Ana Sayfa Kritik Alev Alatlı’nın Küfür Romanları 1: Viva La Muerte!

Alev Alatlı’nın Küfür Romanları 1: Viva La Muerte!

Alev Alatlı’nın Küfür Romanları 1: Viva La Muerte!

Günay Rodoplu, önemli bir karakterdir belki; ama roman tekniği açısından gerçekçi değildir. Asıl amaç onun düşüncelerini okura aktarmaktır; ancak bu, neredeyse hep, onun konuşturulması ile yapılır.

2014 senesinde, edebiyat dalında, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü aldığı törende, “Sayın Cumhurbaşkanım… Dünya 5’ten büyüktür dediniz ve tüm oligarkları boşa çıkardınız. Bugün George Orwell olsa sizi ayakta alkışlardı.” diyerek, aslında entelektüel seviyesinin ne durumda olduğunu kendisi ifşa eden Alev Alatlı; her dönem yazdıkları ve konuştukları ile zihin bulandıran bir isim olageldi.

Politik düzlemdeki yeri, ekonomik sistemlerdeki tercihi, toplumsal yaşama, edebiyata ilişkin görüşleri, en azından benim için, hiçbir netlik ve tutarlılık taşımayan yazar; yeni olan hiçbir şey söylememesine rağmen; kendinden emin, özgüvenli tavırları, dönem dönem farklı kesimlere göz kırpması ve bir şekilde alıcısına kendini başarıyla sunabilmesi açısından her dönem gündemde kalmayı başardı.

Cumhuriyet gazetesi bünyesinde çalışan, YAZKO’da yöneticilik yapan, Zaman’da kalem oynatan, havuz medyasında sık sık görünen Alatlı; bütün bu atlama ve zıplamalarına rağmen, önemli büyüklükte bir kesimce hala ve hala önemsenen bir isimse, bunu kesinlikle edebiyata borçlu olduğunu belirtmek gerekiyor. Her ne kadar yazarın ağzı iyi laf yapsa da siyaset ve toplumsal konulara dair söylediklerinin pek çok kişi tarafından tekrarlandığı malum; ancak bunu kurmaca ve kurguyu da işin içine dâhil edip estetik bir formla yapmak, Alatlı’nın hâlihazırdaki kampında çok görülen bir beceri değil.

Meslekten ekonomist olan yazar, romanlarla ciddi bir okur kitlesince kabullenilmiş ve satın alınmıştır, kesin. Bu kitlenin içinde solcuların yer aldığı da maalesef doğrudur. Zira Alatlı’nın edebiyata meylettiği dönem, hem ülkenin hem de toplum kurumunun bir krize sürüklendiği yıllara denk düşer. 27 Mayıs’la başlayan ve Türkiye’de aydının yetiştiği, bu aydının da kavga ettiği, bedel ödediği süreç; 12 Eylül’le son bulur. Artık yenilgiyi kabullenmek, içsel hesaplaşmalara girişmek, hata varsa bizdedir, demek zamanıydı. Darbeler bile bu aydınların niteliksizliğinin sonucuydu. Zira bunların epistemolojileri sorunlu, hatta baştan yanlıştı. Ahmet Altan ve Latife Tekin, bu tezin en bayağı taşıyıcıları olarak ortaya çıktılar; solculara küfür etmekle kalmayıp solcuların kendi kendilerine küfür etmeleri, bunu da sürekli yapmaları gerektiğini söylediler.

İşte Alev Alatlı, bu konjonktürde arz-ı endam eyleyip 1992’de Or’da Kimse Var mı? beşlemesinin ilk kitabını, Viva La Muerte!’yi yayımladı ve “Türkiye bugün okumazsa, yarın mutlaka okuyacaktır.” dedi. Sola küfür, bu ülkede her zaman okunur; Alatlı bunu bilmiyor olamazdı. İlk kitap teveccüh görünce seri devam etti. 2013’te yayımlanan, beşinci kitap Beyaz Türkler Küstüler’e kadar geldi.

Alatlı, kitaplarının tümünde solcu karakterler çizdi; geleceğe değil geçmişe bakan, kırılgan, suç işlemişçesine buruk, kafası karışık solcular elbette. Farklı kuşaklardan tüm bu roman kişileri, yazarın elinde oyuncaktı adeta. Bir sağcının ağzından çıksa kimsenin önem vermeyeceği cümleleri onlara söyleterek, onlar gibi olanların bu özeleştirileri içselleştirmesini sağlamaya çalıştı yazar. Bunların muarızları olan okurlara da solcuların acziyetini resmetti böylece.

Alatlı, şükür ki bunu, Said Nursi ekolünden gelen ve Kendini Arayan Adam kitabıyla milyon satan Halit Ertuğrul sefilliğiyle yapmadı. Ama solcuların Said Nursi’ye gereken önemi vermediğinden sıklıkla bahsetmekten de geri durmadı. Sosyalizmin, fuhşu teşvik eden bir serseriler rejimi olduğunu söyleyen adamı bilmemek suçtu ona, daha doğrusu, romanın başkarakteri, yalnız ve büyük ama gerçek aydın Günay Rodoplu’ya göre.

Biraz Cemil Meriç, çokça Kemal Tahir, örtük biçimde İdris Küçükömer’den mülhem; ancak yine de şahsına münhasır ve Alatlı’nın olduğu veya belki de olmak istediği karakter, Günay, Gün ve Ay; yazardır, eski akademisyendir. İlkel komünal bir düzen üzerinde parlayan hilal’den yanadır. Marks, Hz. Muhammed, Kazancakis, Lao Tzu, Kropotkin… Hepsinden beslenir; teorik düzlemde ilginç ve derin bir kişidir. Ama kendisi gibi aydın sınıfından olan ve son iki yüz yıldır Batı’nın çekim etkisine kapılıp halkına yabancılaşan isimler söz konusu olunca şirretleşir: Abdülhamid’i eleştiren, Said Nursi okumayan solculara ağzını bozmaktan geri durmaz.

Günay Rodoplu, Alev Alatlı’nın ağzından, Türkiye’nin modernleşme sürecinde özne olan herkese, Genç Osmanlılardan İttihatçılara, Kemalistlerden sosyal demokratlara küfreder durur. Sosyalistler de tabii bunlardan ayrı değildir. Emil Galip Sandalcı’dan Erdal İnönü’ye, Yalçın Küçük’ten Doğan Avcıoğlu’na, Tarık Akan’dan Deniz Gezmiş’e, Melih Cevdet’ten Ruhi Su’ya, Tevfik Çavdar’dan Hıfzı Veldet’e ve Mustafa Kemal Atatürk’e… Kitapta, her fırsatta, ülkemizde sola, hadi sağ olmayana dair diyelim, ne ve kim varsa elden geçirilir. Rodoplu bunlara düzenin öz uzman aydınları der. Onlar halkına yabancılaşmış, Türk ve İslam değerlerinden uzaklaşmış; her türlü musibetin taşıyıcısı olmuşlardır.

Kitabın adı da buna binaendir. Özünde eşitlikçi ve özgürlükçü olan iki medeniyet terk edilip nasıl olur da Batı’ya, ölü sevici, metacı, yabancılaşmanın kaynağı olan tarafa meyledilir? Öyle ki, 12 Eylül sonrasındaki açlık grevleri, ölüm orucu direnişleri; tam da bu algıyla yapılır Rodoplu’ya göre. Bir devrimci genç, bedenini silaha döndüren kardeşini bundan vazgeçirmedi diye küfürler edilerek kovulur bağımsız aydın hanımefendinin evinden. Devrimciler ölümü kutsayan zavallılardır onun gözünde.

Dönem 1989 seçimleri öncesidir. Rodoplu, konferanslara, imza günlerinde çağrıldığında, Özal’a, yeni liberalizme hiç değinmez, derdi bunlar değildir onun; çünkü halk kendine gelir, özüne dönerse, bunları konuşmaya bile gerek kalmaz. Mini etekle geziliyor da sıkma başla neden devlet dairesine girilmiyor, bu daha önemlidir onun için. Ötesi boş laftır.

Alatlı’nın karakterinin bir aydın olması, handikaptır; zira halkla temas etmesi zordur. Çözümü, halkı temsil ettiğini söyleyen ve 12 Eylül’e ve asker destekli sivil hükümete karşı bir umudu örgütleyen SHP’yi, SHP’lileri romana katarak bulur yazar. Böylece dönemin sol söylemli tek partisi de masaya yatırılır. Partinin yapısı, örgütleri, önemli figürleri tek tek ele alınır; tabii ki zaafları, eksikleri, olumsuz yönleri ile. Rodoplu, çok sevdiği; ama erişemediği halkına, Gümüşhaneli bir SHP’li politikacı üzerinden kavuşur. Şafak Özden’e âşık edilir Günay. Artık onun kadınıdır. Asıl maksadı, Şafak Özden gibi halk çocuklarının artık öne çıkması, yoksul insanları temsil etmesi, solun da artık bu yabancılaşmadan kurtulmasıdır.

Ama tabii ki böyle olmaz, Şafak Özden de diğer solcular gibidir, düzene karşı gibi görünür; ama asıl amacı düzene iltica edip zenginleşmektir. Eşitlik, özgürlük, adalet; solcuların elinde sadece bir araçtır. Özden’e, aylarca çalışarak, İstanbul’un önemli bir belediye başkanlığını kazandıran Rodoplu; hemen ertesi gün terk edilir. Sevgilisi ve ekibi, kooperatiflerden, arsa vurgunculuğundan, uygunsuz çekilen kredilerden önemli miktarda haksız kazanç edinmişlerdir. Bundan sonra da buna devam edeceklerdir. Böyle gelmiş böyle gidecektir.

Özetle; ANAP’ın icraatları, SHP’ye aktarılmıştır Alatlı tarafından. Yazarın çok önemsediği entelektüel namusun, kendisinde ne kadar olduğu aşikârdır.

Günay Rodoplu, önemli bir karakterdir belki; ama roman tekniği açısından gerçekçi değildir. Asıl amaç onun düşüncelerini okura aktarmaktır; ancak bu, neredeyse hep, onun konuşturulması ile yapılır. Rodoplu, sayfalar süren diyalogların hâkim öznesidir, dehşetli bir hafızaya sahiptir, sürekli dipnot verir, bazı kişi ve kitaplardan yaptığı alıntılar, referans dahi değil doğrudan aktarımdır. O her şeyi bilmekte, Tevrat ile belediye tüzüğü, Marks ile Orta Asya şamanları arasında beklenmedik bağlantılar kurabilmekte, etrafındaki herkesi fikir tartışmalarında ezip geçmektedir. Yukarıda da değindik, belki de Alev Alatlı’nın olmak istediği veya olduğunu düşündüğü kişidir.

Yazarın, bugüne kadar niyeyse “biz”den kimselerin umursamadığı, belki eleştirmeye cesaret edemediği, belki de kadın doğru söylüyor, diyerek içsel olarak onayladığı; ancak küfür romanı olmaktan öte bir niteliği bulunmayan Or’da Kimse Var mı? dizisi, yirmi altı yıl evvel, işte böyle başladı.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl