Ana Sayfa Kritik Queer ve Feminist Pratiğin Performatif Şiire Etkileri Üzerine-2

Queer ve Feminist Pratiğin Performatif Şiire Etkileri Üzerine-2

Queer ve Feminist Pratiğin Performatif Şiire Etkileri Üzerine-2

Performans sanatının ana ögesi beden temsiliyetidir. Elbette şiir daha yazı yokken bile sözle, sesle ve bedenle zaten performatif bir formda ilişkilenir. Şiir yazının kadrajına sığmayacak genişlikte, zamanlılıkta yapısıyla diğer edebiyat alanlarından ayrılır. Burada irdeleyeceğim şey zaten bilinen şeyleri tekrar etmek değil; şiirin rep, hip hop, dengbej, âşık atışmaları, tiyatral formlarda okunarak bir gösteriye dönüşmesinin bunun çağdaş formları diyebileceğimiz Poetry Slam gibi hareketler, şiir etkinlikleri, yüz yüze okumaların hepsinin performatif yönlerinin ötesinde feminist ve queer pratiğin yazınsal şekilde şiirde meydana getirdiği değişimler ve olanaklar ya da deneysellikler üzerinedir. Yani dilin harf ve sözcüklerin performatifliği üzerine irdelemeler yapmak. Harfi bedene dönüştürmek. Ebette bunu yaparken feminist ve queer mücadelenin kendiliğinden politik hale getirilen beden ve bunun üzerinde yürütülen politikalara karşı duruşun hayatın her alanında aktive olabilmesi için şiir gibi antik yunandan tutun tek tanrılı dinler ve birçok sistemin mimlediği bir alanın bu noktada değişime katkıları olması beklenir. Şiirin öncüllüğü üzerine ve yazının performatifliği üzerine düşünmek. Performans sanatı zaman zaman yorumsal ilişkileri erotize ederek dikkat çekmekte ve göstergeleri mutasyona uğratarak bu durumu parodikleştirmekte ve çağdaş bir biçime dönüştürmektedir. Kadın ve queer söz konusu olunca işin magazinelleşmesi, kültürel takıntılar, fanteziler, queer bedenleri bedende bir çeşir kusur dislokasyon  olarak görmek, bedenlerin maddi değer biçiminde nesneleştirilebilir olması işi içinden çıkılmaz hale dönüştürür. Bu bedenleri zorunlu bir yalnızlığa çeken bütün bir insanlık tarihi, iktidar biçimleri kendini umursamayan bir dünyaya kendini fark ettirmek istemek, kendini, sesini, görmezden gelinmenin, yalnız bırakılmanın acısı haykırmak. Kaslarımızın bile hafızası varken bu görmezden gelinmenin kusurlu görülmenin bedenlerimizde bıraktığı hafızayı göz önünde bulundurmak gerekir. “Tanrıyı terk edenler , ahlaklılık inancına daha sıkı sarılırlar.” diyor Nietzsche. Mutsuz insanların acımasız ahlakçılığı, her yeri ve alanı recm meydanına dönüştürür. Sanatı da. Sosyal medyayı da. Her yere sızmanın bir yolunu bulurlar. Onlar her şeyi bakışlarıyla taşlarlar.

 

“Post politik toplum kendi ürettiği şiddeti görünmez kılar” diyor Zizek. Kafeinsiz, çekirdeksiz, yemeksiz, çiğnemeksiz doymak. Savaşmadan savaşmak hatta sevişmeden sevişmek, bedensiz sevişmek noktasına gelmişken biz aslında tek tek ayrıştığında her şeyin ciddi bir şiddet ögesi olduğu bu durumları görmez oluyoruz. Çünkü doymadığın her şey açım diye hiç durmadan fısıldar. Seni, aklını ve kontrolünü ele geçirinceye kadar. Bâtından zahire, makinelere, hologramlara kadar yeni kahramanlarımız hazır. Savaş barış kılığında, kıtlık insani yardım kılığında, ölüm biyopolitiktir artık. “Biz ve onlar arasında, yaşamayı hakedenler ve ölmesi gerekenler biyopolitik olan parçalara ayrılır” diyor Foucault… Bir şey kılığına girmiş hiç kimseyi, sayılamayanların sayılması, görüntü çokluğu içinde körlük,aşırı uyarılmadan uyuşma halindeyken, şiddet, para ve sistem tanrının yerini alarak; görünmeme karizmasını, korkulan, varılamayan ve efsaneleşen, her yerde, her şeye vakıf olmanın  tadını çıkarıyor. Anti nihilizm değerlerin ve inancın kaynağı olan doğaya dünya ya geri dönmeyi teklif ediyor.

Şiirde de çok satanlar yani sayısal imaj , durmadan ödül alan şairler, takipçi sayısı binleri yüzbinleri bulan ama okuyucusu yüzü bulmayan, tıpkı sistemin görünmezliği gibi şiirin de şairin de görünmezliği söz konusu. Kendisi yok imajı devam eden şairler. Şairin artık şiir yazmaktan çok önce kendini pazarlayabilme yeteneğine göre şiirini okutuyor. Bizim bahsedeceğimiz sınırların dışına taşmadan yeni bir iş sektörü haline dönüşen sanat- kültür- kadın-queer aktivistlikleri adı altında  sanattan, ötekiliğin mağduriyet alanlarından yeni fırsatlar yaratarak yeni mağduriyet ve iktidar alanları  oluşturanların da farkında olmak lazım. Yakınmanın dolambaçlı sistematiği, insanın tatminsizliğe sadakati, gerçek ile hep flört etmede olan ve üretimlerini bir tür imge fanatikliğine, imge satrancına dönüştüren şairler. Şiir hafıza aktarım tekniğidir oysa söylemsel olarak kapsanamayan şeylere dokunur.

 

Şiirinde birkaç cesur dize kullanıp sonra şiirin genelinde bu dizeleri normalleştirmeye çalışanların kendini kolaycı ve konformist zeminde kalmak için yazabileceklerini yarıya indiriyor neredeyse. Ve çok okuru elinde tutma hem muhalif hem değil tavırlarının yazıya dayatmışlıkları var. Burda bu sorunlara bir destekçi bulma, mağduriyet dilinden kültür kılıfıyla konumlanan değil gerçekten şiirini yazıyı harf ve sözcüklerini birer performans sanatçısına dönüştürmeye çabalayanlar yaşamdaki mücadeleye bir halka eklemenin kapılarını aralayacaktır. Şiir sesle vardır ritimle onu sadece kağıdın zeminine hapsetmek kitaba kapatmak dilbilgisi, hangi dilde yazıldığı noktasında ele almak şiirin yapısına aykırıdır. Şimdi şiiri performatifleştirmekten, harflerin ve yazının bedenlerini birer performans nesnesine dönüştürmek derken bahsedilebilecek en sağlam şair; inandığının, neyi savunduğunun nasıl bir dünya tasavvur ettiğinin bilince olan K.İskender’dir. Şiiri bir bedeni sergiler gibi, bir performans ortaya koyar gibi işleyebilmiştir. Sözü yazma biçimi performatiftir K.İskender’in. Gerçek tavrını ve inancının teorik donanımlada birleştirmiş önemli bir şairdir K.İskender. Çünkü şiir şahsiyetle çok ilişkilidir. Harfler üzerinde tahakküm kurarak yazım kuralları, iyi yazım teknikleri vs. saplantılarla aslında şiiri bir sanat olmaktan çıkarıp bir öğretmenler kurulu edimlerine dünüştürenleri de, imla dilbilgisine takılırken sanatın asıl sebebinden uzaklaşanları da,  iyi şiir: kurallara uygun şiir, iyi çalışılmış, iyi kopyalanmış şiirdir. Oysa tüm bunların ötesindedir şiir sanatı. Editoryel iktidar, şairlerin diğer disiplinlere ilgisizliği, diğer disiplinlerdeki birçok çalışmanın artık şiir yazma rolünü üstlendiği gün gibi ortada. Dil şiirin malzemesidir, amacı değil. Diğer disiplinlerde malzemeyi kutsama yoktur.

 

Artık hepimizin yeryüzünün yakınmakta olduğu şeylere kulak kabartıp hazmedilemez, konuşulamaz olanı, yer altına itileni yazdıklarıyla yeniden dolaşıma sokması gerekiyor. Derrida “mutlak dış diye bir “kavram” olduğundan emin değilim.” der. Mutlak dış diye birşey yok ve herşey birbiriyle sonsuz ve devinimsel bir temas içindeyse zaten birbirimize dönüşürüz.

Elbette bu yazıyı feminizm ve queer çerçevesinde ele aldığım için harfleri azad ederek farklı dize yapıları kullanarak malzemenin tahakkümünü de kırmaya çalışanların da aslında şiir ve dil adına performatif bir tavırda olduklarını söylemek isterim. Bu anlamda Erkan Karakiraz örneklemek isterim. Bunu başka bir yazının konusu yaparak ayırıyorum. Günümüz şairlerinden Neslihan Yalman,  Lokman Kurucu, Rafet Arslan’ın şiirlerinde tamamen dili performatifleştirdiğini düşünüyorum. (İsimler konu kişiler üzerine yoğunlaştırılınca çoğaltılabilir.) Bu  isimlerde dize bazında bir cesaretten bahsetmiyorum. Tam tersine bir toplam olarak kişisel yaşamları ve duruşlarını da katarak şiire yazınsal olarak bir performatiflik kattıklarını düşünüyorum.

 

sıfır merasimi 

k. İskender

başladığı yerde işte güzelliği, yadsımayı haklı

ve gaddar yapanın, kim bilir hangi melek en yal

nız ve bu yüzden en hırçın olandır? Ruhum da var

dır bir iskeleti inandırıcı başkalığı bir hastalık

sayılan o’nun özgül yaşamı değil mi eski görün

tünün iyileşmediği cesetlere, leşlere ve dinsel

ejderlere eş koşan diri büyü? Tehlikeli ten, tehli

keli Dudak. Bedeni: Tehlikeli Teori.-.Hiç konuşma

yacak eklemeyecek dinginliğini, bedduayı barındır

an sessizliğ. Nedenleri çağrılmayack. Bunu bil

miyordum.

(Periler Ölürken Özür Diler /sayfa 75)

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl