Aziz Augustinus’un devleti tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak görmesi/ göstermek istemesi hangi düşünce katmanlarından oluşmuştur ve Augustinus, klasik metafor bilgisinden bakıldığında devleti tanrının hangi özelliğiyle yan yana getirmek istemiştir? Devlet, temsil için tanrının hangi özelliklerine sahiptir? Çok şey söylemeye, yorumlamaya açık bir konumdur bu, metaforun doğası gereği ama nihayetinde bu nominal metafor bizi şuraya getirir: Devlet, tanrıdır. Hegel’in “ Devleti hem dünya hem de tanrı ile ilgili bir şey olarak saymayı bilmeliyiz.” cümlesindeki saymak sözcüğü, dildeki anlam/anlamak/kavramlaştırma için başlangıç anahtarı kabul edilebilir.

Metafor, Hegel’in sözüne denk düşer biçimde her dile özgü kabullerle yürüyen ve o dili konuşanların da denklemde yer alan kavramların çağrışım alanlarını ve bunların kesişim kümesini bildiği varsayımı üzerinden kurulan bir saymacadır. Bu nedenle de hemen her seferinde yanlış anlamalara açık bir algı üretir. Hayatımın sonbaharı sözünde sonbahara yüklenmiş kimi yargıları benim de kabulüm istenir. Mevsimleri ve özelliklerini biliyorum diyelim, buradan benim yaşlandığım hatta ölüme yaklaştığım bilgisine nasıl ulaşılır?

İnsan dünya ile en güçlü bağı dil üzerinden kurar. Bağ kurma, kendisini ve dünyayı tanımlama istenci, söz ile açığa çıkarken o dilin biriktirdiği dil yetisinden beslenir. Metafor, bir dildeki bütün bu birikimler, söylem, söylemin katmanlarını hem kuran hem de hazır katmanlarla kurulan saymaca sistemdir diyebiliriz. Platon’un mimesis kavramı içinde ele alıp zararlı olarak görmesine karşılık Aristotales’in Poetika kitabının bir bölümünü ayırıp sınıflamalar yapması ve şiirin metaforlarla ilerlediğini düşünmesi, dil/anlam/anlatım kavramları için milattır. Aristotales metafora duyguları aktarabilmek için olumlu bakarken gündelik dilde aşırı kullanılmasının dili şiirselleştireceği, bunun da anlaşılma sorunları yaratacağı kaygısındadır. Buradan anlaşılacağı üzere metafor-dil ilişkisi organik bir çerçevede görülmez, bir söz bir başka söz yerine uygun biçimde kullanılırsa anlatım güçlenecektir ama kullanılmaması da mümkündür.

Metafora biçilen araçsallık ya da bir tür süs varlığı nitelemesi, 20. yüzyılda yapılan, özellikle Ferdinand de Saussure’ün önemli ölçüde şekillendirdiği gösterge kavramı ve ardından da Louis Hjelmslev’in gösterge kavramındaki göstereni ve gösterileni biçim-töz üzerinden sınıflaması sonrasında sözcük/söz/dil ayrımlarının genişlemesiyle önemli ölçüde değişmişti. Sonrasında Jakobson’un metafor- mitonomi kavramlarını yine dilbilim çerçevesinde ele aldığı benzerlik-bitişkenlik ayrımı, Paul Ricceur ve Jacques Derrida’nın felsefe bağlaşıklı metafor çalışmaları, metaforun salt edebiyatın ya da sanatın değil dilin var olduğu her alan/disiplin için kavramlaştırma rolünün olduğunu söylüyordu. LakoffJohnson’un ortak çalışması Metaphors We Live By’ın yayımlanmasıyla günümüz metafor kavramıyla ilgili köklü bakış açısı değişiklikleri görüldü.1 Lakoff ve Johnson’ın “Öne sürdüğümüz en önemli iddia, metaforun sadece bir dil sorunu, yani yalnızca kelime sorunu olmadığıdır. Biz tam tersine, insanın düşünme sürecinin büyük ölçüde metaforik olduğunu ileri süreceğiz (…) Metaforlar bir kişinin kavram sisteminde bulunduğu için mümkündür.” sözleri, metaforun salt bir söz oyunu ya da okur-yazar insanın söz bilinciyle ilgili olmadığını, okuma yazma bilmeyen yaşlı bir kadının kendisine bakan tek çocuğu için söylediği “evimi direği” sözünün nedenini de açıklar. Kabaca söylersek söylenen ile kastedilen ilişkisi insan zihnindeki şemalaştırma aracılığıyla olur ve bu, insanın doğal düşünme sistematiği içinde işler, yaşlı kadın ne kastettiğini; dinleyen de ne kastedildiğini bilir. Kavramsal metafor teorisi olarak adlandırılan bu çalışma, 1980 sonrası yapılan bütün metafor araştırmalarına önemli ipuçları vermiş oldu.

Lakoff ve Johnson’ın açtığı ufku bir adım daha ileriye götürebilir miyiz ya da nasıl, hangi yönsemeler üstünden bir yeni çentik açılabilir metafor bahsinde; açılmış mıdır?

Ted Cohen, metaforu günümüze kadar yapılan dilbilimsel çalışmaların ve terminolojinin dışına çıkararak dil felsefesi, mantık ve edebiyat üzerinden düşünüyor. Düşünürken bir yandan kabul görmüş metafor algısını tartışmaya, yerleşmiş bilgileri yerinden sökmeye girişiyor, diğer yandan bugüne kadar pek rastlamadığımız bir kavram ikilisini yan yana getiriyor: metafor ile empati. Başkası Üzerine Düşünmek2, onunla empati yapmak bir metafor mudur ya da bir metafor aslında empati yeteneği mi gerektirir? Metafor soyut olanın somut olanla karşılaştırılmasıysa, ortak bir özellik üzerinden zayıf ögenin güçlü ögeyle özdeşleştirilmesi çabasıysa- ki Cohen özdeşleşme, eşitleme gibi çıkarımların yanlış olduğunu söylüyor- neden empati kurduğumuz her şey metaforun kavram alanı içinde görülmesin? Aziz Augustinus tanrı ile empati yaparak devleti tanrı olarak göstermiştir, yine Anadolulu yaşlı kadın, köy evlerinde ortada duran ve damı ayakta tutan direkle bir empati kurduğu için çocuğuna “direk” demiştir.

Cohen’in çalışmasının omurgası ilki ikincisine hizmet eden iki düşünce üzerine kurulu: İlki, bir metaforun varoluşunun sorun olduğunun kabulü. Metaforu oluşturan iki ögenin, bir sanıya bağlı kesişim küme’si içinde yan yana getirilme gerekçesinin hiçbir tutarlığı yoktur. “A, B’dir.” düşüncesi de ifadesi de yanlıştır çünkü “metaforik bir ifadenin kendine muadil bir gerçek(literal)ifadesi” yoktur. Cohen bu tutarsızlığı örneklemek için metafor ile smile(benzetme) karşılaştırması yapar ve metaforun ögelerinin yan yana getirilmesini kabul etmenin zorlayıcılığını göstermek adına benzetme cümlesini literal anlamıyla okur:

Aristotales, Platon gibidir’ ifadesi doğrudur; ikisi de Yunan, ikisi de Atinalı, ikisi de filozof, ikisi de uzun süre önce öldü vb. Fakat ‘Aristotales, Platon’dur’ ifadesi yanlıştır. ‘A, B’dir’ ifadesi bir metafor olunca, bu açık eşdeğersizliğin ortadan kalktığını düşünmemizi gerektirecek bir neden de yoktur; tabi şayet mesele “A, B’dir” metaforunu bir şekilde, belki genel kabul gereği, “A, B gibidir’ benzetmesinin alternatif formülleştirmesi şeklinde anlamamız değilse…”

Benzetme yan yana getirilen iki adın üst üste örtüşmediğini açıkça söyler ama metafor bu mesafeyi kapatmak; dahası aynılaştırmak duygusu yaratmaya yöneliktir, bu nedenle Cohen, benzetmeyi literal okuyarak metaforda bu literalliğin olamamasını, metafor ile benzetmeyi ayırmak için dayanak yapar. Aslında bu ayrımı tam da asıl metni kurmanın yolu için hazırlar Cohen: Benzetme ile metaforu bir arada tartışma gerekçesi, her şeye karşın ikisinde de Lakoof ve Johnson’ın da belirttikleri üzere bir araya getirilmeye uygun ortak en az bir özellik taşıyan iki adın olmasıdır. Benzetmedeki gerçeklikleri geçip ortak özelliklere geldiğimizde metaforik özellikler de ortaya çıkacaktır:

Ahmet, kurt gibidir.

Bu cümleye göre Ahmet de Kurt da bir varlık, canlıdır. İkisi de acıkır, susar, uyur, yürür vb. Ama Ahmet ile kurdu bir araya getiren özellikler bunlar değildir. Kurdun doğasında var olduğu düşünülen kimi melekelerin Ahmet’te de olduğunu düşündüğümüzde bu ortaklık kurulabilir. Ancak bu kadarı yetmez çünkü o ortak özellik olgusu bulanıktır, asla tam olarak bilemeyiz:

Kurt, yırtıcıdır.

Kurt, güçlüdür.

Kurt, mücadelecidir.

Kurt, planlı, programlıdır.

Ahmet’te bu özelliklerin hangisi/hangileri vardır, burası yukarıda söz ettiğim hayatımın sonbaharı metaforundaki gibi belirsizlik taşımaktadır. Cohen’in metaforda şaşırtıcı ve yanlış ifade dediği nokta burasıdır ve burası da metafor kavramını dil-felsefe ve psikolojiyle iç içe geçiren verimli bir alanın giriş kapısıdır:

A, B’dir” metaforunun insanı A’yı B olarak düşünmeye çağırdığı ve bunun A hakkında yeni düşüncelere yol açtığı açık gibi duruyor. Bunun nasıl olduğuysa harikulade bir gizemdir ve bunu yapma kabiliyeti, A’yı B olarak ‘görme’ kabiliyeti benim metafor yeteneği adını verdiğim, vazgeçilmez bir insan kabiliyetidir.”

Sanırım şimdi daha iyi anlaşılıyor: Cohen’in başta yanlış, şaşırtıcı dediği metaforik ifade aslında metaforun oluşum sürecinin nasıl şaşırtıcı ve insana dair hayranlık uyandırıcı bir süreç olduğu hissini okurun içselleştirmesini istemesiyle ilgilidir. Mucizenin var oluş süreci sondan başa doğru izlendiğinde görülen akıldışılığa ortak ediliyor okur. Cohen’in, bilimsel bir konuyu kurmaca bir metnin yapısökümü gibi anlatmasının mantığını, ilkini basamak yaptığı ikinci düşüncesiyle karşılaştığımızda daha iyi anlıyoruz ki metafor bağlamında bizi asıl ilgilendiren burası.

Metafor yeteneği dediğimiz şey, bir ad ya da nesnedeki bir özelliğin diğeri için de geçerli kılınmasının potansiyelinin her olay, durum, konum için sınırsızlaştırılabilmesidir bir anlamda. Öyleyse acılı bir insanı, bir hikâyede korku içindeki çocuğu anlayabilmek metaforiktir. Bir sinema oyuncusunun kendisine verilen rol kişisiyle özdeşleşme çabası ve hatta kendimizi başka bir varlık olarak hayal etmemiz de öyle.

 

1George lakoff-Mark Johnson, Metaforlar/ Hayat, Anlam ve Dil, Çev. Gökhan Yavuz Demir, 2. Baskı 2015, İthaki Yay. İstanbul

2 Ted Cohen, Başkası Üzerine Düşünmek, Çev. Umur İda, Notabene Yay. İstanbul, 2020