Ana Sayfa Litera Tatil Sonrası Yazısı: Otobüs Versus Uçak

Tatil Sonrası Yazısı: Otobüs Versus Uçak

Tatil Sonrası Yazısı: Otobüs Versus Uçak

¨Mahalleye bozacınız, mandalcınız, sepetçiniz geldi¨ der gibi:

 ¨Ek Kültür derginize denemeciniz geldi!¨

Denemeye kalkışmazdan ve lakırdısına başlamazdan evvel itiraf ediyor ki, ayıptır söylemesi, teknolojiyi hani fena da kullanmaz ama pek de hazzetmez.

İspanyol Aydınlanmasının biricik filozofu Jose Ortega ý Gasset’in dediği gibi, teknoloji kitle insanına hak etmeden eline verilmiş bir oyuncak olduğundan; denemeci de pek sevmez.

Spinoza’nın ¨Hayat hızlandıkça bizden uzaklaşır!¨ dediğince teknolojideki gereksiz sürate insanın ne ihtiyacı vardı ki diye düşünmeden de edemez.

İşte şimdi, uçarak daha çabuk bir yerlere gideceğiz hevesiyle uçaklara rağbet eden insanlığa azıcık yavaş olsak bundan ne çıkar demek istiyor.

Dinleyelim bakalım, ne diyor!

O desin, siz kulak asmayın…

 Sabiha Gökçen Havalimanı’nda rötarlı uçağın itiraz edip protestoya kalkışmış, izdiham halindeki kalabalığına karışmadan, onları uzaktan izlerken aklıma bu yazı geldi; bizler dilini kalem eden, sayfaya yazı dökenler hep böyle yapar.

Önce hikâyesini anlatmalı:

Dinî bayrama denk düşen dokuz günlük tatilde Bodrum’a mecburiyetten gidiliyordu; yoksa akıllı adamın yapacağı iş midir!

Arife gününden önceki gündür; akşamın 9 uçağı için 6’da orada olunması isteniyor, cep telefonuna mesaj geliyor; güzel…

Altıda orada olmak üzere metro-vs için iki saat de ayırmak lazım; Etti mi 5 saat, etti!

İstanbul’dan Bodrum’a karayoluyla 7 saat çeken 690 km.’lik yolu uçarak 1 saat 15 dakikada aşacağız derken zaten bunun 5 saatini İstanbul içinde ve havalimanında harcıyoruz.

Bu kadar olsa neyse!

Ardından bahsettiğim uçak yolcularının ayaklanışına yol açan ilk rötar geliyor; uçak 2 saat erteleniyor; sonra bir saat daha…

3 saati ekstradan havalimanında geçirecek, evden tedarikli çıkmadıysak acıkıp guruldayan mideler için simitten saraylara gidip sokak simitine 80 TL ödeyeceğiz; bu da güzel.

Üç saat sonra sabırlı yolcuları gece 12’de otobüslerle havalimanı pistinde uçağa götürecek olan kapılar açılıyor, geçiyoruz, bir süre otobüste bekleyip ardından TK 7532 nolu uçağın pilotları ve ekibi uçuş süremizi aştık, uçuş emniyeti yok diye terk-i vazife edince tekrar içeri alınıyoruz; isyan orada başlıyor.

Lakin yanlış bir muhatap var, zira ortada hakiki muhatap yok. Bir süre öncesine kadar asık ve ciddi suratla kimlik kontrolleri yapan görevlilere denilmedik kalmıyor.

Onlarda süngü düşmüş vaziyettedir.

Zavallılar ne desin, onlara höykürmenin bir anlamı da yok.

Ardından geçen yorgun, uykusuz, çaresiz 1 saatin akabinde yeni kaptanlar, hostesler bir yerlerden toplanıp bulunuyor; sonra uçağa alındık, pek sevindik.

Sonra uçuldu, havada oyalanmayacağımız için 1 saat 15 dakikada Bodrum Havalimanına varıldı, çıkıldı, otobüslere binildi, herkes gideceği yere sabaha karşı 2-3 sularında ulaşmış oldu.

Otobüs yolculuğu ile varılacak bir kente ülke içinde uçuşla gitmenin fuzuli bir çaba olduğunu, eğer gerçekten gerektiren bir zorunluluğu yoksa bunun ¨Ayvaz kasap hep aynı hesap!¨ olacağını görmek gerekir.

Uluslararası uçuşları zorunlu olarak uçakla yapmak bu iddianın tenzil alanıdır.

Gerçi coğrafyacımız Faik Sabri Duran’ın 1935’de kızını Amerika’ya transatlantik ile gönderdiğine dair hatırat kitabı ¨Bir Türk Kızının Amerika’ya Seyahati¨ başlıklı eserinde okuduğumuzca belki bu uzaklıkları bile gemiyle, trenle, araçla aşması pek zevkli de olabilir; bu da ayrı mesele… Aceleniz nedir, sefasını süre süre gidiniz, a efendim!

Venedikli Marco Polo’nun 1271’den 1275’e kadar at sırtında İpek Yolu’nu dolaşıp Çin diyarına gittiğini de unutmayınız; seyahatin de bir tadı var.

Marco Polo bin bir zahmet içinde yol katetmişti, bugün en azından Türkiye standartlarına göre bundan söz etmesi imkânsızdır.

Demiryolu, tren seyahatinin tadıysa bir başkadır. Gelgelelim burada otobüsleri konuşmak isterim, zira tren yine de bir noktadan ötekisine bağlantısı olan bir demiryolu üstüne kondurulmuş uçağa benzer.

Neoliberal liderimiz Turgut Özal demiryolculuğa karşıydı, ¨Trencilik komünist işidir, bir noktadan ötekine kadar inip bineni izlemek isteyen komünistlerin işi¨ derdi, lakin ABD’de her kasabaya kadar tren girip çıktığını da görmezden gelirdi.

O günden bugüne, kim ne derse desin, trencilik de inkişafa uğramıştır.

Bugünün trenlerinin iyileştiğini, demiryolculuğun zaman zaman feci kazalara uğramasına rağmen yine de tercih edilesi bir seyahat biçimi olduğunu da söylemeliyiz.

Bugün Türk karayolculuğunun dünya standartları üzerinde olduğunu apaçık söylemek  gerekiyor. Kasabalar arasında bile neredeyse bozuk yol yok gibi, kentler arası yollar yağ gibi akıp gidiyor; doğruya doğru…

Bütün sorun insan kalitesinde, şoförlüğü canavarlığa çeviren zavallı kişiliklerde…

Bu paçasından zavallılık akanlar yüzünden, trafik kazalarında dünya limitlerini zorluyoruz, ki bu da doğru…

Bir otobüse bindiğinizde, uzun yolculuk uçuşlarında verilen yemek sunumu neredeyse eksiktir, muavin efendi çay taşır, kahve getirir, bazısında dondurma servisi bile vardır, pasta kek verildiğine bile şahidim.

Yollarda ¨mola verilince¨, hiç hazzetmem ama sanki bir AVM’ye girmiş gibi olursunuz. Tabii yine Anadolu’nun bağrındaki benzinci mola yerlerinde elinde hortum, pantolonu dize kadar sıvalı, ayağında tokyo terliği olan tuvalet temizleyicilerinin artezyen kuyusundan mebzul miktarda çekilen suyu foşur foşur döküp ortalığı yıkadıklarını hâlen görürsünüz; o da ayrı meseledir.

Üstelik bu bahiste gelelim çevre kirliliği meselesine: Bir otobüsle, meğer İstanbul’dan Bodrum’a gidiyor olunuz, otobüsün yakacağı yakıt miktarı 80 ila 100 litre mazot kadardır. Oysa bir uçakla bu mesafeyi kat ettiğinizde 12 bin litre uçak benzini yakıp dünyayı iyisinden kirletmiş olursunuz.

Uçak benzini havada kesif olarak görülmediği için biz çıplak gözle havayı temiz zannederiz; siz de öyle zannedin. Covid salgını zamanı uçuşlar küresel çapta durunca, Dünya Çevre Örgütü’nün saptamasına göre, hava kirliliği bir anda ve % 35 oranında uçakların hangarda beklemesi yüzünden azalmıştı. Çevre ve iklim değişikliği politikaları açısından, bu da düşünülmeye değerdir.

Havacılık sektörünün fiyat politikaları da ona gösterilen rağbet nedeniyle, ¨The Financial Times¨ raporuna bakılırsa, dünyadaki enflasyon oranlarının % 5-10 üzerinde seyreder. Diğer deyişle çarşıda pazarda ürün fiyatlarından illallah derken aslında olmayan uçuş rahatlığı arayışıyla cebimizi boşaltırız.

Siz otobüsleri tercih ediniz, belki şişe suyu bile parayla uçakta satan şirketlerin aklı başına gelecektir; hele bir bakın da görün!

Üstelik otobüsle gündüz yolculuk ediyorsanız, ne güzel işte, dağ bayır, ova çayır, kent kasaba diye göre göre gidersiniz; fena mı!

Gece gidiyorsanız, kasabaların içinden geçerken pencerelerinde ışık olan perdeleri açık kalmış evlerin gizli yaşamlarına kaçamak bakışlarınızla biraz da hayaller kurar, eğlenirsiniz; fena mı!

Yok güvenlik aramasından iki defa geçtim, ayakkabılarımı kemerimi çıkardım, adamın biri düdük öttü diye sizi kenara alıp oranızı buranızı elledi, itiş kakış içinde ter döktüm demeden otobüse binmek de ayrı bir rahatlık değilse, ya nedir!

Otobüse binerken kimse sizin kimliğinizi sormaz, kimlik denetimi yapılmasının gerginliği de üzerinizde kalmaz, rahatlarsınız.

Sadece biletinizi gösterin yeter! Hatta onu da sormazlar, içeri girer, koltuk numaranızı biliyorsanız ezberden, gider oturursunuz.

¨Yolculuk nire hemşerim!¨ diyen çıkmazsa iyi; gevezelik de çekilmez tabii…

Havalimanında inince valizim çıktı mı çıkacak mı, kaybolursa ne yaparım derdi de yok; oh ne âla…

Uçaklarda kemer bağlayıp koltuklar dik, masanız kapalı, pencereleriniz açık olduğu gibi otobüste bunları da yapmayacaksınız; o pek âla…

Hız sınırlarına uyan kaliteli ve nitelikli otobüs şirketlerinin şehirlerarası yollarda 90 km. tahdidi sizi sıkmasın, doksanla giden de ¨140 basan¨ da aynı sürede menzile ulaşıyor. Siz doksanla gidin…

Yeter ki otobüs şoförünüz bıçkın ve kalbi yaralı olmasın, yoksa tutup en kötüsünden arabeks radyo istasyonlarına dadanabilir; bakın bu fena işte. Lakin klasik müzik çalan, Beethoven’ın sonatalarına kulak veren şoföre de rastlamışlığım vardır; belki ona da denk düşersiniz.

Üstelik uçak fiyatlarına göre kıyasladığınızda otobüs biletleri uçuş masrafının üçte birine tekabül eder; cebinizde çorba içecek, Ayvalık tostu yiyecek paranız da kalır.

Buncacık lakırdının sonunda diyeceğim şu ki, geçen seferinde çekilen eziyeti görünce duruma göre tren ve otobüs seyahatini tercih etmeye niyet ettim.

Niyetin mübarek olsun, diyebilirsiniz ama siz yine de bir düşünün!

¨Kesin bir yargıya varmaksızın, bir veya birkaç konu üzerinde serbest düşünüp diline geldiğince konuşup yazma sanatı olan deneme türünün¨ bu yazısında lafın dönüp dolaşıp geleceği yer burasıdır.

Siz yine de bir düşünün deyince, denemecinin sorumluluğu şıp diye sona erer, diyeceğini demiş, yazı takımını toplayıp sayfasından hoop diye bir başka mevzuya iltica etmiş olur.

Dönüp de bakmaz bile arkasına; gerisini okuyan düşünsün!

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl