Ana Sayfa Kritik Musa Eroğlu ve Gülşen’i yargılamaya hakkımız var mı?

Musa Eroğlu ve Gülşen’i yargılamaya hakkımız var mı?

Musa Eroğlu ve Gülşen’i yargılamaya hakkımız var mı?

Dini duygular ve kutsal öne sürülerek düşünce ve ifade özgürlüğü kısıtlanabilir mi? Düşünce ve ifadenin bir sınırı olmalı mı? Bu soruları son dönemde medyaya yansıyan iki olay üzerinden tartışmak istiyorum. İlk olay, Gülşen Bayraktar’ın imam hatiplilerle ilgili hiç doğru bulmadığım sözleri diğeri de Musa Eroğlu’nun Hz. Ali ve Alevi dedeleri hakkındaki kabul edilemez sözleri.

Şimdi soruları bir de başka türlü kuralım. Acaba dini değerlerim, kutsalım bahanesiyle birileri diğerlerini ötekileştirerek onlar üzerine tahakküm mü kurmak istiyor? Yoksa din, bazı insanlar tarafından iktidar için kullanılan bir araç mı? Bu soruları soruyorum, çünkü “dini değerlerimize ve kutsallarımıza söz söyleyemezsiniz” diyen muhafazakâr kesim, ötekileştirdikleri hakkında her sözü söylemeyi kendine hak olarak görüyor! Dindar olan kişi iki yüzlü olabilir mi? Müslümanlık hoşgörü diniyse bu dine inanların önemli bir kısmı neden bu denli hoşgörüsüz? Kutsal ve dini değerler bahane edilerek kaç can alındı, diye sorsam… Evet, bu uğurda ne yazık ki çok kan aktı.

Düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda sınırsız bir tavır takındığımı belirtmeliyim. Bu konudaki tek kırmızı çizgim çocuklardır. Avrupa, düşünce ve ifade özgürlüğüne yaşadığı iki paylaşım savaşı yüzünden sınır getirmiştir. Bu sınırı, yaşadığı trajik savaşların yarattığı tramvaya bağlıyorum. Örneğin biri çıkıp “Yahudiler katledilmelidir,” derse bu kişi Avrupa yasalarına göre nefret söyleminde bulunduğu, ırkçılık yaptığı için cezalandırılır. Öte tarafta Amerika’da bu söylemin, sadece söylem olarak kalırsa, karşılığında herhangi bir cezai yaptırımı yoktur.

Bir düşünce, toplumsal karşılık bulursa siz ne kadar yasaklarsanız yasaklayın, o düşüncenin kökünü kurutmaya çalışın, o, bir yolunu bulup yeşerecektir. İnsanların içinde nefret varsa, buyursun söylesin. İçinde tutup ikiyüzlülük yapacağına açıkça duygularını ve düşüncelerini ifade etsin. Alevilerin aşağılık olduğunu mu düşünüyorsunuz, buyurun söyleyin. İmam Hatiplilerin sapık olduğunu mu düşünüyorsunuz, buyurun söyleyin. Mültecilerin asılması gerektiğini mi düşünüyorsunuz, buyurun söyleyin. Eğer bu söyleminiz toplumsal anlamda bir karşılık bulacaksa zaten bulur. Yasaklamalarla, baskıyla bunun önüne geçemezsiniz. Aziz Nesin düşüncelerini söylediği için mi Sivas katliamı oldu? Aziz Nesin’den önce Alevilere katliam yapılmadı mı? Eğer toplumun içine kin ve nefret birikmişse, kimsenin kuşkusu olmasın, bu kin ve nefret önünde sonunda öyle ya da böyle açığa çıkacaktır. Tarih bu tip örneklerle doludur.

Amerika’da bir karikatürist Hz. İsa’yı son derece sapkın bir şekilde çizebilir mesela. Ben bunu doğru bulmam, ama toplumu kin ve nefrete sürükleyecek diye ceza almasını da istemem. Şunu söyleyebilirsiniz, “Ama bizim ülkemizde durum böyle değil, insanlar galeyana gelebiliyor. Bu söylemler, örneğin Gülşen’in söylemi, toplumun karışmasına, kan akmasına sebebiyet verebilir.” Cevabım şu: Karışsın! Eğer toplum bir kişinin içindeki çirkinlik yüzünden karışacaksa o toplum çoktan çökmüştür zaten. Kaldı ki her insanın içinde çirkin düşünce vardır. İnsan, melek değildir.

Ülkemizin mütedeyyin kesimi herkese, her kesime her türlü hakarette bulunur. Yıllardır görüyor yaşıyoruz. İktidarda oldukları için herhangi bir cezai yaptırıma maruz kalmazlar. Kalmasınlar. Söylediğim garibinize gidebilir! ‘Kötücül’ düşünce ve duyguları eyleme geçmediği sürece herkes her şeyi düşünüp söyleyebilir, söyleyebilmeli de. Her insan bir dini grup ya da bir millet ya da bir kesim insan hakkında düşüncelerini, duygularını söyleyebilmeli ve karşılığında bir yaptırıma maruz kalmamalı.

Bir insanın yanlış sözü, çirkin duyguları, ırkçı düşünceleri onun sorunudur. Hem bunu bir fırsat olarak da değerlendirebiliriz. Bu kişinin ya da topluluğun duygularını, düşüncelerini öğrenip onu daha barışçıl düşüncelere sevk edebiliriz. Onun birinin canını yakmamasını, kötücül duygu ve düşüncelerinin eyleme geçmemesini sağlayabiliriz.

Duygu ve düşünceler, yasaklarla bastırıldıkça hem bireysel hem de toplumsal hastalıklar ortaya çıkar. İnsanların ve toplumların ruhsal hastalıklarının kökeninde, çoğunlukla, serimlenmemiş duygu ve düşünceler yatar.

Konunun bir diğer boyutu da her iki sanatçının da sözlerinin günler, aylar sonra servis edilmesi. Bu durum, iktidarın, yıllardır hor gördüğü Aleviler’i de dini ve kutsal değerleri bahane ederek kendi saflarına çektiğini gösteriyor olabilir mi?

Gülşen, hapse girmesine sebebiyet veren sözlerini bana söyleseydi ona şu cevabı verirdim: “İmam hatipte okuyanlar liseli, henüz çocuk. Çocuklara sapık dememelisin. Eğer bir çocuğu İmam Hatip’te okuyor, diye sapık olarak görüyorsan belki de bir hekime görünmen gerekir. Sana bu konuda yardım edebilirim.” Evet, muhtemelen bunları söylerdim. Öte tarafta sözlerinin karşılığı kesinlikle hapis değildir. Birileri şunu söyleyebilir, “Kimse kimsenin dini değerlerine kutsalına hakaret edemez!” Bence de etmesin, ama diyelim ki etti, ne yapalım o kişiyi hapse mi tıkalım, kaldığı oteli mi yakalım? Onu hoş görmek, ona yanlışını göstermek, onu iyileştirmek daha insani ve değerli değil mi?

Gelelim Musa Eroğlu’nun sözlerine. Her dinde mitolojik unsurlar vardır ve ruhban sınıfı bu unsurları korku salmak ya da kitleleri etkilemek adına kullanmıştır. Elbette herkesin aklına şu soru gelmiştir: Hz. Ali, Allah’ın Aslanıysa nasıl olur da öldürülebilir? Bu sorunun cevabı akılla açıklanamaz. Musa Eroğlu, akılla inancın karıştırılmaması gerektiğini bilmiyor mu? Musa Eroğlu, bu gerçeği bilmeyecek kadar cahil mi? Gördüğüm kadarıyla değil. Hz. Ali’yle ilgili sözlerini konuşmaya dahi gerek yok. Peki ne yapalım? Musa Eroğlu’nu linç mi edelim, hapse mi tıkalım, albümlerini mi yasaklayalım, saz çalamasın diye ellerini mi keselim yoksa üzerine benzin döküp yakalım mı?

Birkaç çift lafım da kendini sol, feminist ya da liberal olarak tanımlayan bazı çevrelere? Gülşen’in arkasında durduğunuzu görüyorum. İyi de yapıyorsunuz, tebrik ederim. Peki, mahkemesi görülmemiş, suçu sabit olmamış yazarlar linç edilirken, o yazarlar kitaplarıyla cezalandırılırken neden siz de o linçe ortak oldunuz? Şimdi mahallenizden biri hapse girince, sanata ve sanatçıya özgürlük derken neden o dönemde yazın sanatçılarının masumiyet karinesini yok saydınız? Sosyal medyayı ve gazeteleri post modern engizisyon mahkemesine çeviren sizler değil miydiniz? Bir yandan Hitler’in Kavgam kitabını basarken diğer yandan mahkemesi görülmemiş suçlu olduğu netleşmemiş yazarları kitaplarıyla cezalandıran ‘yayıncı’ları siz alkışlamadınız mı?

Demem o ki, her kesim öncelikle kendi içindeki faşistle yüzleşmeli!

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl