Ana Sayfa Kritik Olmadığım Yerde Huzur

Olmadığım Yerde Huzur

Olmadığım Yerde Huzur

Azınlık Olmanın Hediyesi

Azınlık olmak bir yanınla bir çoğunluğun karşısında etkisiz, kaybeden ya da katlanan olmak demektir. Fakat bunun yanında azınlık; edilgen olmayan, yola getirilemeyen, karşıt olan da demektir. En azından uzaktan asi gözükebilir, yer yer ironin cool mevkiinde konumlanabilir azınlık. Mağrur- ben demiştim, vakur- öyle imkânı yok, gururlu- çoğunluktan değilim; deme şansını da hediye eder azınlık olmak.

Azınlıkta, dağınık talepler etrafında askeri müşterektlerde birleşebilen küçümen bir çoğunluk gözümde belirir. Riskli iştir azınlık olmak, yaşamı tedirgince yaşamayı seçmiştir. Fakat insan yaşamı için çok gözükse de değişimin kapladığı zaman aralıklarında, dün azınlık olan yarın çoğunluğu da oluşturabilir.  Çoğunluğu oluşturmasa dahi azınlık bütünü belirleyen, ona yön veren bir etki gösterebilir. Misal 1968 gençlik başkaldırısı bir azınlık kalkışı olsa da uzun vadede politik olmasa da kültürel olarak geleceği belirleyebilmiştir. Şair Ece Ayhan’ın sık sık iktisatçı Ricardo’dan verdiği örneği anımsayalım: Marjda olan risklidir ama piyasayı da marjda olan ürünler tayin eder.

Marj sınırına ya da sınır aşımına gelinince çoğunlukta, azınlıkta marjda olanı bir risk görüp onu ezebilir ya da en azından onu silikleştirebilir ve ona yaşam alanı vermek istemeyebilir. Misal Sovyet Devrimin ilk döneminde avangard tavır (gelecekçiler, inşacılar vb) bir alternatif azınlık iken, sürecin ilerisinde marjda bir tehditte dönüşmüştür.

 

Aidiyetsiz Denen Bela

Eğer azınlık merkeze karşı bir küçük kalabalıksa, her ne kadar dilim varmıyorsa marj nedir? Belki artık marj yerine başka bir terim devşirme vaktidir. Kimdir bu kişi? Bütüne uyamayan, kendini herhangi bir yere ait olarak göremeyen, çok’laşma şansı bulunmayan öznelliklerdir.  Uyumsuz bir birey, yaşamı bilinen şekliyle yaşamayı seçmeyen ya da onu kıvıramayan bir kişidir.

Yine Ece Ayhan’ın marjinallik sıklıkla serserilikle, berduşlukla karıştırılır uyarısını akılda tutmakta fayda var. Zira uyumsuz birey deyince bencilce yaşayan, toplumun riskli ya da yanlış addettiği her haltı yiyen kişi akla gelebilir. Misal Paris Komünü bir azınlık kalkışı olarak tarihte yerini alsa da o kalkışta yer alan şair Arthur Rimbaud, küçükte olsa bir bütünün parçası olarak tarif edilemeyecek bir yoğun öznelliğe sahiptir.

Bu manada dünyadaki akışta bütünün (merkezin ya da iktidarın) karşısında toplanan azınlıklar ile hiçbiryer’e ait olmayan ya da olamayanları ayıklamak gerekir. Baudelaire’in deyişiyle “her nerede değilsem orada mutlu olacakmışım gibi gelir” diyenleri bir kenara koymak.

Çok şey denebilir tabii, ama sanırım ben şu menzil de olabildiğince söylemi azaltmak, kendim gibi düşünmek, ifade etmek istiyorum. Göçebelik, yersiz-yurtsuzluk, marjinallik vb tüm tanımlar yaşanan dönemleri, hikâyeleri, deneyim ve travmaları fazla parantez içine alıyorlar.

Yine de isimler düşüyor aklıma, Henri Michaux, Anna Kavan, Behçet Sefa gibi yalnızlar..

Şiirin Akıbeti

Endüstri Devrimi sonrası şair yazmanın ötesinde başka misyonları sırtlamaya başlıyor. Romantizm ile başlayan itirazlar ve manifestolar sembolizm, dada, sürrealizme değin büyüyerek, kök salıyor. Misal Rimbaud şaire kâhin olma misyonunu koyup, şair hayvanlardan bile sorumlu diyor. Bu noktada şiirin değişim, kaos ve ütopya ile sarmalanan yeni ödevleri modernin serüveni boyunca ilerliyor. Şair bir nevi sanatçının da siyasetçinin de önünde bir yere mevzileniyor.

Aslında şair hep azınlıkta kalsa da, bir söylem gücü var. Misal faşist işgal altındaki Paris’in semalarından müttefik kuvvetlerin uçakları halka Paul Eluard’ın şiirlerini ulaştırıyor. Bu içinde yaşadığımız 21. Mantalitesi içinde karşılığı olmayan bir misyona denk geliyor. Şimdi bir benzeri olsa bir rap şarkıcısının müziğinin gökten çalınması çalınması bu örneğe denk gelebilir.

Akan zaman içindeki değişime baktığımızda, 2. Dünya Savaşı sonrası süreçte önce çağdaş sanat sahnesinin şairin öncü misyonu ötesinde, şiirselliği üretiminin önemli bir parçası haline getirdiğini görüyoruz. 60’lar ile rock müzikte şiirin söyleminin ciddi bir bölümünü sanatının bir parçası haline getiriyor. Misal Baudelaire ve Rimbaud’u takiben bir şair olmak için New York’a giden Patti Smith’in bir rock yıldızına dönüşme serüveni gibi.

Sonuçta; 68 yenilgisi sonrası avangard hareketlerin dağılması ya da biçim değiştirmesinin etkisi en çok şiiri vuruyor. MTV, video oyunu ve yeni yükselen değerler sisteminde şiirin etki gücünün yitirilmesinin izi sürülebilir.  Dün şiire denk düşebilecek bireysel hareketler, teknolojinin hâkim olduğu toplum mantalitesinde karaoke’den spoken word’e, rap’ten youtube’a değişken bir mikro dalga etkisi altına giriyor.

Bu noktada şiirin azınlığı nerde başlar? Ki şiirin kendisi ve yükü gündelik hayat içinde atomize bir azınlığa dönüşmüşken. Popüler bir tekerleme ya da ninniye dönüşmemiş ise kitleler tarafından önemsenmeyen şiir, kendi iç uzayı içinde daha teorik daha denemeci daha polemikçi bir hareketlilik içine giriyor. Bizde 2000 sonrası şiir yazan insanların teori ve eleştiri ile büyüyen ilişkisi, çıkan büyük polemikler ve manifestolar bu bereketli halin birer göstergesi. Misal dar da olsa belli bir para ekonomisi kuran çağdaş sanat dünyası içinde teori, polemik ve eleştiri ne kadar düşük ses ile dile geliyorsa, maddi bir ekonomisi kurulamayan şiir dünyasında volüm sürekli artabiliyor.

Sanırım son 300 yılda şiirin de içinde büyüyüp, köklenip, söz sahibi olduğu gerçeklik bu gün çoktan çatırdamış durumda. Şimdi deneyimlemekten öte maruz kaldığımız bir yeni gerçeklik içinde şiirin akıbetinin ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Hölderlin’den Blake’e, Rimbaud’dan Adonis’e bahsedilip duran tufanın tam ortasındayız. Artık yıkım ya da kıyamet yaşanılan ve anlamlandırılmaya çalışılan çağın doğal parçaları.

Bu noktada düşmüş olduğumuz dünyaya ait hakikat parçalarını toplayıp, ifade etmeye çalışan her azınlık ferdi, bu gün şiirin ne olduğu ya da olmadığına dair çabaya bir taş eklemiş özne olacaktır.

2021- hasanpaşa

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl