Ana Sayfa Genel Atakanlar ve Afakanlar

Atakanlar ve Afakanlar

Atakanlar ve Afakanlar

Atakan Kayalar, geçtiğimiz günlerde sosyal medyaya düşen videosuyla ülke gündemini adeta işgal etti. On yaşında bir çocuk Platon‘dan, Rousseau‘dan söz ediyor, okuduğu kitapları sıralıyordu. Beş ayda 250 kitap okuduğunu söyleyen Atakan’a ilk tepkiler “dahi, filozof, büyük yetenek, harcanan değer” biçiminde yükseldi. Atakan’ın yine belirgin bir özelliği büyüyüp de küçülmüş tavırlar sergilemesi, yaşının duygu ve davranışları ile örtüşmemesiydi. El örgüsü hırkası, konuşurken elini çenesine götürmesi, kendinden emin ses tonuyla Atakan bir karikatürü andırıyor, bir öykünme halini canlandırıyordu. İster istemez şu soruyu sormaya başladık: Çocuk acaba bir aydın olarak mı doğmuştu?

Şimdi daha yalın soralım. Atakan kimdir? Bana kalırsa Atakan, ülkece soluduğumuz cinnet atmosferinin simgesi ve her daim şaşıracak şeyler arayan toplumun son kurbanıdır. Teşbihte hata olmaz ya Atakan’ın televizyonlara çıkartılmasıyla Palu Ailesi‘nin sapkın hikâyesinin teşhiri özünde aynı amaca hizmet etmektedir: Kitlelerin histerisini kışkırtıp bilinci denetim altına almak.

Hemen her gün intihar haberleri okuyoruz, işsizlik ve geçim sıkıntısı büyüyor, sınır komşumuzla savaşın eşiğindeyiz. Kısacası mutsuzluğun hüküm sürdüğü bir dönemden geçtiğimiz açık. Mevcut koşullarda medya araçları iki önemli boşluğu dolduruyor: Öfkemizi yönlendirmek ve biraz olsun eğlenmek, efkar dağıtmak.

*

Yeniden Atakan’a dönelim. Atakan vakasının ikinci perdesinde işlerin değiştiğine şahit olduk. İlk gün Atakan’a yaklaşım ikiye ayrılmıştı. Bir grup çocuğun bilgi birikimini överken bir diğer grup “çocukluğunu yaşayamadığını” savunuyordu. Böylece anormale saplantılı ilgi duyanlarla normal aşıkları karşı karşıya geldi. Hayran grup açıkça belirtmese dahi eleştirel yaklaşan grupta kıskançlık seziyor ve meyve veren ağacın taşlanacağına işaret ediyordu, böyle gelmiş böyle giderdi, zaten bu ülke bu yüzden batıyordu! Salt eldeki tablo üzerinden “çocuğun anlaşılmadığını” saptamak mümkün. Sosyal medyada aslan kesilmek adettendir! Örneğimizde kullanıcıların bu kez çocuk gelişim uzmanı pozlarına girdiğini gördük. İki taraf da canhıraş bir biçimde Atakan’ı tahlil etme ve kurtarma çabası sarf ediyordu. Ona özel eğitim olanakları sağlamak veya çocukluğunu yaşamasının yollarını açmak safiyane güdülen amaçlar arasındaydı. Ancak asıl talihsizlik her iki tarafın da Atakan’a yapılacak tek iyiliğin “onu anlamaktan vazgeçmek” olduğunu kavrayamaması idi. Atakan’ı sanal bir keşmekeşte yorumlamak onu bir süre sonra ucube ilan etmeye yarardı. Bu ihtimalin yadsınması, yardım çağrıları, televizyon davetleri derken Atakan sevimliliğini yitirdi ve siyasal kutuplaşmanın insafına terk edildi. Bir basın açıklaması esnasında annesinden sözü alırken sergilediği vücut dili saygısızlık belirtisi sayıldı ve tartışma kriterleri bir anda gelenek-görenek, din-iman çerçevesine sığdırıldı. Atakan artık “küçük bir dinsiz” olarak karşımızdaydı. Bu kez ilk tepkilerini veren her iki gruptan da kayda değer bir kesim Atakan’ın “şımarık bir velet” olduğu yargısında birleşti. Çocukluğunu yaşayamadığını savunanların eli güçlendi. Hatta “özel bir eğitim alsın” yönündeki görüşler yerini “önce terbiye alsın”a bıraktı. Sosyal medya ahalisi Atakan’ı başta bağrına basarken ilgisini öfkeye dönüştürmekte gecikmedi ve afakanlar galip geldi.

*

Atakan’ı değilse bile Atakan’ı anlama girişimlerini yorumlamak gerekiyor. Kuşkusuz son yıllarda Greta Thunberg gibi büyüklerin dünyasından rol çalan “çocuk kahramanlar”, “çok bilmişler” sık sık gündeme geliyor. “Büyükler”in kolektif aklı geriledikçe, toplumlar alıklaştıkça henüz kirlenmediğini düşündüğümüz çocuklardan olgun çıkışlar, mantıklı öneriler bekliyoruz. Kurtuluşu belki de çocukların yeterince terbiye edilmemiş, sınırlamamış fikirlerinde arıyoruz. Oysa çocukların, en azından gündeme gelecek kadar iletişim kanalına sahip olan çocukların her gün saatlerce tabletlere, akıllı telefonlara maruz kaldıkları gerçeğini unutuyoruz. Düzen kolektif aklı dizayn ederken büyükleri çocuklaştırıp, çocukları da kendi meşrebince büyütüyor. Ortak noktamız evlere kapanmamız… Günümüzde çocukluğunu yaşayamayan sadece Atakan değil tüketimin pençesine düşmüş büyükler de artık anı biriktiremiyor ve yaşama tercihleri doğrultusunda katılamıyor. Yaşayamamanın bir yan etkisiyse marjinali derhal tespit edip etkisiz kılmak olarak çıkıyor karşımıza. Farklı olana olumlu yahut olumsuz tepki vermek zorunda hissediyoruz. Dolayısıyla Atakan’ın sömürüye açık yaşam pratiği de iştahımızı kabarttı. Onu hemen anlamaya ve kurtarmaya yeltendik.

Süper bilirkişilere iman ve çok bilmiş arayışı

Atakan’a yöneltilen çarpık bakışta bir noktanın altını çizmek istiyorum. Toplumumuz anlamlı bir kültürel gelişimin tabandan bağımsız yaşanabileceği yanılgısına kapılarak işin kolayına kaçıyor, süper bilirkişilerin hakimiyetine özlem duyuyor. Dişleri çekilen, süngüsü düşen bir toplumun kendi bilirkişilerini ataması ve sonsuz güven duygusu araması şaşırtıcı sayılmaz. Atama usülüyle alanlarının muteber kişisi olanlardan az çok haberdarız. Emeklerini, birikimlerini gözardı edemeyiz fakat kaynağını sorgulamadıkları bir şöhretle, kayıtsız taraftar sevgisiyle berkittikleri mevkilerde süper bilirkişilik yapıyorlar. Kimlerden mi bahsediyorum? Aklıma ilk gelenler, yemek kültüründe Vedat Milor, tarihte İlber Ortaylı… Yine son dönemde sosyal medya ağlarını kullanarak daha çok genç kuşaklara seslenen ve etki alanlarını nispeten dar ifade edebileceğimiz Emrah Safa Gürkan, İlker Canikligil vb. Her devrin süper bilirkişisi olan Celal Şengör‘ü de listeye eklemeliyiz. Bu isimlerin ortak özelliği tembel bir topluma istediğini vermeleri. Kendi aralarında ayrışıyorlar şüphesiz. Örneğin Vedat Milor birikimini son derece naif bir üslupla paylaşırken İlker Canikligil aykırı çıkışlardan beslenen kibirli bir söyleyiş tutturuyor. İlber Ortaylı’yı zaten biliyoruz. Tiksinti dolu bakışları “çok cahilsin keşke ölsen” capslerine malzeme olmuş bir tarihçi; çıtayı epey yukarıda ve elitist bir tavırla tutuyor, her fırsatta kendisi kadar gezemeyenleri, yabancı dil bilmeyenleri aşağılıyor. Burada kof bilmenin saf şiddetini görüyoruz. Bilginin işlevini yitirdiği ve aydın kavramının tartışılan anlamları şöyle dursun çağrışımlarından dahi uzaklaştığı bir dönemde bilgi sahibi olmak “terör estirmek” eylemine zemin hazırlıyor. Süper bilirkişiler toplum üzerinde görünmez bir baskı kuruyorlar.

Atakan’a geri dönersek “çok bilmiş kişiye aç” bir toplumun bocalamasını görebiliriz. Doğrusu toplumumuzun davranışları Cem Yılmaz‘ın Gora filmindeki o meşhur sahneyi anımsatıyor. “Bir cisim yaklaşıyor” Atakan vesilesiyle ve uzay gemisinin yerini sosyal medya alıyor.

23 Nisan Haberciliğine teslim olmak

Gelelim üçüncü perdeye. Atakan toplumun başını döndürdü, kitap okumasına, konuşmasına, tavırlarına dair yaklaşım birkaç günde birkaç kez değişti ve nihayetinde Atakan’ın bir “proje” olduğunu vurgulayanlar ortaya çıktı. Atakan’a proje denmesinin ardında iki sebebin yattığını düşünüyorum. İlki; (işin doğası gereği) sosyal medya kullanıcılarının güven duyma eğilimleri karşılığında güvensizlikleri de yükseliyor, bilgiye erişim çabası inanma isteği ile pekiştiğinden inançsızlık baş gösteriyor. Bu tür ortamlarda akın kara, karanın ak olması an meselesi… Aslında sosyal medya deneyimimizin “ya sev ya terk et” kıvamında şekillendiğini söyleyebiliriz. Her görüntüyü, her sesi olanca saflığıyla kabul edip ortamın yanılsamalara dayalı işleyişini hatırladığımızda aksi yöne savruluyoruz ve hakkında görüş bildirdiğimiz bir mesele ne kadar çok dillendiriliyorsa aynı ölçüde kuşkulanmaya başlıyoruz. Atakan meselesinde de bilgiye (daha çok veriye) ulaştıkça ilk tepkilerimizi sorgulayarak pozisyonumuzu değiştirdik.

Atakan’ın proje olarak yaftalanmasındaki bir diğer sebep ise ulusal medyaya transferi… 23 Nisan haberciliğini biliriz. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda yetkili makamlara çocuklar oturtulur; icraatleri, duygu-düşünceleri sorulur. İşte televizyon kanalları da Atakan’ın demeç vermeye hevesli hallerini görünce balıklama atladı ve çocuğu 23 Nisan koltuğuna oturttu. Atakan ülke yönetimi de dahil olmak üzere çeşitli konularda fikirlerini paylaştı. Bilhassa eğitim sisteminin reformdan geçirilmesi gerektiğini vurguladı. On yaşında bir çocuktan bahsediyoruz yahu! Nereden baksanız cinnet, nereden baksanız insafsızlık! Kendi halinde, kitabını okuyan bir çocuktan sorunlara çare bulması isteniyor. Bu çılgınlığın Atakan’da hasar açacağını tahmin etmesine ediyorlardır da reyting tatlı geliyor.

Başka bir tuhaflığa daha değinip yazıyı sonlandıracağım. Büyükleri olarak küçükleri yarıştırdığımızı görüyorum. Herkes kendi favori akıllı bıdığının videosunu paylaşıyor internette. Çocukların getirildiği nokta insanı ürpertiyor. Hani bir dönem “yarış atı” gibi görüldüklerinden şikayet edilirdi ya o günleri mumla arıyoruz! Çocuklar artık uzun bir koşunun yarışçısı bile değil; iki-üç dakikalık videoların, üç-beş bin favlık etkileşimlerin oyuncağı haline gelmiş. Afakanların iktidarı ne acı!

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl