Ana Sayfa Art-izan RÖNESANS SANATINDA ANTİK ETKİLER

RÖNESANS SANATINDA ANTİK ETKİLER

RÖNESANS SANATINDA ANTİK ETKİLER

Tarihsel Arka Plan

Rönesans her yerde yeniden doğuş olarak biliniyor, ama neyin yeniden doğuşuydu? Diğer şeylerin yanı sıra, sanatta klasik ideallere yönelik özlemlerin yeniden doğuşuydu. Sanatta gerçekçiliği, uyumu, simetriyi ve fiziksel mükemmellik fikrini içeren bu idealler, hem aklın hem de ruhun mükemmelliğini ima ediyordu.

Bu durum, ortaçağ sanatıyla büyük bir tezat oluştururken Yunanlıların ve Romalıların çalışmalarıyla tam olarak aynı çizgideydi.                                                                          

Bu dönem Roma nihayet bir şehir olarak yeniden büyümeye başlıyordu. İnsanlar, bin yılı aşkın bir süredir ıssız ve harabeye terk edilmiş bölgeleri dolduruyorlar, bazı zamanlar bir tarlayı sürerken veya bir temeli genişletirken değerli kalıntılar buluyorlardı. Bu durum, uzun süredir kaybolan eski eserlerin yeniden keşfedilmesi yoluyla sanatta büyük bir ilhama yol açarken Romalıların hayal edilemeyecek kadar etkileyici geçmişini de unutturmuyordu.

İkinci Papa Julius, 1503’ten 1513’e kadar baş piskoposluk yaptı. Bu süre zarfında, becerikli Bramante’ye ‘Bellvedere Avlusu’nu inşa ettirdi. Eşzamanlı olarak dönem, Laocoon gibi birçok büyük keşfin yapıldığı dönemdi ve II. Julius ortaya çıkarılan bu tip eski eserlerin hayranıydı. Bellvedere Avlusu’nun özel amaçlı inşa edilmiş bir mekan hatta belki de ilk müze olması ve Papa’nın eski eser hayranlığı, gerçekten de mükemmel bir eşleşmeydi.

Bu aynı zamanda büyük Michelangelo’nun dönemiydi. Michelangelo Papa’nın kendisine olan sempatisine dayanarak, muhteşem sonlandırdığı yapıtlarına ilham veren inanılmaz miktardaki eski esere erişim imkanı buldu. Elbette başkaları da aynı eski eserlerden esinlenecekti ancak birçoğu orijinallerinden çok Michelangelo’nun muhteşem yapıtlarından ilham aldı. Zamanın böylesine büyük bir ustası olduğundan eşit düzeyde beceriyle çalışan çok az akranı vardı ve bu yüzden antik eserler ona hem öğrendiği hem karşılaştırma yapabildiği bir akıl hocası ve aynı zamanda bir rakip olarak hizmet edeceklerdi.

Etkili Çalışmalar

Apollon Belvedere heykeli, J. J. Winckelman tarafından “doğanın, sanatın ve insan zihninin üretebileceği ‘en iyi’nin tamamlanması” olarak anıldı. Heykelin, Yunan bronz orijinalinin ikinci yüzyıldan kalma mermer bir kopyası olduğu düşünülüyor.

Apollo Belvedere, 15. yüzyılın sonlarında bulundu ve Vatikan tarafından 1511 yılında satın alındı.
Apollon Belvedere, klasik sanatın ve heykelinin özüdür. Bu öz, pelerinin son derece gerçekçi kıvrımları ve dökümüyle birlikte büyük olasılıkla tanrı Apollon olarak betimlenen erkek figürünün mükemmelliği ile görülebilir. Duruşu da dikkate değer; gerçekçi bir şekilde bir bacağı bükülmüş olarak konumlandırılmıştır, bu pozisyon kontraposta olarak adlandırılır. Heykel, insan figürünün neredeyse mükemmel bir temsili olarak görülür. Klasik üslubun etkileri Apollon’un sakin, dingin bir durumda olmasında da görülür; herhangi bir şiddet eylemi veya duygusu içinde değil, sakince poz veriyor. Bu heykel, klasik tarzın özüdür ve Rönesans sanatçılarının başarmaya çalıştığı her şeydir.

