Ana Sayfa Dosya UGO FOSCOLO VE İTALYAN ROMANTİZMİNİN DOĞUŞU

UGO FOSCOLO VE İTALYAN ROMANTİZMİNİN DOĞUŞU

UGO FOSCOLO VE İTALYAN ROMANTİZMİNİN DOĞUŞU

Sen oğlundan bu şiirden başka bir şey alamayacaksın

Ey benim anayurdum, kader bize

Gözyaşlarından yoksun bir mezar yazmış

Ugo Foscolo, “Zakintos’a”, 1897.

Avrupa Romantizmi üzerine yapılan değerlendirmelerde İtalyan Romantizmi pek de önemsenen bir alan değildir. Hatta politik ya da felsefi Romantizm konusunda akıllara İtalya’dan pek kimse gelmez. Edebiyatta ise Ugo Foscolo (1778-1827), Giacomo Leopardi (1798-1837) ve bir de Alessandro Manzoni (1785-1873) sayılabilir. Üstelik bu isimler Türkiye gibi memleketlerde neredeyse hiç tanınmamakta, Avrupa entelektüel tarihinde Romantik Çağın önemli aktörleri arasında görülmemektedir. Daha dikkatle düşünüldüğündeyse, İtalyanların Romantizme katkıları daha ziyade klasik müzik üzerinden hatırlanır. Niccolo Paganini (1782-1840), Gioachino Rossini (1792-1868), Gaetano Donizetti (1797-1848), Vincenzo Bellini (1801-1835) ve hayli geç gelen bir Romantik olarak Guiseppe Verdi (1813-1901), hepimize, İtalyan Romantizminin edebi figürlerinden daha tanıdık gelir.

Hiç şüphesiz, Romantizmin bir Kuzey Avrupa ya da bir Alman meselesi1 olarak görülmesinin bunda büyükçe bir payı vardır; ne de olsa başından beri Alman, İngiliz ve Fransız entelektüellere göre İtalya fazla “Akdenizli” kalmıştır. Bu hususta Latincenin hâkimiyetinin, Roma mirasının ve bunların sanatsal formu olan klasisizmden kopmasının çok daha güç oluşunun etkisi büyüktür. İtalya’nın “Avrupalı”dan ziyade “Akdenizli” oluşuna dönük kültürel tespit ise zaman içinde iki koldan birden gelişmiştir. Birincisi ve içsel olanı, İtalyan edebiyatının 17. ve 18. yüzyılı adeta bir fetret devri olarak geçirmesi ve kayda değer pek fazla eser verememesindendir (Nitekim az sonra anacağımız metinler, modern İtalyan edebiyatının roman türündeki ilk eserleri kabul edilmektedir). İkincisi ve dışsal olanıysa, yabancılar tarafından İtalya’ya atfedilen değerle alâkalıdır. “Gerçek Avrupalılar”, 1800 yılı civarındaki (bugünkü Güneydoğu Fransa’ya, Avusturya’ya, Hırvatistan’a ve Yunan adalarına taşan, yani daha geniş, ancak birlikten uzak) İtalyan coğrafyasını Avrupa medeniyetinin beşiği görüp ondaki “Akdeniz kültürünü”, Avrupa’nın temellerini atan Roma medeniyetinin yıkıntılarını ve Akdeniz’in o ılık, yumuşak havasını, sadeliğini, duruluğunu görüp huzursuz ruhlarını dinlendirmeye çalışmışlardır. Hakikaten 1800-öncesinin İtalya’sı ne milli kimliğini keşfe başlamış, ne Sanayi Devrimini yaşamış; “Avrupa’nın taşrası” diyebileceğimiz yoksul ve güzel bir beldedir. Medeniyetinin kültürel köklerini ve biraz da bir süreliğine huzur bulmak isteyen Goethe, Herder ve Madame de Staël gibi kıtasal olanlarıyla, Lord Byron, Keats ve Shelley çifti gibi adalı olanlarıyla “gerçek Avrupalılar”, Avrupa’dan uzaklaşmak için sıkça İtalya’ya seyahat etmiştir.

Bu çerçevede, soruyu yeni baştan düzenlemek gerekir: Bir İtalyan Romantizminden bahsedeceksek, İtalyan Romantikleri ne kadar Romantikti diye düşünmemiz gerekir.2 Margaret Brose bu soruyu sorarken René Wellek’in Romantizme dair üç normunu ölçüm aracı olarak kullanmamızı önerir.3 Yani şiirsellik görüşü için hayalgücü, dünya görüşü için doğa ve şiirsel üslup için de sembol ve mit zenginliğine baktığımızda, Ugo Foscolo’nun ve onun ardılı olan Giacomo Leopardi’nin hem imge ve kaynaklarıyla hem de üslup ve içerikleriyle Avrupa Romantizminin –yeterince tanınmasalar da– asli üyelerinden olduğunu söyleyebiliriz.

***

Niccolo (sonraları tercih ettiği adıyla; Ugo) Foscolo, 6 Şubat 1778’de Pire yarımadası açıklarındaki Zakintos (Zante) adasında Venedikli varlıklı bir babayla Osmanlı tebaası olan Rum bir anneden doğdu. Foscolo’nun babası o sıra Venedik’e bağlı olan Dalmaçya’nın Split şehrinde iş seyahatinde ölünce aile Venedik şehrine göçtü. Bu göç, çocuk yaştaki Foscolo’yu, “Zakintos’a” adlı şiirinde görüldüğü üzere, derinden sarstı. Avrupa Devrim Çağından geçerken, Ugo, Padova Üniversitesi’nde filoloji öğrenimine başladı. Yunancaya ve Antik Yunan dünyasına zaten vâkıftı, üstelik Latince dersleri de almıştı. Şimdiyse 1760’lardan itibaren bütün Avrupa’yı etkileyen Ossian’ı İtalyancaya çeviren Melchiore Cesarotti’nin öğrencisiydi. Yeteneği ve zekâsıyla dikkat çeken Foscolo, ilk eseri Tieste’yi 1797’de kaleme aldı ve genç şair beğeniyle karşılandı. Yüzyılın sonu yaklaşırken, bir oligarşi tarafından yönetilen Venedik Cumhuriyetinin yıkılmasına yol açan Napoléon istilasıyla birlikte, Foscolo özgürlük mücadelesi veren bazı cemiyetlere katıldı ve bağımsızlık için çabaladı. Ancak Napoléon’un Venedik ve ona bağlı yerleri Fransızlarla Avusturyalılar arasında paylaştırmasıyla büyük bir şok yaşadı. Napoléon’un büyük hayranı olan şair, Campoformio Antlaşmasının ilanıyla beraber tam bir aldatılmışlık hissine teslim oldu. Yine de kısa süre sonra, Napoléon Ordularının yarattığı heyecan dalgasına bir kez daha kapılıp Cenova’nın ele geçirilmesine gönüllü asker olarak yazıldı. Cephede yaralandı ve esir düştü. Cenova kuşatmasının sonuçlanmasının ardından serbest bırakıldı ve Milano’ya döndü. İçindeki büyük hayalkırıklığını patlayıcı bir öfkeyle dışa vurmak istiyordu. Birkaç ay içinde Foscolo, Goethe’nin Genç Werther’in Acıları’na (1774) benzeyen ancak bireyselden çok toplumsal hüsranın dile geldiği bir mektup-roman kaleme aldı: Jacopo Ortis’in Son Mektupları (1798-1802).4

Foscolo’nun Türkçeye çevrilmiş tek kitabı olan bu eser, melankolik ve öz-yıkıma meyilli bir genç adamın mutsuzluklar karşısında pes edip intihara giden son demlerini anlatıyordu. Goethe’nin baş-karakterinin aksine, Ortis doğrudan doğruya kendini ülkesi için feda etmeye hazır, vatan aşkıyla yanıp tutuşan, genç bir şairin (ve yurdunun) dramıydı. Daha ilk satırları büyük bir çaresizlikle başlıyordu romanın.

Vatanımız için yaptığımız özveri tükendi: Her şey bitti. Yaşamımız bağışlansa bile, başımıza gelen felaketlere ve onursuzlaştırılmışlığımıza ağlamaktan başka bir şey yapamayız. Adım sürgünler listesinde, biliyorum; ama beni ezenin elinden kurtulmak için bana ihanet edenle mi birlik olayım? Annemi avut…”5

Jacopo Ortis’in Son Mektupları otobiyografik yönü güçlü, fragmanlar halinde kaleme alınmış, tartışmacı, gergin, itiraflarla dolu, samimi bir metindir. Nasıl ki Goethe’nin eserinde Werther yakın arkadaşı Wilhelm’e sesleniyorsa, Ortis de mektuplarında aynı içtenlikle arkadaşı Lorenzo’ya kalbini açar ve Teresa adlı kıza duyduğu aşktan güncel siyasete, boydan boya gezip meftunu olduğu yurdundan ve anne sevgisine kadar pek çok konuda duygularını, düşüncelerini dile getirir. Ortis mektuplarında doğa, insanlık ve kader üzerine sorgulamalarını kâğıda döker; bunu yaparken birden “sahipsiz kalmış bir vatan”la baş başa kalır; bir yandan da dini sömürenlerle, tiranlarla hesaplaşır. Romandan şöyle bir pasaj okuduğumuzda, Ortis’in halet-i ruhiyesini çok daha iyi görebiliriz:

Doğa kendi kudretiyle cömert dehalar yaratıyor. 20 yıl önce bu dehalar, tüm İtalya’yı sarmış olan uyuşukluk içinde tepkisiz ve donuk idiler. Ama bugünkü durum, onların doğal mertlik duygularını uyandırdı. Öylesine katılaştılar ki, onları belki paramparça edebilirsin ama asla bükemezsin. Metafizik bir görüş değil bu… Yurttaşlarımızın arasında yaşayarak öğrendiğim bir gerçek. Onlara hem acıyor hem de hayranlık duyuyorum. Eğer Tanrı İtalya’ya acımazsa, yurt özlemlerini içlerine gömmek zorunda kalacaklar. Ne hazin! O özlem insanı yıkar ya da tüm yaşamını acıya boğar. Buna karşın o kişiler, yurtlarından vazgeçmektense kendilerini seve seve tehlikeye, acıya ve ölüme bırakacaklardır. Ben de bunlardan biriyim; sen de öylesin sevgili Lorenzo.”6

İçine sıkıştığı dünyayla bu yoğunlukta bir kolektif hesaplaşma sürüp gider. Sonunda, ne sevdiği kızla, ne annesiyle ne de anavatanıyla mutlu bir gün görebilmiş olan Ortis için intihar yavaş yavaş kaçınılmaz bir hal alacaktır. Metnin Ortis’in mektuplarının sonuna geldiğimiz bölümündeyse Lorenzo tarafından Ortis’in son saatlerinin tasviri ve intiharı yer alır.

İtalyan edebiyatının ilk romanı kabul edilen eser, gerçekten mutsuzluk dolu bir başyapıttır. Katoliklerin ölüler için söylediği requiemlere benzer. Jacopo Ortis bir rüya için ağıttır; özgür bir İtalya rüyası için…

***

Eserin gördüğü ilgi olağanüstüydü. Ancak bu Foscolo’nun daha da zor durumda kalmasını engellemeye yetmedi. Çaresiz, Venedik’ten kaçıp gittiği Milano’da çeviri ve şiir çalışmalarına döndü. Halkı, milli kültürünü tanıyıp ülkesine daha bağlı kılacak ve özgürlüğünü kendi eliyle kazanacak hale getirmek adına bir kamuoyu yaratmak gerekiyordu. Bu sancılı dönemde halkı hareketlendirmek için elinden geleni yapıyordu: Toplantılar, teşkilatçılık, özgürlük üzerine yazılar… Edebi gayretinde de bir duraksama yoktu. Homeros’un Iliada’sını, Kallimakhos’un şiirlerini çevirmekle ve 12 Sonnet’sini yayınlamaktan geri durmadı. Başarılı da oldu. Ama Napoléon’a birleşik bir İtalyan hükümeti kurması yönünde çağrıda bulunan memorandum sunulmasına dair gayretleri boşa gitti. Ulusal bir hareket başlatmak konusunda umutları her geçen gün kırılıyordu.

Foscolo 1807’de Dei Sepolcri [Mezarlar] adlı uzun şiirini yayınladı. “Ktonik edebiyat” diye niteleyeceğim bu eser bir başyapıt olarak selamlandı ve genç İtalyan okur-yazar çevreleri Foscolo’yu bir ruhani lider-şair olarak görmeye başladı. En sakin insanın bile kalbinde bir sarsıntıya yol açan bu kasvetli metnin ilk göze çarpan vasfı, bugünün sefil manzarasından geçmişin güzel günlerine kaçış niteliğinde olmasıydı.7 Bu bir nevi ölümden yaşama kaçış gibiydi. Şiir, klasik İtalyan büyükleriyle birlikte Cassandra’dan Homeros’a pek çok antik ve mitik sureti de semboller dünyasına katarak kendi içinde derin bir tarihselliğe kavuşmaktaydı. Foscolo, geniş bir zaman ve mekânda dolaşırken, okurlarına ortaçağ İtalya’sında görkemli bir altın çağ bulunduğunu hatırlatmaktaydı.8 Bir yönüyle Mezarlar, şairin genç yurttaşlarını vatanları için topyekûn bir milli mücadeleye çağırıyordu. Gazeteciler, tarihçiler, edebiyatçılar İtalyan kültürünü keşfedip onun şanını duyurarak, askerlik yahut ticaret yapanlar ise ülkelerinin varlığını ve menfaatini ölümüne savunarak İtalya’yı yeniden diriltmeliydi. İtalyanlar, ölüleri dirilten İsa’nın samimi ümmeti olarak, ölü bir vatanı mezardan çıkarıp diriltmeliydi. Bu ölümün matem metni olan Jocopo Ortis zaten bir süredir elden ele dolaşmaktaydı ve İtalya anakarası için bir yas tutan herkes Foscolo’dan dizeler, sözler ezberlemekteydi. Nitekim Diriliş (Risorgimento) hareketiyle beraber büyüyecek olan Leopardi gibi bir sonraki neslin şair ve düşünürleri, Foscolo’nun mit, fabl ve fanteziyi tarih, felsefe ve şiirle harmanlayışından derinden etkilenmiş biçimde ilk edebi ürünlerini kaleme alacaktı…

Romantik İtalyan edebiyatında toplumsaldan estetiğe, bir diğer deyişle, ‘bilgi’den ‘güzel’e geçişin gecikmesinde, öncelikle bir İtalya yaratılması zaruretinin payı büyüktü. Artan hürriyet talepleri ve dile gelmeye başlayan “İtalyan ruhu” söylemi Foscolo’nun Milano’dan Toskana’ya sürülmesine yol açtığında, otuzlarının başındaki şair yeni bir umut ve heyecan dalgasını yüreğinde duyumsuyordu. 1813’te Milano’ya yeniden dönmesine izin verildiyse de, bir süre sonra Avusturya güçleri bütün Kuzey İtalya’yı ele geçirdi ve milli mücadele tamamen yeraltına indi.9

O dönemde Milano’da sürgünde olan ünlü İngiliz şair Lord Byron, kentin elitleriyle sansasyonel bir salon hayatı yaşarken, bir yandan da İngiltere’den gelen para ve silahların bu yeraltı örgütlerine ulaştırılması konusunda kritik bir rol oynuyordu. Foscolo, İngiltere’den kaçıp İtalya’ya gelen Byron’la ya da Shelley çiftiyle tanışma fırsatı bulamadan, önce İsviçre’ye, oradan da kısa ömrünün son on bir yılını geçireceği İngiltere’ye kaçtı (1816). Bu dönem, Napoléon’un Waterloo’da yenilmesinin ardından Viyana Kongresinin toplandığı ve İmparatorluk güçlerinin her yerde otoriter, sert tedbirler aldığı bir huzursuzluk dönemiydi. Yine de Carbonari Cemiyeti ve ittifak içinde olduğu liberal milliyetçi çevreler, 1820’li yıllarından 1848’e, oradan da istiklal savaşına uzanan yola koyulmuş ve İtalya’nın milli birliğini sağlama hareketi Risorgimento bir kere başlamıştı artık… Foscolo, özgürlük mücadelesinin işaret fişeğini yakan mutsuz şiiri (daha doğrusu feryadı) kaleme alan ve bu yüzden sürgüne gönderilen ilk milli şairiydi İtalya’nın.

***

Londra’da, Middlesex civarında bir kız eğitim merkezinde İtalyanca öğretmenliği yaparak geçimini sürdürürken bir yandan da Britanya’nın önde gelen dergilerine İtalyan kültürünün zenginliğini gösteren makaleler kaleme aldı. Dante, Boccaccio, Petrark üzerine yazıları İngilizceye yapılan kimi çeviriler için adeta pusula görevi gören Foscolo, zamanla Sir Walter Scott gibi dostlar da edindi. Bu arada İtalya’daki romantik milliyetçi dergilerin editörleriyle de mektuplaşmaktaydı.10

Napoléon’un Waterloo’da yenilmesinin ardından, ama özellikle de Yunan bağımsızlık hareketinin ve Latin Amerika’daki Bolivar Devrimlerinin Avrupa’daki genç aydınlar arasında büyük heyecan yarattığı 1820’lerde Risorgimento hareketi yeni mevziler kazanırken, İtalyan edebiyatı da yeni özgürlük şiirleri, yeni vatan kasideleri kazanıyordu. Daha sonra modern İtalya’nın kurucu babaları olan Guiseppe Mazzini (1805-1872) ve Guiseppe Garibaldi (1807-1882) gibi milli mücadeleci gençler –veya onlara sonradan katılan Massimo d’Alegrio (1798-1866)– Genç İtalyan (La Giovine Italia) Devrimi için ihtiyaç duydukları gücü Foscolo’nun eserlerinden alıyordu. Mazzini için Foscolo kült bir figür olarak “politik ahlakın vücut bulmuş haliydi”, Garibaldi ise Jacopo Ortis’in Son Mektupları’nı daima yanında taşıyordu.11 Kısacası Foscolo’nun kendisi sürgündeydi, ama fikirleri İtalyan gençleri arasında dolaşıyordu.

***

Ne var ki, Foscolo İngiltere’de pek de iyi durumda değildi. Geçim sıkıntısı nedeniyle, Britanya kamuoyunu etkileme şansı bulabileceği salon etkinliklerine katılmakta güçlük çekiyordu ve ömrünün son demlerinde borçları yüzünden hapse dahi girdi. Ömrü zorunlu göçlerle, sürgünlerle geçen Ugo Foscolo, ülkesinin özgür, bütünleşmiş ve bağımsız olduğu günleri göremeden 10 Eylül 1827’de, henüz 49 yaşındayken öldü. Yazmayı tasarladığı birçok eseri tamamlanamadan, öylece kalakaldı…

Foscolo tam 44 yıl sonra, yani 1871’de, İtalya’nın milli birliğini sağlamasının sembolik bir göstergesi olarak, bizatihi İtalya kralının isteğiyle, mezarı Floransa’daki Santa Croce Kilisesine, İtalyan toprağına taşındı. Yaşarken ülkesinde huzur görmeyen Ugo Foscolo, ebedi istirahatgâh olarak İtalya’nın Panthéon’u sayılan bu kilisede, İtalya’yı yaratan Machiavelli, Michelangelo, Galileo Galilei ve Vittorio Alfieri gibi kültürel azizlerle beraber anıt-mezara sahiptir.12

Foscolo’dan sonra İtalyan Romantizmi, Manzoni ve Leopardi’nin liderlik ettiği, içeriğin ve üslubun çeşitlilik kazandığı ama milli kültür inşasından ve özgür İtalya ülküsünden ayrılmayan bir çizgide 1860’lara dek devam etti. Öyle ki, 1861’de d’Alegrio yeni kurulan İtalyan parlamentosunda “İtalya’yı yarattık, sıra İtalyanları yaratmaya geldi!” derken elinde Foscolo’nun eseri vardı.

Türkiye’den bakınca, Ugo Foscolo, adeta Nâmık Kemal’in felaketler çağındaki haykırışını hatırlatan uyarıcı –Tanıl Bora’nın tabiriyle “alarmist”– bir aydındır. Bir diğer açıdan da, Herder’in “Bir şair çevresinde bir millet yaratır, ona görülecek bir dünya verir ve o milletin ruhunu bu dünyaya taşımak üzere elinde tutar” diye tanımladığı şairlerin arketipidir Foscolo.

Bununla birlikte, sadece Foscolo’nun değil, bir bütün olarak İtalyan Romantizminin, örneğin İngiliz ya da Fransız Romantizmi gibi uluslararasılaşma imkânını bulamadığı muhakkak. İtalyan Romantik edebiyatının dilimize yansımaları yok denecek kadar az kalmıştır. Yine de yetkin bir çevirisine sahip olduğumuz Jacopo Ortis’in Son Mektupları’nın yanı sıra, Foscolo’dan çok etkilenen iki isimden tadımlık bir şeyler okurlarını beklemektedir. Leopardi’nin Hisseli Kıssalar (1824) adlı felsefi denemeleri ve ülkesi için umut arayan Şarkılar’ıyla (1835) birlikte,13 Manzoni’nin İtalya tarihine de ışık tutan eseri Nişanlılar (1827; tekrar yazımı 1840-42) adlı büyük tarihi romanı bize Risorgimento Romantizminin ruhunu yansıtan evrensel eserlerdir.14

1 Charles Baudelaire Romantizmi Kuzey Avrupalı bir fenomen olarak görürken, felsefe tarihçisi Rüdiger Safranski ise onu bir Alman meselesi olarak ele alır.

2 Joseph Luzzi, “Did Italian Romanticism Exist?”, Comparative Literature, Vol. 56, No. 2, Mart 2004, s. 168-191 bu meseleyi tartışır ve şeklen klasisizmden kopamamış olsa da, 19.yüzyıl İtalyan edebiyatının önde gelen temsilcilerinin ruhen romantik oldukları değerlendirmesinde bulunur.

3 Margaret Brose, “Ugo Foscolo and Giacomo Leopardi: Italy’s Classical Romantics”, Michael Ferber (der.), A Companion to European Romanticism (içinde), Londra: Blackwell Publishing, 2005, s. 257.

4 Ugo Foscolo, Jacopo Ortis’in Son Mektupları, çev. Gülbende Kuray Ulusoy, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 2010. Kitabın Türkçede ilk baskısı Feridun Timur’un çevirisiyle 1956’da Milli Eğitim Bakanlığınca yapılmıştır.

5 Foscolo, a.g.e. s. 13.

6 Foscolo, a.g.e. s. 51.

7 Margaret Brose, “The Politics of Mourning in Foscolo’s Dei Sepolcri”, European Romantic Review, Vol. 9, No. 1, s.1-34.

8 Douglas Radcliff-Umstead, “Foscolo and the Early Italian Romantics”, Italica, Vol. 42, No. 3, Eylül 1965, s. 237.

9 Avusturyalı yetkililer 1816 itibariyle Milano’nun en etkili mecmuası olan Biblioteca Italiana’yı liberal milliyetçi İtalyanlara karşı bir propaganda aracına dönüştürmüş; bunun karşılığında İtalyan Romantizmi iyice yurtsever temalara yönelmiştir. 1816’da Madame de Staël’in Almanya Üzerine’si İtalyancaya çevrilirken, İtalya’daki “Romantik manifesto” kabul edilen Lettera semiseria de Grisostomo yayınlanmış ve klasisizmin yahut akademinin uygun gördüğü kurallar yerine, insanın gönlünden ve ülkesinin ruhundan taşanları dile getirmesi yönünde bir çağrı dile gelmiştir. Bkz. Kenneth McKenzie, “Romanticism in Italy”, PMLA, Vol. 55, No. 1, Mart 1940, s. 30.

10 Radcliff-Umstead, “Foscolo and the Early Italian Romantics”, s. 232.

11 Luzzi, “Did Italian Romanticism Exist?”, s. 171.

12 Marco Sonzogni, “Passionate Poet as Patriot Italian”, The Irish Times, 1 Şubat 2003.

13 Necdet Adabağ, “Sunuş: Yazar ve Eser Hakkında”, Giacomo Leopardi, Şarkılar, çev. Necdet Adabağ, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2016, s. ix.

14 Giacomo Leopardi, Hisseli Kıssalar, çev. Kemal Atakay, İstanbul: Everest Yayınları, 2.baskı (ilk baskısı YKY), 2015; Giacomo Leopardi, Şarkılar, çev. Necdet Adabağ, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2016; Alessandro Manzoni, Nişanlılar, çev. Necdet Adabağ, İstanbul: İletişim Yayınları, 3. baskı (ilk baskısı Literatür Yayıncılık), 2020.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl