Ana Sayfa Kritik Yabancı: Çokça karanlık sorular sorabileceğim bir kitap

Yabancı: Çokça karanlık sorular sorabileceğim bir kitap

Yabancı: Çokça karanlık sorular sorabileceğim bir kitap

Camus’un en önemli eseri olduğu söylenir. ‘Yabancı’ isminin nereden geldiğini, kitabın sonlarına doğru tahmin etmek olasıdır, ama sadece olası!

Yazarın üstün bir zekâya sahip olduğunu itiraf etmek gerekir. Her yazar düşünmek zorundadır ama her yazar aynı zamanda düşünür değildir. Bir döneme damgasını vurmuş, varoluşçu felsefeyi etkilemiş, ‘Absürt’ felsefi kategorisine yeni bir boyut getirmiş olan yazar, varoluşçu olduğunu ise reddetmiştir. Yazarın kategorize edilmek istememesini anlamak mümkündür, çünkü doğum ile ölüm arasında sınırı olan bir hayat yaşıyor olsak da, düşünüş ve duygu olarak daha geniş bir spektruma sahip olduğumuz ve bu ışın tayfının her rengine boyanabildiğimiz de gerçektir. Aslında kitap hacmine rağmen sonsuz cevabı olan soru ve sorunlar taşımaktadır.

Birinci soru; bireysel adalet duygusu ile kamusal adaletin çatışmasının çözümü mümkün müdür? Benim adil bulduğumu, toplum ya da devlet yasaları adil bulmayabilir. Bu durumda çoğunluğa uymak zorunlu mudur? Bu da ikinci soru tabii.

Bir soru da; kahır ekserin inancının dayatılması etik midir? Sosyal düzeni oluşturan kurallar elbette ki vardır. Ama bu kurallar ister anayasadan doğan hukuki, ister o anda yaşayan medeniyetin örfi, ister çoğunluğun inandığı dini ya da ahlaki kurallar; nasıl ve ne şekilde oluşmuş olursa olsun bütün kurallar, bireyi ne kadar bağlayıcıdır.

Temelde özgürlükler karşılıklı sınırlara tabidir: Birinin özgürlüğünü kısıtlayan özgürlük bu nedenle yasalarla sınırlandırılır. Belki de hukuk sistemi bu ana doktrin üzerine kuruludur.

Hâsılı, kitapta, haklı veya haksız birçok soruya kapı aralayacak bir kurgu var. Bu kurgu, birey ve toplum açısından iki uca sahip bir kurgudur. Yukarıda sorduğumuz, belki de felsefenin çokça tartışabileceği veya tartıştığı konular üzerine bina edilmiş olan bu yapıtın bireysel uçunda, hümanizm felsefesine uygun olarak suça itilmiş, aslında hiç işlemek istemediği bir suçu; Annesinin ölümü, iş hayatında yaşadığı gerginlikler, hava şartları, tehlikenin varlığı ve en nihayetinde tepkileri daha çok yaşadığı ana yoğunlaşan bir birey var. Ancak bu bireyin bu özelliği yani; yaşadığı anın gereğini yapma özelliği yazar tarafından bilinçli olarak okura dayatılmıştır. Bu, kitap için bir kusur olsa da, yazarın kendi felsefesi açısından olağan ve olması gereken şeydir. Kitabın ilk bölümlerinde doğrudan bir olay kurgusundan ziyade, okuru manipüle edebilecek Meursault karakterinin özelliklerinin okura benimsetilmesi ve belki de sevdirilmesi amaçlanmıştır. Annesinin cenazesinde neredeyse sıkılan, yorgunluktan başka bir şey düşünmeyen, o anda yadırganabileceğini bildiği halde kahve ve sigara içen kahraman Marie ismindeki sevgilisinin, ‘’Beni seviyor musun, Benimle evlenir misin?’’ gibi sorularına, ‘’Benim için fark etmez, ikisi de bir.’’ diye yanıt veriyor. Yani istersen evlenirim, benim istemem önemli değil.’’ diyerek ben hayatı içinde bulunduğum anda, o anın gerektirdiklerini yaşarım, demiş oluyor. Doğrudan hiç kimseye haksızlık ve zarar vermeyen kahramanın düşünce dünyası da düalisttir. Kesin olan hiçbir şey yoktur ona göre. Kitabın başından idam sabahına kadarki iç diyalogları hep çift yönde ilerlemiştir. Örneğin, dört gün izin almam patronumu rahatsız etti, belki de etmedi; aslında ben de olsam rahatsız olabilirdim. İzin almak zorundaydım, annemin bu gün öleceğini bilemezdim ya, ama bunun için zaten özür diledim; aslında özür dilememeliydim, aslında patronum baş sağlığı dilemeliydi, gibi bir yandan kendisini bir yandan da karşısındakini hem haklı hem haksız çıkaran kahraman bunu kitap boyunca sürdürüyor. Yine kahraman, Raymond ile arkadaş olmaya aslında karar vermiş değil, ama arkadaş oluyor, çünkü Raymond onunla arkadaş olmak istiyor. Kahraman da Raymond’un talebine fark etmez, olsak da olur olmasak da, diterek karşılık veriyor. Aslında kahraman birçok konuda kesin kararlar vermeyen, kesin ve keskin çizgileri olmayan; hayattan, doğadan, cinsellikten olabildiğince zevk almaya çalışan ama bununla birlikte heyecanlı ve tutkulu olmayan; sade bir insan. Hatta patronu ona yeni bir iş teklif ettiğinde ki bu iş Fransa’da olacaktı, kahraman, yine fark etmez, diyerek; ben burada da aslında mutluyum ama orada da mutlu olabilirim ve daha mutlu olmak gibi bir endişem yok zaten, diyor. Kahramanın bu tür bir kişi oluşu, iyi bir düşünür olan Camus’un okuru manipüle etmesinden başka bir şey değildir.

Bu kitabın yazılış amacı ister Varoluş, Absürdist veya ister Nihilist felsefenin, (Camus’un inandığı her ne ise ki, o kategorize edilmek istememiş bu nedenle ona, Nihilist demek istemiyorum.) Camus’un inandığı şeylerin felsefi alt yapısıyla, derin psikolojik etki uyandıracak vizyonuyla, trajedik darbeleriyle bir ispat çabasıdır. Yani karanlık sorulara verilen karanlık cevapların buğulu bir zeminde sunulmasından başka bir şey değildir.

Yine de tasvirleri ruha dokunan akıcı bir kitap olduğunu söylemekte fayda var. Bununla birlikte kurgudaki olay veya olaylar zinciri pek de merak uyandıracak şeyler olmadığından okuru sıkabilmektedir.

Kitabın finaline yaklaştıkça gerilim dozu biraz daha tırmanmakta hatta son tepkiler kitabın bütün bölümleriyle çelişki oluşturabilecek düzeyde yüksek tutulmuştur.

Camus kendi felsefesini okuyucuya kabul ettirme çabası içinde olsa da, karakterleri üzerinden hiç kimseyi rencide etmeyerek, her durumda su gibi esnek ve yumuşak davranmıştır. Onun asıl istediği; okurun bilinçaltına, kendi benliğini saran/sarsan hayatın anlamsız ve karanlık oluşu ve ölümle her anlamın absürt oluşuna dair şüphe tohumları ekmek olmuş, ve bunu inanılmaz bir başarıyla sağlamıştır.

Küçük ama çok etkili ve etkileyici bir kitap… YABANCI

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl