Ana Sayfa Dosya RUSYA’NIN RUHU: ALEKSANDR PUŞKİN ve RUS ROMANTİZMİ

RUSYA’NIN RUHU: ALEKSANDR PUŞKİN ve RUS ROMANTİZMİ

RUSYA’NIN RUHU: ALEKSANDR PUŞKİN ve RUS ROMANTİZMİ

Orada Rus ruhu var… Orası Rus kokuyor!

Ben de oradaydım ve bal şarabı içtim;

Gördüm denizin kıyısındaki yeşil meşeyi;

Altında oturdum ve bilge bir kedi

Kendi masallarını anlattı bana.

Aleksandr Puşkin, Ruslan ve Ludmilla, 1820

Ve sonunda doğacak mı yurdumun üzerinde
Güzel şafağı bilginin ve özgürlüğün?

Aleksandr Puşkin, “Köy”, 1819

Rusya’nın çalkantılı, uzun on dokuzuncu yüzyılının birçok esere konu olduğu ve büyük yazarlar, şairler yetiştirdiği bir gerçektir. Ama Rus edebiyatının içinden çıktığı toplumu ifade etme becerisini her şeyden çok Aleksandr Puşkin’e borçlu olduğu ve Rusya’nın dilini, tarihini, coğrafyasını eserlerine konu etme konusunda sonraki nesillere ilk ilhamı Puşkin’in verdiği tartışılmaz bir başka gerçektir. Ben de bu yazıda Puşkin’i ve onun yarattığı Rus Milli Romantizminin bazı karakteristik özelliklerini incelemeyi bu nedenle seçtim.

***

1820’den 1840’lara uzanan dönem, Puşkin’in Ruslan ve Ludmila’sından (1820) Lermontov’un Zamanımızın Bir Kahramanı’na (1840) varan gelişim seyriyle, 1842’deki Gogol’ün Ölü Canlar adlı eserinden 1899’da Tolstoy’un Diriliş’ine dek süren Rus edebiyatının yarım asırlık altın çağının hazırlık evresidir. 1820-1840 dönemi aynı zamanda Rus edebiyatının nazımdan nesire geçiş dönemi olarak da ele alınabilir. 

Araştırmacılar bu Romantik dönemi, Rus milli bilincini uyandıran Napoléon Savaşları ve Dekabrist Ayaklanmasıyla olduğu gibi, 1810’lu, 20’li yılların iki uluslararası Britanyalı edebiyat fenomeni olan Lord Byron (ö. 1824) ve Walter Scott’la da (ö. 1832) ilişkilendirme eğilimindedir. Byron tipi kahramanlar (Byronic hero) ve Scott tarzı tarihsel romanlar bu dönemde hakikaten Avrupa Romantizmlerine benlik, özgürlük ve tarih merakı aşılamıştır. Ancak Rusya’daki Romantik akım, başka müdahalelerden de etkilenmiştir. Çar Aleksandr’ın istibdadı gibi… Aleksandr Radişçev gibi sanatçı ve düşünürlerden gelen Aydınlanmacı, devrimci ve özgürlükçü taleplerin yarattığı tehlikenin görülmesiyle beraber, Rus bürokrasisinde, daha önceki nesillerden Nikolay Karamzin gibi entelektüellere verilen yüksek mevkiler artık verilmez olmuş, hatta sürgüne gönderilen muhalif aydınların acı kaderinin yarattığı kırılmayla devlet kadroları entelektüellere çok daha az sunulmuştur. Bu da şair ve yazarı, filozof ve gazeteciyi zihnen biraz daha memuriyet beklentisiz, biraz daha hür fikirli, biraz daha bağımsız bir pozisyona yöneltmiştir. Yekaterina ve I. Aleksandr’ın despotizminin ardından, tahta çıkan Çar I. Nikolay başlangıçta sanat ve düşünce insanlarına biraz daha sevimli görünmüş ve 1830’lu yıllarda usul usul şekillenip genişleyen edebiyat ve basın-yayın dünyası, Rusya’nın kültür hayatında şairi ve yazarı kendi parasını kendi eserleriyle kazanmaya çalışan bir tipe dönüştürmeye başlamıştır. Sayıları hızla artan edebiyat ve kültür-sanat dergileri, günlük gazeteler ve kurulan fikir kulüpleri çeşitli edebiyat çevrelerinin doğuşuna mekân olmuştur. Böylece aristokrat kökenli olmayanların da yazarak yaşamak konusunda hayallerinin peşine düştüğü görülmüştür. Bu durum şehrin sokaklarında dolaşan ve biraz da meteliksiz olan bir genç yazar tipinin doğuşuna da yol açmıştır.

Bununla beraber, Rusya’nın o dönemki sanat ve düşünce dünyası hâlâ büyük ölçüde toprak aristokrasisinin söz dinlemez çocuklarının ağırlıkta olduğu, eğitim görmek veya bürokraside görev almak üzere St. Petersburg ve Moskova’da toplaşmış, Çarlığın Batı kanadının komşu olduğu ülkelerden gelen mürebbiyelerle büyümüş ve henüz standartlaşmamış olan Rusçadan ziyade Fransızca okuyup konuşmayı seven bir aydın profili verir. Heyecanı bol, dramı yüksek bir hayat yaşamak isteyen ve hem salon yaşamında hem de halk nezdinde de kabul görmeyi hedefleyen bu asi gençlik, eserlerinde de, kişisel yaşamlarında da yüksek dozda aksiyon-macera peşindedir. Sonraları Jön Türk düşüncesinde bir benzerini göreceğimiz bu Genç Rus aydınlarının ortaya koyduğu eserlerde de, yarattıkları ‘persona’larda da ima dolu bir gizem, ayırt edici bir alamet-i farika ve şövalye ruhluluk dikkat çeker. Zamanın ruhu böyledir…

***

Aleksandr Sergeyeviç Puşkin (26 Mayıs 1799–29 Ocak 1837) 18. yüzyıl Rus Çarlığının soylu bir ailesine mensuptur. Dönemin bütün elitleri gibi, Puşkin ailesi de alabildiğine enternasyonal bağlara sahiptir; o kadar ki, Puşkin, anne tarafından Habeşistan kralının oğlu olan Siyahi ve Müslüman bir kökene de sahiptir.1 İlk çocukluk döneminde Eski Yunanca ve Latince dâhil, çeşitli Batı dillerinde eğitim gören Aleksandr Puşkin, bir benzeri Osmanlı’da Mekteb-i Sultani adıyla açılacak olan emperyal lisede okur. 19. yüzyılın başlarında Rusçanın en büyük şairlerinden kabul edilen Gavrila Derjavin’in bu okulu ziyaret ettiği sırada şiirlerini dinleyip şaşırdığı, olağanüstü bir yetenektir genç Puşkin.

Bu dönem Napoléon’un devrimci ordularının (Grande Armée) Moskova önlerine dek gelip şehri kuşattığı (1812) ve kanlı bir püskürtmenin ardından Rus güçlerinin Fransızları Paris’e dek kovaladığı; Avrupa’yı devrim dalgasından kurtaran bir kahraman olarak Çar Aleksandr’ın gücünün zirvesine ulaştığı yıllara tekabül ediyordu. Bu büyük mücadele aynı zamanda “Rus ulusunu uyandıran” olaydı.2 Bir yandan da Goethe ve Schiller’in Almanca üzerinden, Lord Byron ve Walter Scott’un Fransızca çevirileri üzerinden Rusya’nın edebiyat çevrelerine ulaştığı ve büyük heyecanlar yarattığı bir dönemdi bu.

Aslında 1812 Direnişi sadece çarın otokrat özgüvenini artırmamış, Çarlığın Aydınlanmacı, liberal ve devrimci muhaliflerinin de Rusya tahayyülünde bir eşik olmuştur. Sınırları hâlâ netleşmemiş olan Rusya’yı Rus aydınlarının gözünde vatanlaştıran etkisiyle, bu savaş Rus tarihine dönük büyük bir merakın da uyanmasına vesile oldu.3 Büyük bir kendini keşif başlıyordu. Rusların ‘Volksgeist’ı, ‘milli ruh’u üzerine bir edebiyat yavaş yavaş da olsa oluşmaya başladı. Aleksandr Puşkin fenomeni işte bu dönemin kırılma noktasında ortaya çıktı.

Okuma sevdalısı Puşkin, zekâsından şüphe edilmese de, dersleri pek önemsemeyen bir öğrenciydi. Okulun katı disiplini onu bezdiriyor, etraftaki çocukların ilgi alanları onun ruhunu saran büyük heyecanları karşılamaya yetmiyordu. Disiplin cezalarıyla geçen o birkaç yılın ardından, Puşkin mezun olup Dışişleri Bakanlığında göreve başladı (1817). Puşkin’in yükselişi, 1820’deki ilk şiir kitabı Ruslan ve Ludmila4 ile hız kazandı. Fakat genç şairin gözden düşmesi de aynı hızla gerçekleşti.

***

Havai kaderin öğrencileri

Dünyanın zalimleri! Titreyin!

Siz ise, boyun eğmiş köleler

Metin olun ve kulak verin, isyan edin!”

dediği “Özgürlük” adlı kasidede Puşkin aslında tam da çağın ruhunu yansıtıyordu.5 1819’da İngiliz Percy Shelley “Anarşinin Maskesi”nde neredeyse aynı sözlerle halkını özgürlüğe çağırıyordu. Bu özgürlük çağrısını 1823’te Dionysos Solomos Yunancada, 1830’da Victor Hugo Fransızcada, 1831’de Adam Mickiewicz Lehçede –ve 1870’lerde Nâmık Kemal Türkçede– dile getirerek Puşkin’in sesinin bütün Avrupa’da sathında yankılanmasını sağlayacaktı…6

Puşkin zorunlu görev adıyla Güney Rusya’ya sürüldü. Asıl sebep, balo salonlarında sosyalleşen soylu gençlerinin aksine, özgürlük arzusunu devrimci heveslerle harmanladığı görüşlerini doğru bildiği şekilde ve cesurca dile getiriyor oluşuydu. Henüz on sekizinde, özgürlüğün yakın olduğunu dile getirdiği şiirlerle bir devrin sonunu müjdelemişti. Herhangi bir yerde yayınlanmamış olan şiir ortaya çıktığında St. Petersburg çevrelerinde bunun iyi karşılanmayacağı kesindi.7

Aslında Puşkin’in gadre uğramasına konu olan fikirler, Napoléon’un ordusunu kovalarken Paris’e kadar giden pek çok Rus subayının da etkilendiği özgürlük ve adalet talepleriydi. Ancak 1815’teki Viyana Kongresi nasıl bütün Batı ve Orta Avrupa’da muhafazakâr rejimleri daha da muhafazakârlaştırdıysa, Rusya’daki etkisi de öyle olmuştu. Ne var ki, sansür, polis takibi, ispiyonculuk ve sürgün gibi önleyici tedbirlere rağmen çağın ihtiyacı gereği devam eden okullaşma, yaygınlaşan basın-yayın ve çeşitlenen çeviri faaliyetleri ülkenin gelenekselleşmiş otoriter yapısıyla yenilikçi genç zihinleri arasındaki gerilimi büyütüyordu.

Sibirya madenlerinin derinliklerinde
Bekleyin, yitirmeden gururlu sabrınızı.
Boşa gitmeyecek acılı çabanız
Ve düşüncelerinizin yüce amacı.

Bahtsızlığın sadık kızkardeşi
Umut, karanlık zindanınızda
Diri tutacak dinçliği ve neşeyi
Ve gelecek beklenen o zaman da:

Kırarak kilitleri aşk ve dostluk
Ulaşacak yanınıza.
Sürgün hücrenize nasıl
Benim özgür sesim ulaştıysa.

Düşecek ağır prangalar;
Ve yıkılan zindanların kapısını
Aşarak sevinçle girecek içeri özgürlük
Ve kardeşleriniz uzatacak kılıçlarınızı.”

Puşkin’in bu tondaki pek çok şiiri, I. Aleksandr döneminde de, sonrasındaki dönemin Rusya’sı için de fazlasıyla devrimci bir Romantizm demekti.8

Birçokları gibi Sibirya’ya sürülmek yerine, genç Puşkin, ayak altında dolaşmayacağı ücra bir köşeye, Güney Rusya’ya görevli olarak gönderilmişti. Bugünkü Moldova ve Ukrayna coğrafyasındaki bu sürgün bir bakıma genç şaire yaradı ve Kafkas Tutsağı (1821), Bahçesaray Çeşmesi (1823), Çingeneler (1824) ve başka birçok anlatı-şiir kaleme aldı ve başyapıtı olan nazım-roman Yevgeni Onegin’in ilk bölümünü bu dönemde şekillendirdi.

***

1825’i 1826’ya bağlayan kışın başında Çar Aleksandr ölür ve tahta kimin çıkacağına ilişkin belirsizlik sürerken orduda hürriyetçi subaylarca başlatılan bir isyan patlak verir. Puşkin St. Petersburg’un ışıltılı salon yaşantısına geri dönmeyi beklerken, Dekabrist devrim [Aralık Devrimi] teşebbüsü bastırılır ve orduda büyük bir temizlik yapılır.9 Daha sonra, bizatihi Çar Nikolay’ın “Petersburg’da olsan Dekabristlerle hareket eder miydin?” sorusuna muhatap olduğunda, Puşkin, devrimci subayların yakın arkadaşları olduğunu ve arkadaşlarından ayrı hareket etmeyi onuruna yakıştıramayacağını ifade eder. Aldığı cevaptan etkilenen Nikolay, dürüstlüğü nedeniyle şaire dostluk elini uzatır (ki bu görüşme nedeniyle Puşkin devrimci muhalifler tarafından “kendini Saraya peşkeş çekmekle” suçlanmıştır). Bir başka açıdan bakıldığında, bu durumda, Puşkin 1825 kışını sürgünde geçirmesi nedeniyle hayatta kalmıştır da denebilir…

Dekabrist hareketin yüz yıl sonrasında Puşkin’e ve dönemine bakan Anatoli Lunaçarski, o baskıcı atmosferi ve Puşkin’in durumunu ustaca dile getirir:

Biz Novikov ile Radişçev’i bir kenara bırakıp Puşkin’in tüyler ürpertici haykırışını anımsayalım: ‘Akıllı ve yetenekli biri olarak Rusya’da dünyaya gelmem şeytanın fikri olsa gerek.’ Herkesle iyi geçinebilen (…) Puşkin’in kurbanı olduğu toplumsal rezalet onun Dekabristler ile Jandarma Nikolay arasındaki durumunun doğal sonucuydu.”10

Bu konuda Puşkin hiç de yalnız değildi. Birçok Rus düşünce ve sanat insanı hem ruhsal hem bedensel acılarla sınanmaktaydı. Sürgün, diğerlerine bakınca, Puşkin gibi göz önündeki biri için olabilecek en “nazik” ceza olmuştu. Nitekim geri dönüşü adeta ikinci bir doğuş olacaktı.

***

Belinski’nin Yengeni Onegin için yaptığı meşhur benzetmeyi, Puşkin’in eserlerinin tamamına teşmil ederek söyleyebiliriz: Puşkin’in eserleri bir “Rusya ansiklopedisi”dir. Onun anlattığı her kimi ele alırsak alalım, Rusya’nın hem geçmişinde hem geleceğinde daima var olan toplumsal tipleri karşılamaktadır. Yüzbaşının Kızı’nda anılan bir karakter, mesela babacan kale komutanı Ivan Mironov da, Yevgeni Onegin’deki hüzünlü Tatyana da Rus insanını bütünüyle temsil eden sahici ve kalıcı karakterdir.

Sadece tiplemeler değil, dekor da bütünüyle Rusya’yı temsil eder. 1825’te yazdığı Boris Godunov’da tasvir edilen Rusya, az çok ortaçağdan çıkmakta geç kalmış bir toplum tasviri olarak Rus tarihine ne denli ışık tutuyorsa, Bahçesaray Çeşmesi’ndeki kültürel detaylar da gitgide genişleyen Rusya coğrafyasına o denli ışık tutmaktadır. 1832-33 yıllarının ürünü olan Dubrovski, Rus toprak aristokrasisi ve devlet yönetimi arasındaki ilişkiyi, Kirila Petroviç karakteri eliyle Byronesk bir ironiyle sunar.

Puşkin’in son döneminde kaleme aldığı eserlerinden biri olan Maça Kızı’ndaki (1834) Hermann karakterini ele alan Dostoyevski, onu Suç ve Ceza’sındaki Raskolnikov’un atası kabul eder ve Puşkin’in sürekli başka sosyal tipler yaratabilme gücünü saygıyla selamlar.

Puşkin’in eserlerinde gözleri nemlendiren masumane ve biraz da iç burkan bir aşk hikâyesi, (Pugaçev’le Pyotr’ın bir tavşan kürklü bir kaban alışverişi örneğindeki gibi) kaderin çarkında yaşamı ölümden ayıran bir küçük tesadüf yahut bir düello macerası mutlaka yer alır. Subaylar ve köylüler, soylular ve silahlar, Puşkin’in gözünde, Rus usulü şövalyeler yaratmak adına olmazsa olmaz unsurlara dönüşmüştür. Mutsuz aşk, kaderin cilvesi ve yaşamak için öldürme isteği, Puşkin-sonrası Rus edebiyatının büyük yapıtlarının güçlü sütunları olarak işlenmeye devam edecek konulardır.

***

Hiç şüphesiz, Puşkin zaptedilmesi güç bir karakterdi. Taşkınlığa meyilli kişiliği onu bir bakıma “Rusya’nın Lord Byron’ı” diye niteleyebileceğimiz düzeydeydi.11 Yüksek yaşam enerjisi onu ailesine karşı, sevdiği kadına karşı, hatta çar hazretlerine karşı birçok defa zor durumda bırakmıştı. Risk almanın hazzını duyduğu kumar gibi, zihnini açtığını söylediği içkiye de düşkündü. Flörtöz bir adamdı ve terbiye edilmesi için evlenmesi gerektiği yönünde bolca telkin dinliyordu. Yine de bu konulardaki yönlendirmelere otuzuna dek kulak asmayacaktı… Dahası, genç şair şöhretinin doruklarındayken bile hiç geri adım atmadığı bir kötü huya sahipti. Aleksandr Sergeyeviç Puşkin on sekiz yaşından itibaren tam 28 kez düelloya girmiş ve sağ çıkmıştı. Otuzunda evlendiği ve görenlerin “dünyanın en güzel kadını” dediği Natalya Gonçarova’yla ilgili bir kıskançlık krizi nedeniyle –bir rivaye göre de, Gonçarova’ya hayran olan Çar Nikolay’ın kurdurduğu bir komployla– girdiği 29. düelloda aldığı yara, birkaç gün sonra Puşkin’in ölümüne neden olacaktı…

Puşkin öldüğünde henüz sadece 37 yaşındaydı. 2,05’lik boyu, 130 kiloluk cüssesiyle koca Çar, Puşkin’in cesedinden ve halkın ayaklanmasından korkmaktaydı. Saraydan gelen emirle, şairin cenazesi kimselere duyurulmadan gece yarısı yapıldı. Bu cenaze Puşkin’e öylesine yakışmadı ki, 1880’de Çarın şehrinin kalbine Puşkin’in anıtı dikilirken Turgenyev’den Dostoyevski’ye Rusya’nın neredeyse bütün uluları onun huzurunda ayaktaydı.

Puşkin’in coşkun ruhu, kâğıda dökülerek dile geldiğinde, kendisini Rusçanın en güzel sözdizimiyle ifade edebiliyordu. Dünyayı içine çekmekle yetinmeyip onu içine sığdırmak ve orada öylece tutmak istiyor gibiydi adeta. Maceracılığına dönük eleştirilere cevaben,

Çünkü yasak tanımaz rüzgâr

Zincir vurulmaz kartala, genç kız kalbine

Şair de öyledir işte

İçinden geldiği gibi yaşar…”

dediği Mısır Geceleri’nde,12 özgürlük arzusu apaçık dile geliyordu. Şiirine konu ettiği gibi, övgüyü de, iftirayı da umursamıyordu; ne hakaretten korkuyordu, ne de çelenk istiyordu. Bununla birlikte, başka insanlar görmek, başka diyarlara gitmek istiyordu Puşkin. Şiirlerine konu edindiği uçsuz bucaksız denizler çok ilgisini çekiyordu.

İçimizde uzak gökyüzünün, uzak ülkelerin özlemi

Bırakalım kıyılarını köhne Avrupa’nın;

Ben, yorgun kiracısı yeryüzünün, bambaşka âlemler ardındayım;

Ey özgür okyanus, selamlıyorum seni.”13

ya da;

Bizler özgür kuşlarız, hadi davran!

O beyaz dağa doğru, daha öteye bulutlardan,

Denizin gökyüzüyle buluştuğu maviliklere,

Sadece rüzgârın ve benim gidebildiğimiz o yerlere.”14

diyordu.

Ne var ki, Puşkin o kadar da özgür değildi. Çok istemesine rağmen Çarlık ona yurtdışına çıkma izni vermemişti ve sadece bir defa, 1829’da, Rus ordusuyla beraber Kafkaslar’dan Erzurum’a uzanan coğrafyada Türkiye’nin doğusunu görebilmişti. Puşkin’in Kafkas Seferi sırasında Rus askeriyle yaptığı bu yolculuğun ürünleri, Ataol Behramoğlu’nun değerlendirmesine göre, topografyayı anlatışıyla Gorki’ye, savaş alanı tasvirleriyle de Tolstoy’un Savaş ve Barış’ına sinecek kadar büyük ve kalıcı etkiler yaratacaktı…15

***

19. yüzyıl Rus edebiyatının işlediği bütün meseleleri ilk olarak Puşkin ortaya koymuştur: Walter Scott’un etkisiyle eski zamanlara merak salan Puşkin’de tarih ve sıradan halk el ele vererek Rus romanına giriş yapmıştır. Bireyin, parçası olduğu toplumla ilişkisi, işin içine daima devleti de çekerek işlenmeye onun eserleriyle başlamıştır. Hakikaten Puşkin’in eserlerinde devletin vasıfsız bir askeri memurundan bizatihi çarın-çariçenin kendisine dek devlet bir silahlı güç olarak varlığını hissettirir. Bu metinlerde zemin garnizonlar, çiçekli köy yolları, sisli ya da fırtınalı dağ başları ve şehrin göbeğindeki şatafatlı salonlardır. Sıradan insanların yokluk içinde ama vakur biçimde yaşaması Puşkin’de dürüstçe ifadesini bulmuş; Rusya’nın derinliklerindeki kimsesiz insancıklar, eğlence düşkünü St. Petersburg elitlerinin balo salonlarıyla birkaç paragraf arayla peş peşe yer alarak birbirine yaklaşmış, Puşkin’in elinde “iki farklı Rusya”nın varlığı dile gelmeye başlamıştır.

Puşkin’i olağanüstü kılan şeylerden biri de onda çetecilerin, isyancıların, mağdurların ve madunların sese kavuşmasıdır. Okur, bir anlığına post-kolonyalist bir eserle karşı karşıyaymışçasına, bu insanların isyan etmekte haklı olduğu izlenimine kapılır.

Puşkin’i dilimize kazandıran çevirmenlerden Azer Yaran’ın da ifade ettiği gibi, “Puşkin, Rus edebiyatına destansı tavrı daha üstün düzeyde yeniden getirmekle kalma[mış], bu tür şiirin halksal bir toprakta boy attığını göster[miştir]. Puşkin’in kurucusu olduğu Rus romanının ‘halksal özü’ öykülü şiirlerinin epik dünyasından doğmuş ve olgunlaşmıştır.”16 Hakikaten Puşkin’in anlatı şiirlerine, roman ve öykülerine şöyle bir bakıldığında bile hemen dikkat çeken özellik, anlattıklarının halka dönük ve destansı oluşudur. Böylelikle Puşkin Ruslara hem bir milli kimlik inşa eder hem de onun tamamlayıcı parçalarını işaret eder. Hikâyelerinden Kırcali’de bizi Romanya-Bulgaristan dolaylarında bir Türk eşkıyasıyla tanıştırırken, Yüzbaşının Kızı’nda 1773-74’teki büyük Kossak isyanının lideri Pugaçev’le muhatap kılar. Büyük dedesini anlattığı Büyük Petro’nun Arabı adlı eserde Çar Petro tarihten çıkıp gelerek okurun karşısındaki yerini alır ya da bazen tek bir sayfaya Yunanlar, Arnavutlar, Rumenler doluşur;17 bir diğerine Ermeniler, Türkler, Acemler…18 Puşkin Gürcü hamamlarında yıkanıp rahatlarken Erzurumlu bir şair yaratıp ona İstanbul’daki sultanı eleştirecek mahareti bahşeder. Hem Kuzey Karadeniz, hem Balkanlar hem de Kafkaslar onda Rusya’yla iç içe geçer. Okuru da yabancılamaz bunu. Puşkin’in eserlerinde hikmetli Rus atasözleri bolca yer bulurken, Tatar türküleri, Kalmuk ağıtları, Ermeni tekerlemeleri, Ural masalları, çingene kıyafetleri Rusya coğrafyasının ve art-alanının doğal birer parçası olarak dile gelir ve aleni bir “öteki” olarak asla resmedilmez. Şairin Moskova’dan Osetya’ya kadar anlattığı tüm pastoral güzellikler de, halksal özellikler de bugün dahi bütün gerçekliğiyle yerli yerinde durmaktadır.

Rus ruhunun derinliklerinde görebileceğimiz hemen her şey arıtılmış şekilde dile gelir Puşkin’in eserlerinde. Boris Godunov tam olarak inanç krizi ve fetret devrinin kahramanı olarak onda kitaplaşmıştır. Rus “kozmoloji”si, kâinatı ve dünyayı kavrayış biçimi onda mizahla, acıyla, hüzünle ve Tanrı’ya ince bir sitemle süslenmiş olarak yerini almıştır. Muhtemelen bir rahibi de, bir devrimciyi de Puşkin’e hayran bırakan başlıca özellik budur.

Puşkin olağanüstü bir olaydır; belki de Rus şuuruna özgü, eşi görülmedik bir olaydır demişti Gogol. Bana kalırsa, aynı zamanda bize gelecekten bir haberdi Puşkin. Evet, biz Rusların arasına tıpkı bir peygamber gibi geldi. Petro’nun devrimlerinin üzerinden bir yüzyıl geçmişti, kendi gerçek benliğimizi yeni yeni kavramıya başlamıştık. Puşkin’in gelişi önümüzdeki karanlık yola yeni bir ışık saçtı, bize yardımcı oldu. Bu anlamda Puşkin bize gelecekten haberler getiren peygamberimizdir.”

Böyle diyordu Dostoyevski.19 Puşkin, ona göre, Rus ruhunun şifacısı; Rus insanının Rusluğa inancının peygamberiydi.

***

Puşkin Rusya’da en ıssız ıssızlığı, en uzak uzaklığı, en soğuk soğukluğu, en kara karanlığı yaşadı ve öldü. Puşkin Rusya’ya en yeşil yeşilliği, en ferah ferahlığı, en şiirsel şiirleri verdi ve öldü. Sonraki nesillere bıraktığı mirasın ne denli büyük olacağını bilerek:

Adım dilden dile dolaşacak tüm Rusya’da,

Ona özgü her dilde herkes bilecek onu,

Gururlu torunu Slavın, Finli, şimdilik yabanıl Tunguz,

Ve Kalmuk, bozkırların dostu.

Ve halk gönlünde taşıyacak beni uzun zaman,

İyi duygular uyandırdığım için lirimle,

Özgürlüğü övdüğüm için şu acımasız çağda

Ve merhamet uyandırdığım için düşenlere.”20

 

1 Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, Büyük Petro’nun Arabı, Bütün Öyküler Bütün Romanlar (içinde), çev. Ataol Behramoğlu, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 12. baskı, 2019, s. 1-43.

2 Andrej Walicki, Rus Düşünce Tarihi, Aydınlanma’dan Marksizme, çev. Alâeddin Şenel, İstanbul: İletişim Yayınları, 2009, s. 124. 1812’deki savaş, Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı gibi eserlerle edebiyattan Çaykovski’nin 1812 Uvertürü gibi klasik müziğe dek birçok başyapıtın ilham kaynağı olmuştur.

3 Bu konuda Orlando Figes, Nataşa’nın Dansı: Rusya’nın Kültür Tarihi, çev. Figen Dereli, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2018, s. 91-152 oldukça bilgilendiricidir.

4 Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, Ruslan ve Ludmila, çev. Kayhan Yükseler, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2010. Puşkin’in 1817’de, henüz liseyi bitirmeden önce yazmaya koyulduğu bu eser, Kiev prensi Vladimir’in şövalyelerinden Ruslan’la prensin kızı Ludmila’nın aşkını konu edinen bir “masal-şiir”dir. Gelini kaçırma, büyücüler, uyuyan güzel, büyülü kılıç, yiğit askerler, saray ve köyler arasında geçen eserde olağanüstüyle sıradan, esaretle özgürlük, karmaşıkla yalın iç içedir.

5 Şiirin Rusçası ve İngilizcesinin birlikte yer aldığı ve notlandırıldığı versiyon için bkz. http://poemsintranslation.blogspot.com/2015/07/pushkin-ode-to-liberty-from-russian.html (çevrimiçi), 17 Mayıs 2020. Ben çeviriyi şuradan aldım: Zuhra Fetahoviç, “A. S. Puşkin’in Eserlerinde Romantizm”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Rus Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1998, s. 52.

6 Nâmık Kemal’in “Hürriyet Kasidesi” Puşkin’le de tiranlık eleştirisinde ortaklaşmakla kalmaz, uyanıp ayağa kalkan aslan benzetmesiyle de Percy Shelley’nin ruhunu tamamen yansıtır.

Kemal şiirinde şöyle der:

Kilâb-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahrâlar
Uyan ey yâreli şîr-i jiyan bu hâb-ı gafletten.

7 John Mersereau Jr, “The Nineteenth Century: Romanticism, 1820-1840”, der. Charles A. Moser, The Cambridge History of Russian Literature (içinde), Cambridge: Cambridge University Press, Gözden geçirilmiş 5. baskı, 1996, s. 141.

8 Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, “Sibirya Madenlerinin Derinliklerinde…”, Seviyordum Sizi, Seçme Şiirler (içinde), çev. Ataol Behramoğlu, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 8. baskı, 2019, s. 95-96.

9 Susanna Rabow-Edling, “The Decembrists and the Concept of a Civic Nation”, Nationalities Papers, Vol. 35, No. 2, (2007), s. 369-391.

10 Anatoli Vasilyeviç Lunaçarski, Sanat ve Edebiyat Üzerine, çev. Kevser Kavala, İstanbul: Adam Yayınları, 1982, s. 147. Aslında Puşkin’in Rus olarak doğmuş olmasına ilişkin kadere sitemi, Rus elitlerinin geleneksel şikâyetiydi. Puşkin işi mizaha vursa da, önceki nesillerde ciddi bir aşağılık kompleksi söz konusuydu. Örneğin Sumarokov’un Canavarlar adlı eserindeki (1750) Dyulej “Niye bir Rus olarak doğdum?” diye sızlanır ve yurttaşlarından öyle tiksinir ki, kendisine “yoldaş Rus ve kardeş” diyen birisini düelloya davet eder. Forzivin’in Tuğbay’daki (1768) Ivan karakteri de “Paris’te bir kez bile bulunan kişi, bundan sonra kendini Rus görmeme hakkına sahiptir” der. 19.yüzyılın ilk çeyreğinde de Griboyedov’un Akıldan Bela adlı eserindeki Çatski karakteri, Avrupa seyahatinin dönüşünde Moskova’da nefes alamadığını, boğulmakta olduğunu söyleyerek Rusya’yı kötüler. Bu “kendinden kaçış” ve “aşırı Batılılaşma” sorunu, Batı-dışı modernleşme deneyimlerinde asilzâdelerin ortak karakteri olarak, 19. yüzyıl Türk tarihinde de gözlenmektedir. Genişçe bir değerlendirme için bkz. Figes, Nataşa’nın Dansı: Rusya’nın Kültür Tarihi, s. 74-87.

11 Tabir bana ait. Puşkin, Yevgeni Onegin’de büyük ölçüde kendisini anlatırken, eserlerinden etkilendiği Lord Byron’ın ruhuna da bir selam gönderir:
“Ben portremi çizdim sanki
Mağrur şair Byron gibi,
Şiir yazmak başkası için
Sanki zora koşar bizi,
Çizeriz hep kendimizi.”
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin,
Yevgeniy Onegin, çev. Kanşaubiy Miziev, Ahmet Necdet, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2. baskı, 2017, s. 63.

12 Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, Mısır Geceleri, Bütün Öyküler Bütün Romanlar (içinde), çev. Ataol Behramoğlu, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 12. baskı, 2019, s. 343.

13 Puşkin, “İmreniyorum sana cesur öğrencisi denizlerin…”, Seviyordum Sizi, Seçme Şiirler (içinde), s. 18.

14 Puşkin, “Tutsak”, Seviyordum Sizi, Seçme Şiirler (içinde), s. 17.

15 Ataol Behramoğlu, Rus Edebiyatı Yazıları, (XIX. ve XX. Yüzyıllar), İstanbul: Tekin Yayınevi, 2. baskı, 2012, s. 20.

16 Azer Yaran, “Puşkin ve Epik Şiiri”, Aleksandr Puşkin, Bakır Atlı (içinde), çev. Azer Yaran, İstanbul: Cumhuriyet Kitap, 2000, s. 8.

17 Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, Kırcali, Bütün Öyküler Bütün Romanlar (içinde), çev. Ataol Behramoğlu, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 12. baskı, 2019, s. 323-332.

18 Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, 1829 Seferi Sırasında Erzurum’a Yolculuk, Bütün Öyküler Bütün Romanlar (içinde), çev. Ataol Behramoğlu, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 12. baskı, 2019, s. 493-562.

19 Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Puşkin Üzerine Konuşma, çev. Tektaş Ağaoğlu, İstanbul: Ağaoğlu Yayınevi, 1964, s. 37.

20 Puşkin, “Ben İnsanüstü Bir Anıt Diktim Kendime”, Seviyordum Sizi, Seçme Şiirler (içinde), s. 110-112.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl