Ana Sayfa Kritik Sanat, Eylemsizlik ve Siyaset (2. kısım)

Sanat, Eylemsizlik ve Siyaset (2. kısım)

Sanat, Eylemsizlik ve Siyaset (2. kısım)

Sanat, gerektiği takdirde ve bazı durumlarda, aynı zamanda siyasi bir önem kazanabilen, estetik bir tür insan faaliyeti değildir. Sanat kendi başına politiktir; çünkü işlevsiz insanın duyularını ve olağan eylemlerini tasarlayan ve uygulayan bir faaliyettir ve böylece onları yeni olası kullanımlara açar.

Yücelik aygıtı, boş tahtın ihtişamında mükemmel monogramını bulur. Amacı, hükümet mekanizmasında kutsallığın nihai gizemini oluşturan akıl almaz eylemsizliği, bu mekanizmanın gizli motoru haline getirmek üzere ele geçirmektir. Yücelik, insan eylemsizliğinin ebedi Sabbath’ı kutladığı bir yüceltme olduğu gibi, aynı zamanda ilahi bir eylemsizliği sergileyen objektif bir yüceliktir. Yüceliğin teolojik aygıtı, seküler aygıt ile birleşir. Böylece onu iktidarın esas gizemine nüfuz etmemizi mümkün kılan, epistemolojik bir paradigma olarak kullanabiliriz.

Artık tören ve ayinlerin iktidar için neden bu kadar zorunlu olduğunu anlayabiliriz. Mesele, tören ve ayinleri elde tutma ve insan hayatının merkezi eylemsizliğine ait, ayrı bir alana dahil etme meselesidir. İktidar, merasim ve ihtişam formunda, sağlam bir şekilde merkeze yerleşir; gözlerinin önünde beliren şey, insanın ve Tanrının gözlemlenemeyen eylemsizliği gibi görünen şeydir. İnsan hayatı anlamsız ve amaçsızdır; fakat insan ırkının benzersiz meşguliyetini mümkün kılan da, hiç şüphesiz bu amaçsızlık ve eylemsizlik halidir. İnsan, yaratılış itibarıyla çalışmadan mahrum bırakıldığı için kendisini üretim ve emeğe adamıştır; o her şeyden önce sabbatical (sebt gününe ait) bir hayvandır. Ve devlet mekanizması, insan özünün eylemsizliğini kendi kalbinin boşuluğunda ele geçirmiş olduğu için işlevini yerine getirebilir. Bu eylemsizlik Batı’nın siyasi özüdür ve tüm iktidar için görkemli bir besin kaynağıdır. Bu nedenle şölen ve aylaklık, Batı’nın rüyalarında ve siyasi ütopyalarında durmaksızın su yüzüne çıkar ve bu yüzeyde, gene durmaksızın yas tutar. Bunlar ekonomik-teolojik mekanizmanın medeniyetin kıyısında terk ettiği, esrarengiz kalıntı-eserlerdir; insanlık onlara merakla dönüp bakar, fakat her zaman faydasız ve nostaljik bir bakıştır bu. Nostaljiktir, çünkü insanın özüne kıskançlıkla tutunmuş bir şey içerir gibidir; faydasızdır, çünkü gerçekte mekanizmanın motorunun amansız, acımasız devri esnasında harcadığı yakıtın özdeksiz ve görkemli yanıklarının küllerinden başka bir şey değildir.

Eylemsizliğin, insanlığı oluşturan bütünün bir parçası olduğu fikri, Aristoteles tarafından Nikomakhos’a Etik’in bir pasajında kısaca incelenir. Tıpkı mutluluğu siyaset biliminin nihai hedefi olarak tanımladığı gibi, Aristoteles, “insan eseri”nin (to ergon tou anthropou) ne olabileceğini sorar ve eylemsizlik fikrinin insanın muhtemel hedefi olabileceğini öne sürer: “Flüt çalan müzisyene olduğu gibi, heykeltıraşa ve bütün zanaatkarlara, genel olarak bir işi (ergon) ve bir etkinliği (praxis) bulunan herkese, yaptığı işin özünde iyilik var gibi görünür; dolayısıyla bu gibi insanlara verilen iş, onlara aynı zamanda iş gibi gelmelidir. Peki, bir marangozun ve ayakkabıcının emek ve etkinlik kavramlarıyla doğduğu -diğer taraftan başka bir insanın doğuştan işsiz (argos) olduğu- söylenebilir mi?” Bu fikirden derhal vazgeçildi ve insanın çalışması, Aristoteles tarafından, logosa göre yaşam olan bu belirli “çalışkanlık” (energeia) olarak saptandı. Fakat aylaklığın ve désoeuvrement (amaçsızlık)’ın insanoğlunun özünü -ya da daha ziyade belirli bir pratiğini- tanımladığı fikri, sizin de anlayacağınız üzre, burada size önermek üzere olduğum kuramdır. Bunun böyle olmasının sebebi, şimdiye kadar sormakta olduğumuz sorulara, sadece bu perspektifte bir cevap bulmamızın olası görünmesi değildir: ”Neden iktidar aylaklığa ve yüceliğe ihtiyaç duyar? Bu olgularda bu kadar elzem olan ne vardır ki, iktidar her ne pahasına olursa olsun, onları yönetim mekanizmasının tam merkezinde konumlandırmak zorunda kalır? Güç neden beslenir?” Bana göre bu kuram, aynı zamanda politikayı ve daha genel bir biçimde insanın etkinlik alanını yeni bir yolla düşünmeyi mümkün kılar.

Aslında eylemsizlik, sadece atalet, etkin olmama hali demek değildir.

Eylemsizlik daha ziyade, tüm insani ve ilahi gayretlerin etkisiz hale getirilmesini, devre dışı bırakılmasını (des‐oeuvrer) içeren bir faaliyete atıfta bulunur.

Etik’in IV. Kitabı’nın sonunda, insani hizmet konusundaki incelemesinde Spinoza, insanın hayal edebileceği en üst düzey özgürlüğü tanımlamak için aylaklık-boşta kalma görüntüsünü kullanır. Spinoza, yalın ve takdire şayan Latince’sinde (Tanrı’nın Sabbath’da dinlenmesi-menü chü’nün yankısının duyulması gereken bir terim kullanarak) “Mutluluk buradan doğar; insan kendini, kendi hareket kabiliyetini burada tasarlar” ifadeleriyle tanımladığı “acquiescentia in ipso” dan, dinlenmekten ya da kişinin kendi içinde huzur bulmasından bahseder. “…insan kendi hareket kabiliyetini tasarlar” bu ne anlam ifade ediyor? Neyi yapıp neyi yapamayacağımızı belirleyen kendi kabiliyetimize dair tasarımızdan ibaret olan aylaklık kavramını nasıl tasavvur edebiliriz?

Bir kez daha söyleyelim; kapasite düşüncesi, yalnızca aylaklık ve rutinin sekteye uğramasından ibaret değildir. Kendi işleyişi içinde bir tür içsel aylaklık gibi bir şeydir ki, eylemeye yahut icra etmeye yönelik her türlü kapasiteyi etkisiz kılmak anlamına gelir. Yaşam kendi kapasitesi üzerine düşünürken, herhangi bir işlevini yerine getirmekten aciz kalır. Bir örnek, bu “etkisiz faaliyet” in nasıl anlaşılması gerektiğini gösterecektir. Gerçekten de, onu yeni bir olası kullanıma açmak için iletişimsel ve bilgilendirici işlevlerini devre dışı bırakarak fonksiyonsuz kılan dilsel bir faaliyet değilse eğer, şiir nedir? Başka bir deyişle şiir, Spinoza’nın dediği gibi, dile dair olan ve onu konuşma kapasitesine geri götüren bir düşüncedir. Şu halde Mandelstam’ın şiirlerinin Rus dili, Leopardi’nin Canti’sinin İtalyan dili, Rimbaud’nun Illuminations’ının Fransız dili, Hölderlin’in ilahilerinin ve Ingeborg Bachmann’ın şiirlerinin Alman dilinin bir tasavvuru olduğu düşünülebilir. Her durumda, konuşma kabiliyetinin iktidarı altında eylemde bulunan ve dilin sınırları dahilinde gerçekleşen bir faaliyetle uğraşıyoruz. Ve şiirin konusunu şiir yazan kişi belirlemez; şiirin konusu, konuşmanın işlevsiz kılındığı ve dilin kendi sınırları dahilinde, kendi aracılığıyla saf bir biçimde konuşulur hale geldiği noktada ortaya çıkar.

Eğer bu doğruysa, sanat ile siyaset arasındaki ilişki sorununu düşünürken kullanmaya alışık olduğumuz yöntemi kökten değiştirmemiz gerekir. Sanat, gerektiği takdirde ve bazı durumlarda, aynı zamanda siyasi bir önem kazanabilen, estetik bir tür insan faaliyeti değildir. Sanat kendi başına politiktir; çünkü işlevsiz insanın duyularını ve olağan eylemlerini tasarlayan ve uygulayan bir faaliyettir ve böylece onları yeni olası kullanımlara açar. Bu sebeple sanat, politikaya ve felsefeye öyle yaklaşır ki, neredeyse onlarla bir olur. Şiirin konuşma gücüyle ve sanatın duyularla ulaştığı başarıya, siyasetin ve felsefenin eylem gücü ile ulaşması gerekir. Bütün bunlar biyolojik ve ekonomik işlemleri etkisiz hale getirerek, insan bedeninin nelere kadir olduğunu gösterirler; bedeni olası yeni kullanımlara açarlar.

Çeviren: Nesli Türk

İlk makale: http://ekdergi.oyunow.com/sanat-eylemsizlik-ve-siyaset/

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl