Ana Sayfa Kritik 1984 ÜZERİNE…

1984 ÜZERİNE…

1984 ÜZERİNE…

1984 yılına yaklaşırken, Field Gazetesi Sendikası benden George Orwell’in 1984 romanı üzerine kapsamlı bir eleştiri yazmamı istedi. FNS için her yılbaşı 1980’den beri dört bölümden oluşan bir makale yazıyorum.

Başlangıçta isteksizdim. Kitabın neredeyse hiçbir bölümünü hatırlamıyordum ve bunu dile getirdim –fakat FNS’deki bağlantım olan sevimli genç kadın, Denison Demac, bana kitabın bir kopyasını gönderdi ve ‘Oku’ dedi. Ben de okudum ve okuduklarım beni kesinlikle çok şaşırttı. Romandan bahsen insanların kaçının onu bu kadar dikkatlice okuduğunu merak ettim; okumuşlarsa bile kitabı gerçekten hatırlıyorlar mıydı acaba…

Bu eleştiri yazısını insanlara doğru yolu göstermek için yazmak zorunda olduğumu hissettim.

(Özür dilerim; İnsanlara yol göstermeyi seviyorum.)

 

Kitap, hükümeti kontrol edenlerin kaba kuvvetle, gerçeği çarpıtarak, tarihi sürekli yeniden yazarak, insanları genel olarak hipnotize ederek kendilerini iktidarda tuttukları, mutlak bir kötülük dünyasında yaşamın nasıl olabileceğini göstermeye çalıştı.

Bu kötülük dünyası, sadece otuz beş yıl sonrası için tahayyül edildi; böylece kitabın yayınlandığı tarihte henüz orta yaşlarında olan insanlar bile normal bir yaşam süresine sahip oldukları takdirde bu dünyayı görebilirdi.

Örneğin ben, kitap yayınlandığı zaman halihazırda evli bir adamdım ve işte şimdi bu kıyamet yılının gelip çatmasına dört yıldan daha az bir zaman var (1984 senesi, Orwell’ın kitabı yüzünden dehşetle ilişkilendirilen bir yıl oldu); dahası ömrüm bu yılı görmeye vefa edecekmiş gibi görünüyor.

Bu bölümde kitabı tartışacağım ama önce: Blair / Orwell kimdi ve kitap neden yazıldı?

Blair, 1903 yılında bir İngiliz soylusu statüsünde doğdu. Babası Hindistan kamu hizmetindeydi ve Blair’in kendisi bir İngiliz İmparatorluğu görevlisinin hayatını yaşadı. Eton’a gitti, Burma’da görev yaptı, vb.

Ancak tam bir İngiliz beyefendisi olmak için yeterince geliri yoktu. Sıkıcı masa başı işlerinde vaktini harcamak istemedi; bir yazar olmak istiyordu. Ayrıca, üst sınıfa mensup olmaktan dolayı suçluluk duyuyordu.

Böylece 1920’lerin sonunda, varlıklı Amerikalı gençlerin 1960’lı yıllarda yaptığını yaptı. Kısacası, bizim daha sonra “hippi” olarak adlandırdığımız şey oldu. Londra’da ve Paris’te gecekondu bölgelerinde yaşadı, gecekondu sakinleri ve serserilerle birlikte vakit geçirip onlarla birlikte anılarak vicdanını rahatlatmayı ve aynı zamanda ilk dönem kitapları için malzeme toplamayı başardı.

Ayrıca sol kanada döndü; sosyalist oldu. 1930’larda İspanya’daki kralcılarla çatıştı. Orada çeşitli sol fraksiyonlar arasındaki mezhepçi mücadelelere sürüklendiğini fark etti ve İngiliz sosyalizminin centilmence bir biçimine inandığından dolayı, kaçınılmaz olarak kaybeden tarafta yer aldı. Ona karşı tutkulu İspanyol anarşistleri, sendikacılar ve komünistler vardı ve Fransız faşistleriyle savaşma zorunluluklarının birbirleriyle savaşma zorunluluğunun önüne geçtiği gerçeğini acı bir şekilde gördüler.

En iyi şekilde örgütlenmiş olan komünistler kazandılar ve Orwell İspanya’dan ayrılmak zorunda kaldı; çünkü bunu yapmazsa öldürüleceğine ikna olmuştu. O andan itibaren yaşamının sonuna kadar eylemleriyle kaybettiği savaşı kelimelerle kazanmaya kararlı olan komünistler ile özel bir edebi savaş sürdürdü.

Askerlik için reddedildiği II. Dünya Savaşı sırasında İngiliz İşçi Partisi’nin sol kanadıyla ilişkilendirildi, ancak partinin görüşlerini çok fazla benimsemedi, çünkü pervasız sosyalist versiyonları bile ona fazla organize olmuş gibi görünüyordu.

Görünüşe göre totaliterizmin Nazi kanadından pek etkilenmedi, çünkü içinde Stalinist komünizmle olan özel savaşı dışında bir tutkuya yer yoktu. Sonuç olarak Büyük Britanya Nazizm’e karşı yaşam savaşı veriyordu; bu savaşta bir müttefik olarak yer alan Sovyetler Birliği, ortaya koyduğu cesaret ve verdiği can kaybıyla mücadeleye haddinden fazla katkıda bulundu. Bu sırada Orwell, Rus Devrimi’nin bir hicvi olan Hayvan Çiftliği’ni yazdı; insan efendilerine karşı ahır hayvanlarının isyanını betimledi.

1944’te Animal Farm’ı tamamladı ve Sovyetler’i gücendirmek için pek de iyi bir zaman olmadığından bir yayıncı bulmakta zorlandı. Savaş sona erdiğinde Sovyetler Birliği meşru bir hedef haline geldi ve Hayvan Çiftliği yayınlandı. Kitap çok ses getirdi ve Orwell 1984’te emekli olmak ve kendini başyapıtına adamak için yeterince varlıklı hale geldi.

Bu kitap, 1930’larda rakip sol cenahın zehriyle betimlediği toplumu Stalinist Rusya’nın dünya çapında geniş bir uzantısı olarak tanımladı. Totaliterizmin diğer biçimleri ise kitapta küçük bir rol oynar. Kitapta Nazilerden ve Engizisyondan bir ya da iki kez söz edilir. En başta, sanki zulmün varlığını ispatlayacaklarmış gibi Yahudilere bir ya da iki kez referans verilir, ancak bu referanslar, Orwell okuyucuların kötü adamları Nazilerle karıştırmasını istemediği için derhal ortadan kalkar.

Burada betimlenen sadece ve sadece Stalinizm’dir. Kitap 1949’da çıktığı zaman, Soğuk Savaş doruktaydı. Bu nedenle popüler oldu. Kitabı satın almak ve hakkında konuşmak, hatta belki de bölümlerini okumak, Batı’da neredeyse bir vatanseverlik meselesiydi. Gene de benim görüşüme göre insanların çoğu okumaktan ziyade kitabı satın alıp hakkında konuşuyorlardı; ne de olsa korkunç derecede donuk bir kitap – didaktik, tekrarlardan oluşuyor ve oldukça durağan.

İlk başta politik yelpazenin muhafazakar tarafına kayan insanlar arasında popüler oldu çünkü açıkça Sovyet karşıtı bir polemik yaratmıştı ve 1984’te Londra’da çizdiği yaşam modeli, tıpkı muhafazakarların 1949 Moskova’sında olmasını hayal ettiği gibiydi.

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki McCarthy döneminde 1984, siyasi spektrumun liberal tarafına yaslananlar arasında giderek daha popüler hale geldi, çünkü onlara 1950’lerin başlarında ABD’nin düşünce kontrolü yönünde hareket etmeye başladığını ve Orwell’in tasvir ettiği tüm kötülüklerin bize doğru yaklaştığını gösteriyordu.

Böylece, 1961’de New American Library’nin ciltsiz kitabında yayınlanan baskının sonsözünde, liberal psikanalist ve filozof Erich Fromm şu sonuca vardı:

Orwell’ınki gibi kitaplar güçlü uyarılardır; şayet okuyucu 1984’ü üstten bir bakışla Stalinist barbarlığın başka bir açıklaması olarak yorumlar ve bizi de işaret ettiğini görmezse, bu büyük talihsizlik olur.”

Stalinizm ve McCarthyizm dikkate alınmasa bile, gittikçe daha fazla Amerikalı hükümetin ne kadar ‘büyümekte olduğunun’ farkına varıyordu: vergilerin ne kadar yüksek olduğunun; giderek artan kural ve düzenlemelerin iş hayatına ve hatta günlük hayata nasıl sızdığının; özel hayatın her yönüyle ilgili bilgilerin sadece devlet bürosu değil, özel kredi sistemleri dosyalarına nasıl girildiğinin…

1984, bu nedenle, Stalinizm için değil, hatta genel olarak diktatörlük için bile değil, sadece – hükümet için ayağa kalktı. Hatta devlet yönetimi bile ‘1984 vari’ görünüyordu ve ‘Büyük Birader seni izliyor’ ibaresi, bireyin kontrol edemeyeceği kadar büyük olan her şeyi ifade ediyordu. 1984’ün belirtisi sadece büyük hükümet ve büyük iş dünyası değil, aynı zamanda büyük bilim, büyük emek, büyük olan herhangi bir şeydi.

Aslında, 1984 korkusu, kitabı okumamış olan ve içerdiklerine dair hiçbir fikri bulunmayan birçok kişinin bilincini etkiledi; bu insanlar 31 Aralık 1984’ten sonra başımıza ne geleceğini merak eder hale geldi. 1984 yılına gelindiğinde Birleşik Devletler hala varlığını sürdürürken ve bugün de aynı sorunlarla karşı karşıya kalırken, içimizi endişeyle dolduran, yaşamın bilmem hangi yönüne dair korkularımızı nasıl ifade edeceğiz? 1984’ün yerini alacak hangi yeni buluşa imza atabiliriz?

Orwell, kitabının yakaladığı başarıyı görecek kadar yaşamadı. Bir kuşak Amerikalının kendilerini rahatsız edecek bir yıl olan 1984’e nasıl girdiklerine tanık olmadı. Orwell, Ocak 1950’de Londra’daki bir hastanede tüberküloz nedeniyle, kitabın yayınlanmasından birkaç ay sonra kırk altı yaşında öldü. Yaklaşan ölüm konusundaki farkındalığı kitabın acılığına katkıda bulunmuş olabilir…

 

Çeviren: Nesli Türk

 

YAZININ TAMAMI: http://www.newworker.org/ncptrory/1984.htm

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl