kolektif bilinçaltımıza kök saldığını gösteriyor. Eski bir Kelt dini olan Druidizm’de de zeytin dalının yaygın kullanımı dikkat çekiyor.

Zeytin ağacı, İncil’de de en çok alıntı yapılan ağaç olarak karşımıza çıkıyor.

Eski Ahit’te Nuh, Gemi’deyken dünyanın hâlâ sular altında olup olmadığını anlamak için bir güvercini uçuruyordu. Güvercin bir süre sonra, gagasında bir zeytin dalıyla geri dönüyordu.

Zeytin dalı o ândan itibaren, taşkının geri çekildiği arazide, umudun, yenilenmenin, yeni başlangıçların, sel ile kullarını cezalandıran Tanrı ile barışın, bağışlanmanın ve uzlaşmanın yeşermeye başladığına dair derin bir sembolizm ile birlikte anıldı.

Yeni Ahit’te Zeytin Dağı, İsa’nın öğrencilerine “Göklerdeki Babamız” duasını öğrettiği yerdi. Kudüs’teki Zeytin Dağı zamanla bir hac yerine dönüştü.

Zeytinyağı, Musevi geleneğinde, kutsal ayinler sırasında mesh için kullanılan, hem insanlar arasındaki hem de insanlar ile Tanrı arasındaki barışı sembolize eden kutsal bir yağdı.

Kuran’da da, zeytin ağacının, evrensel insanın sembolü kutsanmış bir ağaç olduğundan ve yağının, insanlara yol gösteren ilahi ışığı sembolize ettiğinden söz ediliyor. Bir hadise göre Hz. Muhammed, “Zeytinyağı tüketin ve yüzünüze sürün, çünkü o mübarek bir ağaçtan geliyor” demiştir.

Solcu entelektüeller her dinî bayramı tüketim toplumu tarafından yaratılan efsaneler olarak okuyadursun, ‘kekre’ ateist bir ton eklenmiş savları, biraz da antropolog Claude Levi-Strauss’un tezlerinden hız aldı.

Levi-Strauss bu bayramları post modern Pagan ritüelleri olarak okudu.

Gerçekten de tüketim paradigması bu anmaları, Hıristiyan içeriğinden soyup dini değeri olmayan, pagan bir mit lehine saptırdı.

Bildiğimiz özellikleri ile birçok dini bayram, arkaik Pagan mitlere modern kıyafetler giydirildiği kutlamalara dönüştüler.

Kapitalizmin tüketim paradigması, örneğin Noel Baba’yı, yetişkinlerin çocuklara uyguladığı çok külfetli, masraflı bir aldatmacaya ve bir değiş tokuş mitine dönüştürdü.

Tüketim toplumu, Noel Baba’yı sözde saf inanışın kalbine bir guguk kuşu gibi yerleştirerek, bir ayinin ve hatta bir kültün aniden büyüyüp daha büyük bir yer kaplamasını sağladı.

Her dinî bayramda çocukları cömertlikleriyle boğan yetişkinler, böylece bir çeşit kefaret ödeyerek ölülerle bir hesaplaşma içine girip onlarla uzlaşıyor izlenimi veriyorlar.

Köktenci dindarlar da tüketim paradigmasının, dinî bayramların, putperestleştirilmesini sağladığını ileri sürdüler. Noel Baba, bu insanlar arasında giderek, “gaspçı” bir “kafir” olarak damgalandı.

Antakya’daki Palmiye Pazarı yürüyüşlerinin bendeki ilk imgesi, özgürlük düşüncesini kanatlandırması, duygu dokunuşlarını hiç eksiltmemesiydi.

Ellerimizde zeytin dalları jilet gibi giyinmiş şekilde kızlı erkekli yürürdük. O Palmiye Pazar’ında rüzgâr ılık esintileriyle güneyden esiyor, tüm mevsimin sıcak geçeceğini gösteriyordu.

Kışlasaray mahallesinden başlayıp şehrin merkezindeki Rum Ortodoks kilisesine uzanan bu yürüyüş duygu dünyasının sırlı yanlarını olduğu kadar, bir yaşama seyrinin adeta güncesini de tutuyordu. Benim için her Palmiye yürüyüşü törensi bir ayini andırır, o yürüyüş sırasında her bakış, her gülümseme, her keder ve edilmiş her söz bir yaşanmışlıklar dizgesini oluştururdu.

Antakya yükseliş ve çöküş, iniş ve çıkış, yıkım ve inşa, gidiş ve geliş, ölüm ve hayat ile bir tür med-cezrin şehridir. Fikirler, gerçekleşmeyi bekleyen bir sürü tutku, zeytin ağacı ve tanrıçanın mızrağı; kısacası bu şehirde, yeni bir başlangıç için, aslında her şey var.

Zeytin dalı, bende, on beş mayıs sabahına dair güçlü çağrışımlar taşıyor. 14 Mayıs Pazarında hâlâ çimentoda bir kelebek gibi duran hürriyetin, on beş mayıs sabahı kanatlanacağını gösteriyor.

Etrafımızdaki silah sesleri ve organize cehaletin gürültüsü, duymamızı zorlaştırıyor, ama bir “zeytin ağacına tünemiş insan sesi” diğer seslerden çok daha farklıdır. O öyle bir ses ki, bağırmıyorken, hatta fısıltıyken bile diğer sesleri içine gömüyor. Böylece en küçük fısıltı bile koca orduların sesini bastırıyor, çünkü bu ses gerçeği anlatıyor…

Düşsel bir zeytin yürüyüşü, bir pusula ibresi inadında 15 mayısı işaret ededursun, korkuların, kaygıların, sevinçlerin, bekleyişlerin ve özgürlük inancının göğün sonsuzluğunda nasıl yaşandığını, bireysel benlik ile kolektif şehir benliğinin masalsı bir evrende nasıl buluşup ayrıştığını da gösteriyor.

İnanıyorum ki on beş mayıstan itibaren Palmiye yürüyüşleri, dokunan bir ses, alıp götüren bir duygu tınısı, kanatlandıran bir düşünce derinliği ve içinde büyük tutkular ve büyük arzuların olduğu, sizi başkalarına/diğerlerine ulaştıran bir şehrin eşliğinde süreklilik kazanacak.

Ve her Palmiye Pazarı, barışın, kendimle uzlaşının, dayanmanın, yoldaşlara sadakatin, şehre vefanın, küllerinden/molozlarından doğuşun, gidişin ve dönüşün ve uçuşun her bir hali olarak anısal anlatıların odağında yer alacak.

Ve bahçenize ya da balkonunuzdaki bir saksıya dikeceğiniz her zeytin fidesi, etrafa tatlı bir huzur ve içsel barış saçmayı sürdürecek.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl