E.E. Cummings’in “I Carry Your Heart with Me” adlı şiiri duruyor bir süredir önümde. Bu şiirle ilgili yazacaktım. Ülkemizin yetiştirdiği değerli bir kardiyoloğun ölüm haberini alıncaya kadar. Bir cinayet yine! Konya Şehir Hastanesi’nde. Kardiyoloji uzmanı Dr. Ekrem Karakaya bir güvenlik görevlisi tarafından, hem de bir başka hastane güvenlik görevlisi tarafından silahlı saldırıya uğradı. Bir ‘sağlık çalışanı’ tarafından.
En ağır darbeleri en yakın olduklarımızdan yediğimizi söyleriz çoğu zaman. Doğumumuzdan itibaren… Şiddeti bu nedenle çok acı verir. Sağlık çalışanlarının güvenliğinden de sorumlu bir emekçi, bir sağlık emekçisini gözünü kırpmadan katletti “ruhsatlı silahıyla.” Cinayeti özgür iradesiyle tasarladı veya azmettirildi. Bilmiyoruz! Çok da önemi yok bu saatten sonra. Olan oldu! Kendi bedeni de öldü! Genç bedenler… Kimileri, hiyerarşik yapılanmanın getirdiği tepeden aşağıya inen sağlık çalışanlarına yönelik “ağır bir tahrik”e bağladılar bunu. Öfke aktarımına. Kimileri de kadere…
Eril zihniyetin ‘ağır tahriki’. Cinsiyet, yaş, dil, din, ırk ayırımı yapmayan… Tahrikin tabandan kitlelere yayılımı açısından da titiz ve eşitlikçi. “Hatta demokrat!” denebilecek. Bu eşitlikçi yaklaşımı üzerinde ise fazla düşünülmeyen…
Şiddet! Siyasal şiddet, duygusal şiddet, fiziksel şiddet… Sağlıkta şiddetin nedenleri değişkenlik göstermesine rağmen, genellikle şunları duyarız alanın emekçilerinden: “Koruyucu sağlık hizmeti yerine tedaviye yönelik sağlık hizmeti politikalarının benimsenmesi (Gömleğin ilk düğmesi); tıp ve sağlık alanının bütünüyle piyasacı anlayışa teslim edilmesi (Gömleğin ikinci düğmesi…); bunlara bağlı olarak hizmet sunumunda kıtlık, eşitsiz sağlık hizmeti sunumu ve düşük ücretlendirme sistemi yoluyla alanın acımasız bir sömürüye terk edilmesi; iktidarın hedef şaşırtarak, bu tercihlerin kendisinin değil, sağlık çalışanlarının tercihi olduğu propagandasını çok iyi yapması, hasta ve yakınları ile sağlık çalışanlarının birbirine düşürülmesi, bazı sağlık çalışanı ve meslek örgütlerinin bunu göremeyip bu tuzağa düşmeleri … ”
Ama asla şöyle bir cümle sarfedilmez hiç bir sağlık çalışanı tarafından: “Ben senin hiç bir şeyin değilim!” Oysa bazılarımız zaman zaman kulak misafiri olmuşuzdur bu tür talihsiz açıklamalara. “ ‘Yaramazlık’ yaparsan annen, baban, kardeşin, arkadaşın olmam! Şartlı yani! Üniversite mezunu ebeveynlerden de çok duyduğum… Minicik bedenlerine haykırarak üstelik çocukların! Tüm masumiyeti ile bakan, gözyaşı dolu kocaman gözlerine, yüzlerine… Bilinçli de! Hayvanlar aleminde bile böylesi bir zarar verilmez hiç.
“Ben senin hiç bir şeyin değilim!”
Sağlık çalışanlarının hiçbirisinden duymadım şimdiye dek benzer cümleleri. Ne pandemi döneminde ülkenin en ağır yükünü omuzlarken ne de diğer zamanlarda. Şartlı cümlelerin kullanımı sadece tedavi ile ilgili süreçlerde kullanılır ki bunun neden böyle olması gerektiğine de ilgili uzmanlık alanları (psikoloji, sosyal psikoloji) gerekli açıklamaları getiriyorlar.
Sabah evinden çıktığında eşine ve çocuklarına ‘ölüm meleği’ ile randevusu olduğunu söylemiş miydi peki DOKTOR? Randevularına geç kalmama konusunda son derece dikkatli davranan meslek gruplarından biridir zira ‘doktorluk’. Zaman, anlar, saniyeler, saliseler. NEFES… İlk nefesimizle avuçlarının içine düşüverdiğimiz, son nefesimizde gözlerimizi usulca mesh eden…
Sonra da şanslıysak “cennet bahçesinde” gözlerimizi açıverirdik belki… Dünyanın en güzel kuş sesleri bu bahçede duyulurdu. En güzel ışıkları da kayan bir yıldız misali, sık yapraklarına çarparak göz kırparlardı süzülerek bu eşsiz ağaçlardan… Siyahsız. Beyazsız. Cenahını yitiren şiddet. Zamansız. Eskimiş kül rengi, kahverengi, pas rengi, kurşunî, kuzgunî şiddetler. Ölünç terennümlerinden uzakta… ŞİDDET-SİZ.
Keşke bu kez randevuna geç kalsaydın DOKTOR!.. Keşke Ölüm Meleği biraz bekletseydi!.. Keşke randevu sistemi çalışmasaydı!..
Sahi, acaba katil Merkezi Randevu Sistemi’nden randevu almış mıydı?
8 Temmuz 2022