Ana Sayfa Manşet BİR DUAYENİN ARDINDAN: AGÂH ÖZGÜÇ’LE KIRIK DÖKÜK HATIRALAR

BİR DUAYENİN ARDINDAN: AGÂH ÖZGÜÇ’LE KIRIK DÖKÜK HATIRALAR

BİR DUAYENİN ARDINDAN: AGÂH ÖZGÜÇ’LE KIRIK DÖKÜK HATIRALAR

Üzerine ne söylense bir şeylerin eksik kalacağı gerçek bir kültür adamını kaybettik. Sinemayı hayatın içinde öğrenmiş, sayısız anıya tanıklık etmiş ve neredeyse tüm resmî / özel kurumların sessizliğe büründüğü anlarda yedinci sanatın belleği olmayı tek başına başarmış gerçek bir duayendi Agâh Özgüç.

Çöpleri Karıştıran Adam!

Adını her işittiğimde aklımdan çıkmayan bir anekdot gelir aklıma: Ülkenin en köklü sinemasal organizasyonu olan Altın Portakal’da jüri toplantılarının yapıldığı odanın yakınında mola saatini bekler, sonra bir punduna getirir ve sessizce içeri süzülürmüş. Masanın üzerine şöyle göz gezdirir ve sonra doğrudan çöp kutusuna yönelirmiş. Bir sohbetimizde, “orada öyle karalamalar bulup sakladım ki, bir görsen inanamazsın” demişti. Arşivleme merakı onun için gerçek bir aşktı, gözlerimle gördüm, evindeki iki tuvaletten birini ortadan kaldırıp lobi kartlarına yer açacak kadar ileriye götürmüştü bu merakını! Söylediğine göre Türkiye’de film afişlerini toplamaya karar veren hemen ilk kişi kendisi olmuştu. Başlangıçta salon emekçileri şaşkınlıkla ve bir ölçüde de küçümsemeyle karşılamışlardı tutumunu. Sonradan gelişen dostlukların da etkisiyle bizzat kendileri getirmeye başlamışlardı posterleri, lobileri…

Mütevazı Bir Bilge!

Sinemaya ve magazine olan tutkusu bir yana, birçok meslektaşımın da vurgulayacağı gibi, görüp göreceğiniz en mütevazı duruşlardan birine sahipti Özgüç. Taşrada, Modern Zamanlar Sinema Dergisi’ni çıkarmaya başladığımız ilk günlerde beni aradığını öğrendim, heyecanla yanına gittim. Nereden bulduysa dergiyi edinmişti. Kuşağımın kimi anlı şanlı yazarlarının göz ucuyla bakıp geçtiği dergiye hayranlığını uzun uzadıya anlatmış, Antalya’da böyle bir işe girişmenin çılgınlık olduğu kadar önemli de bir şey olduğundan dem vurmuştu. Sonraki yıllarda sayısız kez bir araya geldik, söyleşiler yaptık. Bunlardan birinde, Portakal’da kortej uygulamasının geç saatlere kaydırılmasına şiddetle itiraz ediyor ve festivalin basında yabancı konuklarla anılmasının haksızlık olduğunu söylüyordu. Virgülüne dokunmadan yer verdik. O yıllarda dergi, aynı zamanda Altın Portakal’ın organizatörlüğünü de yapan kurumdan destek alıyordu ve eleştirileri doğal olarak bu çevreyi rahatsız etti. Aldığımız katkı uzun ömürlü olmadı; ama bizler, onun itirazının haklı gerekçelere sahip olduğunu bilmenin ve bunu kamuoyuyla paylaşmanın mutluluğunu göğsümüzde bir madalya gibi taşıdık!

Şiirden ve Güzel Kadınlardan Anlayan Bir Usta!

Kişisel tarihimde önemli yer tutan olaylardan birinde de yine onun imzası vardı. Antalya Müzesi’nin karşısında denize nazır güzel bir mekânda kahvelerimizi yudumlarken SİYAD’ın (Sinema Yazarları Derneği) üyelik başvurusunun ayrıntılarını bilip bilmediğimi sordu. Ertesi gün ilgili maddelerin çıktısını getirdim, birlikte inceledik ve üyelik başvuruma bizzat imzasını koydu. Birkaç ay sonra gelen yazıda, derneğe “oy çokluğuyla” kabul edildiğim vurgulanıyordu. Bunda Agâh Abi’nin imzasının etkisi olduysa, ne mutlu bana!

Son bir yıllık dönemde çok kez bir araya geldik. Ali Can Sekmeç’le birlikte uzun yıllardır bir nehir söyleşi kitabı yapmamız doğrultusundaki ısrarımıza nihayet onay verdi. Kasım ayı ortalarında, çalışmalarını sürdürdüğü Horizon’da bir hafta boyunca buluşup kayıtlar aldık. Sonra da ısrarlarıma dayanamayarak Malatya Film Festivali SİYAD Jürisi’nde Engin Ayça ile birlikte görev almayı kabul etti. Doğrusu kendisine çok iyi bakıyordu, hayat doluydu. Şiirden, güzel kadınlardan, artık hayatta olmayan dostlardan (Rekin Teksoy’dan, Giovanni’den) ne zaman söz açılsa gözleri parlıyordu! Düzenli yaşamaya gayret ediyor, her biri sinemamızda çok büyük bir boşluğu dolduran sayısız esere imza atmasına karşın daha yapılacak işlerinin olduğunu söylüyordu. Yazık ki başından itibaren kendisini çok iyi koruduğu hastalığa yenik düştü.

Nehir Söyleşimiz

Nehir söyleşimiz sırasında, özellikle çocukluk ve ilk gençlik yıllarındaki hatıralarını şaşkınlıkla dinlediğimiz, şu anda açmayı uygun bulmadığım aile hayatı üzerine günlerce konuştuğumuz bir duayeni kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyorum. Cüneyt Arkın’la yumruklu-tabancalı kapışmasından Türkan Şoray’ın mavi külotuna, boşa çıkan Kemal Sunal öngörüsünden Yılmaz Güney’li, Attila İlhan ve Orhan Kemal’li anılara, Metin Erksan’la inişli çıkışlı dostluğundan aşklarına uzanan bu eseri tamamlamanın bir büyük görev olarak önümüzde durduğunun bilinciyle, anısı önünde sevgi ve saygıyla eğiliyorum.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl