6 Şubat 2023’te  yer yüzü   bizi sarsarak  uyandırdığında, nasıl bir felaket ile karşı karşıya olduğumuzu  tam olarak anlayamamıştık.  Ama sonrasında,     kendi  “adamızda”    bile mateme çekilme lüksümüz yoktu  artık!  Toprak ana “Matemin izi kalsın yüzünde!”  demişti.   Üç, yedi, kırk gün değil,  ömür boyu…  Enkaz altındaki canlarımızı   hiç tanımadığımız  insanlar  çıkardılar.   Bölgemizde  can pazarı yaşanırken,    sadece “kendini kurtar!” vaazları veren “yeni çağ” akımlarının   çoğunun da  sınıfta kaldığına tanık olduk.  Çünkü son yıllarda   sıradan bir vatandaşın gücünü hayli aşan  bütçelerle,   yanlarına medyayı da  alarak,  her köşe başından çıkıp,   o kadar çok kafa karıştırdılar ki  bu tür  manipülasyonlarla! “Yeni çağ” akımlarının çoğu  yenilik getirmedi ne yazık ki!   Her alanda olduğu gibi, istisnalar da vardı tabii ki aralarına karışan.  Hatta insanlar ruhsal ve fiziksel olarak hastalandıklarında doktor yerine “şifacılara”  başvurur hale geldi.  Günün sonunda,   “sadece kendini düşün!”   diyerek onların  izinden giden ve bu  retoriği benimseyerek  binaları yapan kişiler de  kendini kurtardı;  imza yetkisi olan memur da!  Silsile halinde…  Bunu hep yaptılar!  İzin verirsek,  hiç kuşkunuz  olmasın  yine yapacaklardır. Bilimi zaten rafa kaldırdığımız için, tüm toplumda  bu gibi  mistifikasyon  yapan  kişiler  hızla ağ kurup örgütlendi.   Hiç kimsenin de aklına kapısının önünü süpürmek,  içlerindeki çürük yumurtaları ayıklamak gelmedi, gelmiyor.

 

Bunları niye anlatıyorum: Arka  planda olup bitenler,   bütünü   doğrudan  etkiliyor çünkü.  Bundan sonraki süreçte,   travmaların  azaltılması ve normale dönme  ile ilgili   en büyük kaygılardan  biri  de   sahada  yeterli  sayıda  donanımlı  insanın   olmaması gerçeği.  İşin ehli olmayan   terapistlerin, falcıların, enerjicilerin,  bilumum “yeni çağ” akımlarının  vb.   her köşe başında   şifacı  rolünde ortaya çıkıp   acılarımızı sömürmesi.     Deprem felaketini yaşamış insanımızın,   karşılarında muhatap bulamayınca,   tetikte bekleyen  fırsatçılara,  sözde  terapistlere yönlendirilme ihtimalini  gözden kaçırmamak gerek.   Meslek veya  sivil toplum örgütlerinin  de  yetersiz  olması  sonucunda,   şifacı olmayan, terapi yapmayan kişi  kalmayacak gibi…   Bize,   bazıları  şöyle diyor: “İyi düşünelim ve elele tutuşup dünyanın etrafında bir çember olalım ve negatif enerjileri ve doğal felaketleri bertaraf edelim!”  Bu kadar çok sayıda “mürit” var madem, “depremle”, olmadan önce konuşamaz mıydık?  Niye önleyemiyoruz? Üstelik felaketler yaşanır yaşanmaz, anında ortaya çıkıyorlar ve   felaketzedeleri suçlu ilan ediyorlar! Biz, suçlu “günahkarlar” travma üstüne travma yaşıyoruz!   Ve onların direktiflerine karşı gelirsek,   daha kötülerinin beklediğine dair  uyarıları da ihmal etmiyorlar. “Aile dizimlerine” falan kapı aralamak için.  Sorgusuz sualsiz biat etmemiz için. Yakından tanık olduğumuz hırsızlık, gasp, dolandırıcılık vakalarının artışından anlıyoruz ki  felaketi fırsata çevirmek isteyen çok “insan” var.  Anında paraya dönüştürülebilecek  her şeyi,   Amerika ve Avrupa’da ortaya çıkar çıkmaz   sorgulamadan alma refleksimiz,    nedense  bu tür felaketlere hazırlık ve organizasyonda;  bilimde, insan haklarında, demokraside  aynı  hızla gerçekleşmiyor.

 

Büyük felakette,   gönüllü ve son derece özverili bir şekilde  atölyelerini açıp çocuk, genç,  yetişkin gruplarla  iyi niyetle  ücretsiz  çalışan; onları  kağıt,  tuval, boya, çamurla tanıştıran,  samimi   sanatçı arkadaşlarımız var.  Onları  hariç  tutarak  söylersem;  ne yazık ki  sanat alanında  da   depremi fırsata çevirmek  isteyen, son derece etik dışı  tavırlar sergileyerek  kötüye kullanan  birtakım  insanlar var.   Yeni çağ akımları vd. onların da kafasını karıştırmış görünüyor!

 

Aslında yıllardır bizim alanın   tabir-i caizse çivisi çıkmış durumda!   Sanatı bitirdik, terapi de yapar hale geldik ciddi ciddi!  İnsanlar da inanıyor!  Bir şey  Batı’da ortaya çıkınca doğrudur!   O halde “meşguliyetle tedaviyi”   de allayıp pullayıp,  altın tepside  sunabiliriz! Nasıl olsa kimse anlamıyor!  Bir de kürsü kurduk mu üniversitelerde,     tamamdır bu iş!  Otu, çöpü, sülük’ü; büyülü iksirleri  bile,  bilimsel yöntemlerle yan yana getiriyor, aynı kulvarda yüzdürüyoruz zaten.     Lisansüstünü   de açtık mı, dokunulmazlığımız garantidir   artık!   Efendim bunlar  “ortodoks  tıbbın dayattığı bir uzmanlar uğraşısı” imiş. Bilimin izinden gidenler böyle yaftalanıyor işte!  “Ruh sağlığı alanının klasik yöntemleri  yetersiz kalıyor! Klinikten çıkartalım!  Özgürleştirelim  hastaneden!     Kurumların tümünden  de azad edelim!”  Peki niye  alternatif ve özgürleşmiş olarak okula, üniversiteye ihtiyaç duyuyor, oralara  sokuyorsun?  İşine geldiği zaman Freud’u   tanrı ilan edip, işine gelmediği zaman da şeytanlaştıracaksın!   Hem  her türlü iktidara ve otoriteye  karşıyım diyeceksin,  hem de      bütün bir tıp bilimini  tekeline almaya çalışacaksın!   Hem   mahalle arasında  terapi,    hem de merdiven  altında  neredeyse  “ameliyat”  bile yapacaksın!   Listeyi uzatabiliriz…   Gel de uğraş!  Dikkatini topla ve olan bitenin farkına var!  Mümkün mü  bu?   Konuş, yaz…   Bitecek gibi değil!    Sonra da  “demokratız”  diyoruz!   Bu  “muktedirler” hep   eleştirecekler!  Ama  sıra kendilerine gelince   feryat edecekler!

 

Sanat dünyasının  ülkemizde  büyük  yıkımlarda  gösterdiği davranış şekli  ise  ciltler dolusu kitap yazdırabilir.  Bu camiada olup, kıyısından köşesinden bu işlere bulaşmış olan herkes    aslında ne yapılacağı konusunda hemfikirdir. Lakin  tam olarak pratiğe yansıttıkları söylenemez. Mesela,  satılan işlerin gelirinin önümüzdeki dönemde   tamamını bağışlayan, bağışlayacak kaç kişi, galeri, fuar, müzayede vd.   çıkar?  Hayat devam ediyormuş!   Döngüye, çevrime uymalıymışız!  “Yeni çağ”  akımlarının şiarı yani.   “Sanatçı”  vd.  söylüyor bunu!  Yazıyor, çiziyor…   Kimlerin nasıl davrandığı  da apaçık ortada.        Yine bir  Art Ankara Sanat Fuarı’nı  geride bıraktık.   Başkentin göbeğinde. Bu fuar yönetimi böylesi bir zamanda  ne  yaptı?  Göstermelik bir yüzdeyi mi depremzede vatandaşlarımız için paylaştı?    Elde edilen gelirin  tamamını mı?  Bilmeyenler için de söylemekte fayda var:  Bu tür fuarlara,   genellikle  günlük  geçim  sıkıntısı  çekmeyen   kişiler  katılabiliyor.

 

Birileri  de   yine,  “depremde zarar görmüş insanlarımız için” sergi yaptığını ve satışının bir kısmını da cümle aleme tantanalı bir şekilde ilan edip,   sosyal medyalarında da gürültülü bir şekilde paylaşacak mı?  Madem ki kültür-sanat faaliyetleri böylesi bir  felakette de hız kesmeden devam ediyor, edecek gibi de görünüyor (bastıran  lobi her durumda “sanat” yapacak çünkü);   gönül ister ki tüm aktörler,   elde edeceği gelirin tümünü  bağışlasın!  Bekleyip göreceğiz!

 

Fazla uzatmaya gerek yok! Eğer kültür-sanat erbabı  aklı selim insanlar,   gerçekleri dile  getirmede  atak davranmazsak, bütün bunların altında hepimiz kalabiliriz!  Bize zor   zamanda   ihtiyacı olan  insanlarımıza da   organize olup yardım edemeyebiliriz.  Şeffaf karar alma mekanizmalarını  devreye sokmak gerekmekte.  Bu topraklar için ve yer yüzü için…  Kültürel, sanatsal,  siyasal ve toplumsal  bir atılım  için… Doğa Ana, acil olarak  kendisiyle  yeni bir sözleşme  imzalamamızı  şart koşuyor!   Elimizi çabuk tutalım!   Hayat  hızla geçiyor!

 

Kandilli /  Mart 2023

 

Resim: Jale iris Gökçe

TEILEN
Önceki İçerikAndre Breton Hakkında Az Bilinen 7 Gerçek
Sonraki İçerikÇETİN BALANUYE İLE YENİ BİR ONTOLOJİ VE ETİK-POLİTİK MESELELER ÜZERİNE SÖYLEŞİ
Kendini Angel Rainbow (Gökkuşağı Meleği) yani ‘kendilik araştırmacısı’ olarak tanımlar. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Tarih, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi’nde Resim okudu. Yüksek Lisansını Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yaptı. Sanatta doktorasını Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü’nde ‘Kendilik Öyküsü Olarak Resim: Gökkuşağı Meleği’nin Anatomisi’ adlı tez çalışmasıyla tamamladı. Yurt içi ve yurt dışı birçok karma sergide yapıtlarıyla yer aldı. ’İris : Sergilerin Bugünü Uzaktır’ (Ankara 2013), ‘Angel Rainbow’ (Selanik 2017), ‘Kaos’ (İstanbul 2019) ve ‘Pandemi! Sorun Acaba Self de mi?’ (İstanbul 2020), Angel Rainbow&Self (İstanbul 2021), ‘Fragmented Self’ ( İstanbul 2022), ‘HEP Self’ (İstanbul 2022) son yıllardaki kişisel sergileridir. Sanat ve sanat yapıtı konusundaki görüşlerini, ‘Kendilik Nesnesi Olarak Sanat Yapıtı’ adlı makalede somutlaştırdı. Ona göre sanat; gerçekliği sadece yansıtmakla yetinmez, yansıtmayı aşar ve gerçekliği dönüştürür. Tek bir akım ve tanıma indirgenemeyecek, geniş perspektifli bir anlayışı sanatçı sorumluluğunu ön planda tutarak, hayata geçirme çabası içinde olduğu söylenebilir. Gerçeklikle kurmuş olduğu bu ilişkide, kendisinden hareketle topluma, dünyaya ve evrene yönelik bir çaba… Sanatsal çalışmalarını İstanbul ve Ankara’daki atölyesinde sürdürmektedir.