Vatikan Müzelerinde görülebileceği şekliyle heykel tamamen değil kısmen restore edilmiştir. Michelangelo, eski eserlerin herhangi bir şekilde restore edilmesine büyük ölçüde karşıydı, kendisinden istendiğinde, yerine başkalarının yapmasını öneriyordu. Bu şekilde önerdiği öğrencisi olan Montorsoli aracılığıyla Apollon Belvedere bir noktada yanlış şekilde restore edildi. Bu restorasyonun yanlış olduğu, sırtındaki ok sadağı bir yay tutması gerektiğini ima ederken,  Montorsoli’nin Apollon’un ellerini boş bırakmasından anlaşılmaktadır. Şu anda  hem olması gereken yayını hem de bir defne dalını tutan Apollon’un iki zıt tarafını simgelediği varsayılmaktadır: kötüleri cezalandırması ve tövbe edenleri affetmesi.

Laocoon 

Laocoon  MÖ. 42 ile 20 arasına tarihlenen yine bir Yunan orijinalinin mermerden yapılmış Roma kopyasıdır. Üç büyük Yunan heykeltraş tarafından yapıldığı rivayet edilir: Agesander, Athenodoros ve Polydoros. Bu heykel 1506’da Nero’nun Altın Evi’nin yakınında bulundu ancak Nero’nun ya da başka bir zengin Romalı’nın mülkiyeti olması muhtemeldir.

1506’da Laocoon’un gün yüzüne çıkarılması oldukça törensel bir olay oldu. Michelangelo, Floransa’da Davud’u bitirdikten hemen sonra Roma’daydı ve kazıda hazır bulunabildi.

Kazıda toplanan grup, Pliny’nin tarihçelerinden eseri  hemen tanıdı, çünkü Pliny onu “heykel veya resimdeki diğer tüm çalışmalardan çok daha üstün” olarak tanımlamıştı. Papa II. Julius antik eserlere düşkün olduğu için, elbette ki bu büyük eseri hemen sahiplendi; Vatikan’a götürülürken tüm Roma’da kilise çanlarının çaldığı söylenir. Heykel, hemen yeni inşa edilen Belvedere Avlusu’na yerleştirildi ve son 500 yılın 13’ü hariç hep oradaki nişinde ikamet etti.

Laocoon’da tasvir edilen figürler, iki oğluyla birlikte heykele adını veren rahip Laocoon’un kendisidir. Laocoon, Poseidon veya Apollon’un bir rahibiydi ve Troya şehrinde yaşıyordu. ‘Ata güvenmeyin, Troyalılar! Her ne ise, Yunanlılardan hediye getirseler bile korkarım’ sözleriyle Troyalı dostlarını Yunanlılardan atı kabul etmemeleri konusunda uyarmaya çalışmasıyla tanınır. Tabii ki tavsiyesine kulak asılmadı ve Laocoon öfkeyle ata bir mızrak fırlattı, bu yüzden içerideki silahların takırdayarak ses çıkardığı söylenir. Ancak bu hareket onun kaderini Troya savaşında Yunanlılardan yana olan Poseidon ve Athena için belirlemiş, bu tanrılar, heykelde de tasvir edildiği gibi Laocoon ve iki oğlunu öldürmeleri için deniz yılanları göndermiştir. Her nasılsa Troyalılar, O’nun ölümünü tanrıların At’a mızrak fırlattıkları için bir öfke işareti olarak yanlış yorumladılar ve hediyeyi hemen kabul ederek kendi sonlarını da hazırlamış oldular. Bu heykel, Aeneas’ın hikayesi üzerinden Troya’nın düşüşünün bir sembolü olarak işlev görüyor. Aeneas,Troya’nın düşüşünden babasını sırtında taşıyarak ve erdemlerini sergileyerek kaçtı, devamında Roma’yı kurmaya gitti. Dolayısıyla bu heykel, Troya’nın düşüşünün ve Roma’nın doğuşunun sembolik bir hatırlatıcısı olarak hizmet ediyor.

Bu heykelin Michelangelo üzerinde derin bir etkisi oldu. Michelangelo, heykelin ortaya çıkarılmasından itibaren oradaydı ve Papa’nın gözünde büyük bir sanatçı olarak o kadar çok imtiyaz sahibiydi ki, bu muhteşem eseri  incelemek için herkesten çok daha fazla zaman harcayabilmenin özel ayrıcalığını yaşadı. Michelangelo en çok    yılanlarla şiddetli bir çatışmaya giren figürlerin betimlemelerinden etkilenmiştir. Bu heykel, tasvir edilen sahnenin hareket ve duygu içermesi yanı sıra  klasik bir eserin mükemmelliği, uyumu ve simetrisi için çabalamaması nedeniyle oldukça Helenistiktir. Klasik değerler yerine, hayatları için çaresizce mücadele eden üç kişiyi gösterir. Yüzlerdeki acı ifadeleri de dikkate değer; arka plan vurgusu olarak izleyenin içine işleyen, bambaşka bir ruh hali yaratılıyor. Michelangelo her zaman kas hareketini gücünü göstermek  dışında başka bir şekilde tasvir etmek istemişti ve bu tam olarak nasıl yapılacağını gösteren ayrıntılı bir plandı. Michelangelo bu noktada artık Barok hareketin ön saflarında yer alıyor gibi duruyor ve söz konusu heykelin zirve yapan duygusunun O’nu bu yönde onu etkilemiş olması kuvvetli bir ihtimal olarak gözüküyor.

Heykel bulunduğunda, Lacoon’un yalnızca  sağ kolu eksikti ve olağanüstü bir durumdaydı. Rönesans’ta pek çok insan mükemmelliğe odaklandığından, heykelin kusuru olarak gözüken eksik kolu yeniden yapılarak eserin düzeltmesi için genel bir arzu vardı. Michelangelo, restorasyon üzerine genel olarak tamamen zıt bir görüş benimsedi ve herhangi bir heykelin restore edilmesine yardım etmeyi reddetti, bu yüzden sık sık başkalarının onun yerine çalışmasını önerdi. Papa Clement, en iyi yedek kol için bir yarışma düzenlemeye karar verdi ve Raphael’i jürilik yapması için görevlendirdi. Kazanan, Laocoon’un kolunu havaya kalkık biçimde ve sol bacağıyla çapraz oluşturacak şekilde önerdi. Bu pozun daha kahramanca olduğu düşünülüyordu ve neredeyse Laocoon’un güçlü yılanlarla savaşma şansı olduğu izlenimini veriyordu.

Fakat bu restorasyon yanlıştı ve orjinal kol 1957 yılındaki kazılarda bulunana kadar heykelin onarılması adına çeşitli girişimlerde daha bulunuldu. Bu buluntu, orijinal kolun dirseğinden güçlü bir şekilde büküldüğünü kanıtladı, not edilmelidir ki tam da Michelangelo’nun önerdiği pozisyon gibi.

Bulunan kol,   restorasyon adına omzunda açılan ve bu değerli antik eseri daha da kötüleştiren ek kesiklere rağmen heykele geri yerleştirilebildi.

Daha önce belirtildiği gibi, Laocoon heykeli, 1506′ daki kazıdan bu yana neredeyse hep Belvedere Avlusundaki nişinde bulunuyordu. Heykelin orada olmadığı tek dönem, Napolyon’un Roma’yı fethedip onu sarayı Louvre’a yerleştirmek için kaldırmasından sonraydı. Ancak Napolyon imparator olarak çok uzun kalamadı ve heykel 1813’te İngilizler tarafından Vatikan’a iade edildi. Bir noktada Fransız Kralı I. Francis, Papa X. Leo’dan Laocoon heykelini veya en az onun kadar büyük bir başka heykeli istedi. Papa, çok açık ki böylesine inanılmaz bir heykelden ayrılmak istemedi ve Bandinelli’ye orijinaliyle aynı seviyede bir kopya yapıp yapamayacağını sordu. Bandinelli daha iyisini yapabileceğini söyledi ve bu doğru olsa da olmasa da Papa, Bandinelli’nin nüshasını o kadar çok beğendi ki onu da sakladı ve Fransız Kralı’na yalnızca kopyanın yapımında kullanılan alçı kalıpları gönderdi.

Belvedere Torsu 

Belvedere Torsu, 15. yüzyılda belirsiz bir şekilde bulunan ve 1523’te Papa Clement tarafından Vatikan’a getirilen bir başka heykeldi. Bu heykel yine bir Yunan orijinalinin Roma kopyasıdır ve kaidesindeki yazıttan MÖ 1. yüzyıla tarihlenmektedir. Bu muhtemelen bir Herkül veya Apollon heykelidir, ancak şu anki mevcut düşünce Akhilleus’ un ölümünü düşünen bir Ajax heykeli olma olasılığı üzerinde de durmaktadır. Açıkça görülebileceği gibi, heykelin kolları, bacakları ve başı olmadığı için yargıya varılabilecek son derece sınırlı bağlam var. Heykel restore edilmemiş, elde yeterli veri olmamasından dolayı restorasyon adına çok doğaçlama yapacağından muhtemelen eserin iyiliği adına tercih edilmedi.  Michelangelo bu heykele ve tasvir edilen poza son derece hayran kaldı. Onun hayranlığı, içsel bir mücadele duygusun çok zarif şekilde ve sadece bir tors ile tasvir edilmesinden kaynaklanıyordu.  geliyordu. Bu heykeli sıklıkla öğretmeni olarak referans gösterdi ve gelecekteki çalışmaları boyunca ve özellikle Sistine Şapelinde bu pozun kopyalarını kullanmaya devam etti.

İsa’nın bu pozu Belvedere Torsu’nu daha çok anımsatıyor

 

Sonuç

Rönesans, sanatçıların klasik ideallere yeniden değer vermeye başladığı bir dönemdi. Gerçekçilik, simetri,  uyum ve fiziksel mükemmelliğin hem zihnin hem de ruhun mükemmelliğini ima ettiği fikri benimseniyordu. Aynı sıralarda Roma’nın yeniden yerleşimi, birçok önemli antik sanat eserin de bulunmasına neden oldu ve bu iki olayın birleşimi sanat için derin sonuçlar doğurdu. Dönemin sanatçıları bu eski heykellerden çok şey öğrenebilmişlerdir. Bulunan heykellerden bazıları Apollon Belvedere gibi muhteşem durumdaydı ve bazıları Belvedere Torsu gibi değildi, ancak hepsinde kusur olarak gözüken ve çağların yol açtığı bazı hasarlar vardı . Bu durum, birçok insanı heykelleri tamir etme arzusuna yöneltti. Restorasyon adına yapılan bir çok girişim sıklıkla yanlış yapıldı ve bu onarımlar sadece heykellere daha fazla zarar verdi. Michelangelo, bu restorasyon girişimlerini sanatsal bir bakış açısıyla ve heykele saygı duyarak protesto etti..

Michelangelo’nun Köle’si

Bu hasarlı heykellerin, Michelangelo’nun ‘bitmemiş heykeller’i üzerindeki çalışmasını da etkilediği görülebilir. Tamamlanmamış figür ve  tamamlanmamış ek kurgusu esere inanılmaz bir unsur katıyor.

Restorasyon sorunu bugün de karşımıza çıkmaktadır. Roma’nın her yerinde hasarlı yapılar mevcut, bunların ne ölçüde restore edilip yeniden inşa edilmesi gerektiği ve ne ölçüde bulundukları gibi bırakılması gerektiği sorularını gündeme getiriyor.

Kişisel Gözlem

Sanatta etkilenme konusu, farklı eserler üzerindeki esinlenmeleri fark etme noktasına geldiğinizde aslında ilginç bir konu. Bu konu aklıma Villa Borghese Müzesi’nde büyük bir tabloya bakarken geldi, resimde tasvir edilen figürün Belvedere Torsu’nun birebir kopyası olduğunu fark ettim. Tabii ki figürün eksiksiz bir vücudu vardı ama onun gövde bölümünü Belvedere Torsu’nun bir kopyası olarak fark etmek bana  bir tatmin duygusu verdi. Böyle bir pozun doğrudan taklit edilmiş etkisini görebilmenin yanı sıra, Rönesans boyunca ve antik   çağlarda ulaşılmaya çalışılan genel sanatsal üsluplar ve hedefler de artık daha belirgin duruyor.

Bu başlık doğrultusunda ortaya çıkan diğer bir ilginç fikir de restorasyon üzerineydi.  Roma’yı ve özellikle Pompeii’yi dolaşırken, Antik Roma döneminden bu yana tamamen yeniden inşa edilmiş yapılar görebilirsiniz.

Bu, doğası gereği ne kadar rekonstrüksiyon yapılması gerektiği, doğru rekonstrüksiyonun nasıl bilinebileceği, sadece orijinal parçaları mı kullanılmalı yoksa yeni fabrikasyon olanlar da mı kullanılmalı sorularına yol açıyor.  Bu sorunlar, tarihte bulunan antik heykellerle birlikte ortaya çıkanların tamamen aynısıdır, daha sıklıkla 14. ve 15. yüzyılda  gündeme gelmiştir. Bazen restore edilen heykellerde ve Laocoon’un hikayesinde görüldüğü gibi, çoğu zaman bu restorasyon girişimleri yanlış yapıldı. Sonunda Laocoon için doğru kol bulundu, ancak bu zamana kadar orijinal heykelin bazı kısımları kesilmişti ve yeniden birleştirilmesi gerekti. Bu sorun çok iyi çözülmemiş olsa da çok yaygın görünüyor; öyle görünüyor ki korumacılık bizi en azından Rönesans dönemi atalarımızdan daha temkinli olmaya yöneltti.

 

Kaynak: https://depts.washington.edu/hrome/Authors/heberj/AncientInflucesonRenaissanceArt/pub_zbarticle_view_printable.html

 

 

Çeviren: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi/Ezgi Sandıkçı

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl