Ana Sayfa Kritik Peki Amerika’daki Madun Konuşabilir mi? Kurtlarla Dans Filmi Üzerine Notlar

Peki Amerika’daki Madun Konuşabilir mi? Kurtlarla Dans Filmi Üzerine Notlar

Peki Amerika’daki Madun Konuşabilir mi? Kurtlarla Dans Filmi Üzerine Notlar

Belli bir neslin Pazar kahvaltılarının simgesi haline gelen kovboy filmleri, izleyenlerin zihnine, “Yeni Dünya”ya dair güçlü bir zıtlığı yerleştirmiştir. Bir tarafta vahşi ya da kolayca vahşileşebilen bir Yerli (Kızılderili) imgesi, bir tarafta kendilerine yurtluk arayan ya da macera peşinde kıtada dolanan Beyazların yakışıklı kovboyları vardır ve bu uzlaşmaz zıtlık taraflardan birinin diğeri üzerinde hâkimiyet kurması gereksinimiyle Amerikan tarihini temize çekmeye yaramaktadır. Hollywood endüstrisinin Amerikan imajına ve popüler tarihyazımına etkisi, Amerikalılar nezdinde de, dünyanın geri kalanı nezdinde de belirleyici olacak kadar büyüktür. Elbette Amerikan tarihinin şiddet ve çatışma üzerine kurulu olduğu doğrudur, ancak tarih kovboy filmlerinin anlatımına teslim olmayacak kadar karmaşıktır.

Bu yazıda incelemeyi amaçladığım Kurtlarla Dans filmi, tarihe, söze başlarken belirttiğim türden alışılagelmiş bir perspektiften bakmayıp bu karmaşık ilişkilerin tarihi hakkında hükme varırken konuyu daha içeriden bir dil ve anlatımla ele alması bakımından müstesna öneme sahiptir. 1990 tarihli Kurtlarla Dans, başrolünü ve yönetmenliğini ünlü aktör Kevin Costner’ın üstlendiği ve yaklaşık dört saatlik bir film olmasına rağmen yayınlandığı dönemde büyük ilgi görüp pek çok ödül kazanan bir Hollywood yapımıdır. Ancak klasik Hollywood anlatısına karşı protest bir tavrı olması filmi geleneksel Western/kovboy filmlerinden ayrıştırmaktadır.

Hele ki hikâyesi anlatılan kişinin İç Savaşın etkisinde olan ve hükümetine sadık bir teğmen olması, konuyu daha ilginç, daha tartışmaya değer ve filmin değerini daha anlaşılır hale getirmektedir. Teğmenin yaşadıklarını günlüğüne not etmesi, saf ve realist duyguları ifade etmekte olduğu gibi, filme dökümanter bir karakter de kazandırmakta; izleyici nezdinde tarihsel bir gerçeğe baktığı hissini vermektedir.

Çok kısaca filmin hikâyesini özetlemek gerekirse, Teğmen John Dunbar, İç Savaş sırasında Kuzeyin Birlik ordusuna başarı kazandırdığı için kahraman olarak taltif edilir ve nişan sahibi olur. O da giderek genişleyen Batı sınırında –frontier’de- bir görev ister, ama gittiği görev yerini terk edilmiş bulur. Sonra etrafta başkalarının olduğunu öğrenir; Siyu kabilesi ona meraklı gözlerle baktıkça Dunbar bu insanlarla karşılıklı iletişimin yollarını arar. Bununla beraber, etrafta sadece insanlar yoktur. Bir yalnız kurt, ara ara Teğmenin kaldığı yere yaklaşır ve onunla uzaktan göz teması kurar. Bir tür Robinson Crusoe halindeki Teğmenin bir gün kurda yaklaşıp onunla eğlenmeye çalışırken dans edercesine hareketler yaptığını uzaktan gözleyen Kızılderililer bu Beyaz Adama kendi aralarında “Kurtlarla Dans Eden” adını layık görecektir. Hikâye sonrasında dramatik gücü yüksek bir insanlık anlatısına dönüşecektir. Fakat biz önce filmin tarihsel ve kültürel referanslarına ilişkin bazı gözlemlerimizi paylaşalım…

Gelecek garnizonu bir başına beklerken etrafın tahkimatını sağlamaya çalışmakla meşgul olan ve kırık dökük bir kulübede yaşamaya başlayan, aklını yitirmemek için de bir deftere sürekli not tutan Teğmeni okur-yazar bir kültürün hesap-kitap bilgisiyle birlikte değerlendirmeye başlıyoruz. Buna mukabil onu ilk defa gören Kızılderililerin kendi aralarındaki diyalog, sosyal anlayışlarını anlamamız açısından önemlidir. Kabile şefine ve diğer insanlara gördüklerini anlatan Kızılderilinin tanımlayıcı ifadelerine şahit olanlar; anlatılan Beyaz Adamın cesur davrandığı için tanrı ya da üstün güçlere sahip biri olabileceğini söylerler. Bir anlığına bu tür inanışların temeline inecek olursak; Kızılderililerin animist olduklarını, kabilenin ateş yakarak ritüeller yapması ve bundan etkilenen Teğmenin de kulübe önünde ateş yakması sahnesini düşündüğümüzde, bu ortaklaşan noktanın doğa ile iç içe bir inancın şekillerini bize sunduğunu söyleyebiliriz. Amerikan zihniyetini şekillendiren Püritenlerin ve ardıllarının böylesi inançları putperestlik olarak görmeleri ve İncil’de putperestlerle ilgili katı hükümlere başvurmaları, iki farklı dünyayı görme biçimini bize açıkça göstermektedir.[2] Teğmenin, kabileye çocukluğunda katılmış yaralı bir Beyaz kadını bulup onu kabilenin yerleşim alanına götürmesi ve birkaç genç Yerlinin ona saldırmaya teşebbüs etmesi sırasında kabile şefinin “Savaşmaya gelmemiş, gidecek” deyip olumsuz bir fiile engel olması da Kızılderililerin zorda kalmadıkça şiddete başvurmayan bir topluluk olduğunu izleyenlere göstermektedir. Teğmenin tanışma aşamasında bufalolardan bahsetmesi ve kabile büyüğünün ertesi gün bufalo kürkü getirmesi, Kızılderililerin iyilik karşısında cömert bir tutuma sahip olduklarını anlatmaktadır. Hatırlanacağı üzere, 1492’deki ilk karşılaşmalar sırasında Kristof Kolomb da bu insanların cömert ve elindeki eşyayı düşünmeden karşısındakine vermek istediğini yazmaktaydı.[3] Teğmen, yaşadıklarından sonra günlüğüne Kolomb’a benzer cümleler yazacaktır…

Tanışma aşamasından sonra köye giden Teğmene kabile büyüğünün çadırında tütün ikram edilmesi de dikkatimizi celbedecek bir görüntü oluşturmaktadır. Amerika Kıtasının bizlere sunduğu birçok şey günümüzün sosyal yaşam tarzlarının başında gelmektedir. Gıdaların vazgeçilmezi olarak görülen domates, patates, mısır gibi sebze ve meyvelerin dışında tütün mâmülleri de Amerika’nın sunduğu şemanın içerisinde yer almaktadır. Buna karşılık domuz üretimi Amerika’ya Avrupa vesilesiyle taşınmıştır. Teğmenin “Çift Çorap” adını taktığı kurda domuz salamı vermesi, dikkat edilmesi gereken bir ayrıntıdır. Avrupa’dan gelen en önemli şey ise hiç şüphesiz ateşli silahlardı. Filmde Teğmenle samimiyet kuran Siyu kabilesi mensupları onun sahip olduğu ateşli silahların yardımıyla düşman saldırısını savuşturacaktır. Ayrıca filmin başka bir sahnesinde düşman kabilenin mensupları Beyaz Adamın yaktığı ateşi fark etmesine ve onları gafil avlama şansına rağmen “Onlarda tüfek var, bizde yok” diyerek zamanla öğrenilmiş bu büyük güç farkını dile getirmektedir. Bu aslında Amerikan tarihinin en belirleyici unsuru olarak yüzyıllara yön veren farktır. Bu konuyla ilgili Kızılderililerin ders çıkarma konusunda üç sonuç ortaya koyduklarını ve bu üç sonuçtan birinin de “yerlilerin silahlarının Beyaz Adamın silahlarına karşı etkisinin olmadığı” olduğu aktarılmaktadır.

En önemli noktalardan birisi de aslında filmin ismi. Kurtlarla Dans, beslediği kurdun yanında dans eden Teğmene onu gözlemleyen yerliler tarafından verilen isim. Kızılderililerde kişinin geçmişte yaptığı bir kahramanlık, yaşadığı büyük bir olay veya öne çıkan bir hareketine göre isim verilmesi geleneği hayli karakteristik bir kültürel olgudur. Filmde Teğmenin yaralı bulduğu genç kız, örneğin, kendisine kötü davranan kadını tek yumrukla yere serme cesaretini gösterdiği için kendisine “Tek Yumrukla Deviren” ismine sahiptir. Bu zaviyeden bakacak olursak, Çılgın At, Oturan Boğa, Kara Şahin gibi ünlü kabile şefleri isimlerinin hikâyesinin ipuçlarını hemen vermektedir. Bu gelenek biraz da akıllara Dede Korkut Hikâyelerindeki isim koyma motifini getirmektedir. Bunun da sebebi animist, taoist, şamanist toplumlarda doğa ile iç içe yapılan ritüeller ve yaşam biçimi oluşturma sebebiyle bireyin hayatta kalma mücadelesinin önemi ortaya çıkmaktadır. Hatta Teğmen, kullandığı bir cümlede “politik arzular yüzünden savaşmayan Kızılderililerin sadece yaşamlarını sürdürebilmek için savaştıklarını” söylemektedir. Bu, Macchiavelli’yi, Hobbes’u yetiştiren Avrupalıların anlamakta çok güçlük çektiği bir bakış açısıdır.

Tabiat ile ve tabiatın mensuplarıyla uyumlu bir ilişki içerisinde olan Kızılderililerin yaşadıkları bölgede, filmde de gösterildiği gibi, yabani at sürüleri başta olmak üzere zengin bir ekosistem mevcuttur. Tabiatın lütuflarına büyük önem verildiği ise, düşman kabilenin saldırısı öncesi “Bu sefer at sürülerimiz için gelmiyorlar” diyaloğuna bakılarak anlaşılabilir. Filmin sonunda aktarılan bilgi ise bu sürecin sonuna işaret etmektedir: “Bufalo tükendi ve at sürüleri yok oldu.” Yani Beyaz Adam katliamlar dizisiyle bir noktadan sonra ne bufaloyu ne de kürkünü hediye edecek Yerlileri sağ bırakmıştır. Hakikaten İç Savaşta Kuzey-Güney eyaletlerinin çok büyük çoğunluğu Beyazlardan oluşan birlikleri birbirini öldürdükten sonra, kazanan ve kaybeden tarafların Beyaz insanları kıtayı fethetme ihtirasında birleşerek bu geniş toprakların kadim halkları olan Kızılderilileri yok edecek bir soykırım sürecine yönelmiştir. Vahşi Batı, Beyaz Adamın vahşetinin ifadesi olacaktır.

Costner’ın filmi, epik drama türünün en önemli örneklerinden biri kabul edilmekle birlikte, yeni bir Western türünün doğuşuna da öncülük etmiştir. Benzer tarihlerde geçen ve benzer hayatta kalma hikâyelerini anlatan birçok film, Amerika’nın batıya doğru genişleme sürecinde Yerlilere nasıl haksız bir muamelede bulunulduğunu, Amerikan tarihinin 1940’lı, 50’li yılların kovboy filmlerinin anlattığı gibi şekillenmediğini eleştirel bir anlatımla göstermektedir. Uzun bir süre sessizliğe, dilsizliğe mahkûm edilen ve aşağılanan halklar, yakın geçmişe dek Beyazların üstünlük hikâyelerinin üreticisi olan Hollywood’daki ırk ve kültürel haklar mücadelesinin sonucunda, bugün biraz olsun konuşabilmektedir.

İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi, Tarih bölümü 3. sınıf öğrencisi

[1] Howard Zinn, Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi, çev. Yavuz Alogan, Sevinç Sayan Özer (Ankara, 2018), s. 19.

[2] Kristof Kolomb, Seyir Defterleri, çev. Sait Maden (İstanbul, 2015), s. 21.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl