Ana Sayfa Kritik İlerlemenin Büyüleyici Işığı

İlerlemenin Büyüleyici Işığı

İlerlemenin Büyüleyici Işığı

 

Kasım 1784’te Berlinischer Monatsschrift dergisi “Soruya Bir Cevap: Aydınlanma Nedir?” başlıklı bir makale yayımladı. Bu makaleyi yazan Immanuel Kant’tı. Onun meşhur cevabı ise şöyleydi: “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama (Unmündigkeit) durumundan kurtulmasıdır.” Bu müzmin soru, günümüzü de kafa yormaya devam eden tarihsel bir başlıca sorudur. İki yüz yıl sonra, Fransız post-modern filozof Michel Foucault, hâlâ Aydınlanma Nedir?’de bunu sorar (1984). Bu makalede Foucault, modernitenin kendisini sürekli olarak şu anda nerede olduğumuzu bilme arzusu içinde bulduğunu iddia eder. Sahiden biz neredeyiz? İnsanlık, acaba gelişmemişlikten kurtuldu mu, yani gerçekten bu yönde ilerledi mi?

Amerikalı yazar J.B. Bury’nin 1920’de yayımlanan The Idea of Progress adlı kitabı, “ilerleme” kavramının oldukça zor bir açıklamasını içermektedir. Yazarın tanımına göre ilerleme kavramı, “medeniyetin istenilen bir yönde hareket ettiği, etmekte olduğu ve edeceği” inancıdır. Peki burada “istenilen” nedir? Romantik filozof Jean-Jacques Rousseau, manzarasına hayran olduğu bir merada yürüyüşe çıktığında, bu kırsal bölgede mutlu, huzurlu bir yaşamın ortasında bir örgü fabrikası keşfetmiş ve dehşete düşerek bundan iğrenmişti. Ancak rakibi Denis Diderot, eğer aynı keşfi yapmış olsaydı, merak ve mutlulukla ilgilenir, hatta belki bir inceleme ziyaretinde de bulunurdu. Rousseau için olmasa da Diderot için, doğanın tam ortasındaki fabrika “istenilen yönde” ilerlemenin bir işaretiydi. Dolayısıyla, öznel algıların ilerlemeyi tanımlamak için kullanılamayacağı oldukça açıktır. Toplumsal hareket her zaman bir yöne doğrudur ve bizler de hiçbir zaman bu belirli yönün iyi olduğu konusunda evrensel bir mutabakata sahip olamayız.

İlerleme kavramının sağlam temeli, insanların kasıtlı eylemler yoluyla varoluş koşullarını değiştirebileceği bir anlayıştır. İnsanın, geleceği üzerinde bir miktar kontrolü vardır. İlerlemenin bir savunucusu, ayrıca bu tür değişikliklerin hayallerini ve arzularını gerçekleştirebileceğine inanmaktadır. “İlerleme” karşıtları eylemin, durumları değiştirme gücünü inkar etmemektedir. Daha ziyade, kitlesel “ilerici” davranışların sadece doğal düzeni yıkıcı bir şekilde bozduğuna ya da insanın doğası gereği umutsuz bir varoluşa bağlılığını teyit ettiğine ikna olmuşlardır.

 

Toplumun uzun vadeli yönüne ilişkin ileri görüşlü bir iyimserliğin izleri, genellikle on yedinci yüzyıla kadar sürülür. Ancak eğer bir düşünür, bu fikrin kurucusu olarak düşünülecekse, bu İngiliz filozof ve siyasetçi Francis Bacon (1561-1626) olmalıdır. Bazen “deneyciliğin atası” ve “tavuğu dondurmaya çalışırken soğuktan ölen adam” olarak da anılan Bacon, insanların yeni bilgi, yeni teknoloji ve yeni işbirliği biçimleriyle kaderlerini iyileştirebileceklerine dair ilk iddiayı ortaya atan kişidir.

 

Uzun bir süre boyunca bu ilerleme anlayışının çok az ilgileneni olmuştur. Ancak on sekizinci yüzyıldaki Aydınlanma ile birlikte bu anlayış popülerlik kazanmıştır. Bununla birlikte, eğitimli insanların sadece belirli bir tabakası da ilerleme algısını paylaşıyordu. Kant’ın teknolojik ilerlemenin zirvesi olarak gördüğü ilk sıcak hava balonlarından biri Paris’in uzağında bir yerde, yere çakıldığında ayın gökten düştüğünü zanneden yabalı köylüler tarafından saldırıya uğradı! Çoğu yerde, ilerleme inancı yönünde yaygın bir değişim on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar (hiç değilse) gerçekleşmemiştir.

 

İyimserlik hiçbir zaman kolay olmamıştır.  Etrafı “keşke” ve “ama” nitelemeleriyle çevrilidir. İlk bakışta, on dokuzuncu yüzyıl İngiliz filozofu Herbert Spencer, teorilerini kozmik ve biyolojik evrim yasalarına dayandırarak pozitif gelişime olan inancında kararlı görünmektedir. İnsanın ve toplumun ilerlemesi, ona geniş kapsamlı evrim yasasının bir sonucu gibi gelmektedir. Ancak savunduğu laissez-faire toplumu, sadece ticaret etkileri ve diğer rekabet kısıtlamaları değil, aynı zamanda yoksulların ve ezilenlerin hayatlarını daha da zorlaştıran önlemler şeklinde beklenmedik zorluklarla karşılaştığında, Spencer The Man Versus the State’i (1884) yazdı ve yetkililerin hayatta kalmak için özgür mücadelenin bir nimet olduğunu kabul etmemesi durumunda ilerlemenin aniden duracağını belirtti. Dolayısıyla insan ırkının gelişimi, özgür doğal seçilim yasalarına bilinçli bir şekilde bağlıydı.

 

İlerleme ve Çöküş

 

Burada, insanlık yönünden daha iyi bir geleceğe dair çekinceler olmadan çok az önseziler vardır. İlerleyici düşünce hiçbir zaman ilerleme için belirli bir süreç ileri sürmek veya oluşturmakla sınırlı değildir; bu, aynı zamanda olumlu gelişmenin devamını sağlayacak eylemleri tanımlar ve sadece belirli, muhtemelen zor bir yol izlenerek önlenebilecek tehlike ve felaketlere karşı uyarıda bulunur. Bu nedenle ilerleme kavramı hiçbir zaman çöküş, yozlaşma ve korkutucu durumların karanlık gölgesinden bağımsız değildir. Bu, kısmen ilerleme kavramının şunu söylemesinden kaynaklanmaktadır: bunu yapın ve bu sayede bir şeyler gelişecektir. Bununla birlikte, aynı zamanda şuna işaret de eder: tavsiyeme uymazsanız, talihsizliğe uğrarsınız.

 

Sadece Arthur Schopenhauer gibi sabit fikirli pesimistler gerçekten ilerleyici eylem olasılığını inkar eder. Schopenhauer’a göre, yaşam arayışı kör iradenin gücüne tutsaktır ve iradeden oluşan tek özgürlük, tüm arzulardan ve dürtülerden oluşan özgürlüktür. Böyle bir huzura ulaşmanın en iyi yolu sanat, özellikle de müzik üzerine düşünmektir.

 

Schopenhauer’in entelektüel haleflerinden biri olan Eduard von Hartmann, iyimserlik ve kötümserliği alışılmadık bir şekilde birleştirmiştir. İnsanlık gerçekten gelişmiş durumda, dedi. Bilgi birikimi artmıştır. Herkes, bir gün varoluşun özüne dair büsbütün bir anlayış kazanacaktır. Sonra, bunun anlamsızlığını fark edecek ve toplu intihar edeceklerdir.

 

Bury’den bu yana ilerleme kavramı hakkında pek çok kitap yazılmıştır, ancak bu kitaplar genellikle geleceğe dair anlayışların olumlu yönlerini olumsuz yönlerinden, vaatlerini tehditlerinden ayırt edememekten muzdariptir. Yozlaşma ve çöküş kavramları üzerine literatür daha sınırlıdır, ancak konuyla ilgili güçlü bir modern monografi olan Arthur Herman’ın The Idea of Decline in Western History (1997) adlı kitabı okunmaya değerdir.

 

Herman, geniş bir malzeme biriktirmiş mükemmel bir anlatıcıdır. Çeşitli çöküş anlayışlarının akıcı bir şekilde aktarılması kitabın en iyi özelliğidir. Öte yandan bana göre, analizler bu anlayışların neyi anlamaya çalıştığını doğru bir şekilde incelemiyor. Diğer yandan, Herman haklı olarak ilerleme ile entelektüel ve ahlaki olgunluk kavramı arasındaki yakın ilişkiyi vurgulamaktadır. İkisi de farklı gibi görünen ancak aslında birbirleriyle ilişkili iki şeylerdir. Ayrıca Herman, genellikle çöküşü öngörenlerin bilakis müreffeh bir devlete giden bir yola işaret ettiklerini gözlemliyor. Herman ayrıca Aydınlanmanın ilerleme doktrini olarak gördüğü şeyi açık bir şekilde bireycilikle ilişkilendirmektedir. Bireyci olmayan her ideolojinin yıkım yaratan bir senaryo ile bağlantılı olduğunu düşünüyor (bu fikri saçma buluyorum).

 

Herman, tarihsel çöküş epiği için uzun bir problem yaratan durumları oluşturuyor. Aristokrat ırkçılığıyla Nazizmin öncüsü olan Joseph Arthur de Gobineau ya da “sosyal Darwinizm” fikriyle toplumdaki “en kötü örneklerin” çoğalmasını önlemek için kararlı adımlar atılmadığı takdirde insanlığın yaklaşan çöküşü konusunda uyarıda bulunan Darwin’in kuzeni Francis Galton gibi bazıları bu konuda iyi bir örnektir.

 

İyimserlik ve Karamsarlık

 

Diğer yazarlar daha umut verici açıklamalarda bulunuyor. Henry Adams (1838-1918) da bunların arasındadır. Kendisi en çok otobiyografisiyle tanınan bir tarihçi ve yazar ve iki ABD başkanı yetiştiren New England’lı bir ailenin başarılı bir üyesi. Adams’ın ilerleme anlayışı hiç şüphesiz akıl hocası olarak gördüğü kişiler tarafından şekillendirilmiştir, bunlardan iki büyük isim: pozitivizmin babası Auguste Comte ve Karl Marx’tır. Ancak Adams, her iki teoriden de pesimisttik sonuçlar çıkarmıştır. Comte’un yazılarından zamanın bölünmesini kavramış, Marx ise ona sanayi toplumunun aşılmaz bir adaletsizlik içerdiğini öğretmiştir. Adams, çağdaş Amerika Birleşik Devletleri’ni göçmenlerin kitlesel sığınması ve rahatsız edici modernleşme nedeniyle çürüyen bir toplum olarak görüyordu. Aynı anlayışı paylaşan yakın çevresi, Anayasa’nın anlayışının canlı ve iyi olduğu, gerçekte ise ABD’nin ahlaki çöküşe neden olan materyalizmi benimsediği gösterişsiz bir varoluş hayal ediyordu.

 

Bir başka Amerikalı, William Edward Burghardt Du Bois (1868-1963), Adams kadar iyi bir geçmişten gelmiyordu. Yine de Du Bois’in başardığı şey, siyahi bir adam olarak Harvard’da okuyabilmesi açısından dikkate değerdi. Yazdığı sürece, kendini siyahi Amerikalıların ve Afrikalıların geleceğine adadı. Aykırı (sosyal) Darwinizm’in kötü huylarından biri de koyu tenli ırkların nihai ölümünü öngörmekti. Du Bois bunu tersine çevirerek, gerilemeye mahkum olanların aslında beyazlar olduğunu belirtti. Sanayileşme, sosyal bağları ve kültürü çözerken, bu tür bir çözülmenin işaretlerini de beraberinde getiriyordu. Ancak siyahlar için hala bir umut vardı.

 

Adams ve Du Bois’in çöküş hakkındaki tartışmalarının her ikisi de sınırlıdır. Her ikisi de sanayileşmeyi bir çöküş belirtisi olarak görmekte ve kurtuluşu, kalkınmanın farklı, sanayi dışı yollardan gerçekleştiği bir toplumda aramaktadır. Ancak her ikisi de eylem odaklıdır: yaklaşan yıkımları önlemek için yapılması gerekenlerden bahsederler.

Hem ilerleme hem de yozlaşma teorilerinin doğru olması için iki tarafın birleştirilmesi gerekir. İnsanın Aydınlanma öyküsü, aydınlığa karşı karanlığın basit bir kahramanlık masalı değil, aynı zamanda bir güç ve kontrol, batıl inanç ve kazanma arzusu öyküsüdür. Bu, bilgiyi iyi niyetle yayan ve eylemi güçlendiren tek bir düşüncenin değil, bilimsel ve teknolojik ilerlemenin ahlaki ve siyasi gerilemeyle kolayca birleştirilebildiği birçok farklı engelin ortaya çıkışının öyküsüdür.

 

Modern çağ, Max Weber’in Entzauberung terimini tercüme edecek olursak, sıklıkla bir “Büyü Bozumu” dönemi olarak tanımlanmaktadır. Bir zamanlar kutsal olan her şey, artan verimlilik ve bilimsel rasyonalite uğruna feda ediliyor. Ancak bizler, modernitenin büyüsünü de görmeliyiz. İlerlemeyi olumlayan ve yeni teknoloji ve sosyal örgütlenme biçimlerine hayranlık duyan günümüz bile Büyülenme’yi göstermektedir. Nerede olduğumuzu ancak Aydınlanma’ya bu ikili bakış açısıyla bakabildiğimizde net bir şekilde görmeye başlayabiliriz.

 

*Helena Moradi, Cornell Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde doktora sonrası araştırmacı olarak çalışmaktadır.

[1] Philosophy Now dergisi Haziran-Temmuz 2022

 

Çeviri: Beyza Şen

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl