Ana Sayfa Kritik VİRÜS OLMAYI SEÇEN İNSAN

VİRÜS OLMAYI SEÇEN İNSAN

VİRÜS OLMAYI SEÇEN İNSAN

Ünlü düşünür J. Paul Sartre çağımız insanı yaşamının çoğunlukla gaflet (mauvaise foi) içinde geçtiğini söyler. Gaflet içindeki insanın trajedisini çarpıcı örneklerle anlatır. Fransızcası mauvaise foi olan bu kavramı dilimize iki şekilde çevirebiliriz: Kötü inanç ya da kötü niyet. Ben, gaflet(aymazlık) kelimesinin bu kavramı çok daha iyi karşıladığını düşünüyorum. Şimdi Sartre’ın ne demek istediğini kendimce açıklamaya çalışacağım ve daha sonra küresel salgın konusunda insanlığın düştüğü gafleti bu bağlamda değerlendireceğim.

Sartre, Varlık ve Hiçlik adlı ünlü eserinde ‘yalan’ üzerine oldukça ilginç düşünceler üretmiştir. Yalancının hakikatin bilincinde olduğunu; ama bu hakikati karşısındakinden gizlediğini söyler ve ekler: Kişi bilmediği bir konuda yalan söyleyemez. Peki, kendimize yalan söylediğimizde ne olur? Psikanaliz, bu durumu bilinç dışıyla açıklar. Kişi, benliğinin kaldıramayacağı bir gerçekle karşı karşıya kaldığında bir bakıma kendine yalan söyler. Örneğin terk edilen bir sevgili terk edeninin onu hâlâ büyük bir tutkuyla sevdiğini söyleyebilir. Evladını kaybettiğini bizzat doktordan duyan anne eve gidip kaybettiği çocuğuna yemek hazırlayabilir. Psikanalize göre kayıp gerçeği benliğin dağılmasına yol açabileceği için kişi bu gerçeği bilinçdışına doğru bastırır. Bu süreç bilinçsizdir. Bu durumda gerçekdışı davranışlarımızın sebebi bilinçdışından kaynaklanır. Sartre bu noktada ilginç bir soru sorar! Bilmediğim bir şeyi nasıl bastırabilirim? Ona göre psikanaliz yalan durumundaki ikiliği (yalancı-yalana maruz kalan) bilinç- bilinçdışı ikiliğiyle çözmeye çalışmıştır. Oysa kişi kendine yalan söylediğinde bir öteki yoktur. Kendi yalanının yalancısıdır. Bizzat kendisi yoluyla kendini aldatır. Sartre, “Yalancısı olmayan bir yalan olamaz,” der. Bilmediğimiz bir şeyi nasıl bastırabilir ya da onu sansürleyebiliriz? Neden şu konuda kendime yalan söylemiyorum da bu konuda söylüyorum? Sartre’ın ifadeleriyle söylersek, “… aldatılmış olmam bakımından benden gizlenmiş olan hakikati, aldatan olmam bakımından bilmek zorundayım demektir. Dahası, ben bu hakikati kendimden daha bir özenle saklamak için, çok kesin bir şekilde bilmek zorundayım…” Buradan çıkan sonuç şudur: Kişi kendini aldatırken bilinçsiz değildir. Kendine söylediği yalanı bilir. Peki, insanlar bunu kendilerine neden yaparlar?

Acıdan kaçmak için kendimize yalan söyleriz; çünkü Sartre’ın söylediği gibi biz insanlar Tanrı olma çabası içindeyizdir. Nasıl mı? Doğada hiçbir canlı insan yavrusu kadar yaşama hazırlıksız değildir. Hepimiz prematüre doğarız. Bizi soğuktan koruyacak bir kürkümüz yoktur. Ayaklanıp annemizin memesine gidemeyiz. Uzun süre bakım almadan yaşayabilme imkanımızın olmadığını biliriz. Kısacası eksiğizdir. İnsan, eksik olduğu gerçeği yerine tam olduğunu hissedeceği yalanlara sığınır. Oysa Tanrı tamdır, eksiksiz, ölümsüzdür. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan insan kendini aldatma ustasıdır. Tanrı’ya öykünürken kendini kandırıp durur. Devasa anıtlar inşa eder, büyük projelere imza atar ve böylece eksik olduğu ve ölümle hiçleşeceği gerçeğini unutur.

Bir gün ansızın öleceği bilincinde olan insan varoluşçu birçok düşünüre göre bu anlamsız dünyaya fırlatılmıştır. Ne diye doğdum ve neden öleceğim sorusuna dinler yanıt verebilir; ama tanrıtanımaz Sartre için varoluş özden önce gelir. Bu ne demektir? İnsan önce var olur ve yaşamı içinde seçerek, eyleyerek kendi özünü yaratır. Yani insanın önceden belirlenmiş bir özü yoktur. Anlam şurada, doğru yaşamın reçetesi falanca dükkânda satılıyor, git onu al diyeceğimiz bir yer ve zaman mümkün değildir. Kendi anlamımızı yaratmaktan yani özgürlükten başka seçeneğimiz yoktur. Bu gerçek beni hayvandan ayırır. Bir arı, arı olmaktan başka bir şey olamaz. Bir karınca tatile çıkamaz. Doğadaki her varlık Sartre’ın deyimiyle kendinde varlıktır. Oysa insan kendisi için varlıktır. O, seçerek kendini yaratır. Yaşadığı dönemde Paris’in kafelerinde çokça vakit geçiren Sartre orada çok etkileyici gözlemler yapmıştır. Sartre, kendine garson olmaktan başka bir seçeneği olmadığını söyleyen bir garsondan bahseder. Garson, kaderim bu der, başka bir şey olamayacağını, zorunlulukların onu bu noktaya ittiğini söyleyip durur kendine. Oysa Satre özgür olduğumuzu söyler. Negatif coşkunluktan bahseder Sartre. Ona göre bu coşkunluk anlarında insan geçmişe dönüp bakar ve birçok seçeneğinin olduğunu acıyla görür. Gaflet içinde olduğunu fark eder; ama sabah uyandığında aynı şeyleri yapmaya devam eder; çünkü kendinde varlık olmak ve bu yolla hayatımızın sorumluluğundan kaçmak kolaydır. Zor olan, insanı insan yapan şey ise seçmek ve seçimin sorumluluğunu yüklenmektir. Sartre’a göre tam da bu sorumluluktan kaçmak için gaflete düşeriz ve kendimize yalan söyleriz. Sonu ayrılıkla biten evliliklere bakalım. Aslında iki taraf da birbirine uygun olmadığını bilir; ama taraflar çoğunlukla kendilerini yalnız, eksik hissetmemek için gerçeği görmek istemez. İşler sarpa sardığında her iki taraf da birbirini suçlayıp mutsuz sonun sorumluluğunu diğerine atar. Oysa geçmişe dönüp tarafsız bir gözle bakarsak mutsuz sonun er geç geleceğine gözlerimizi kapadığımızı çoğu zaman görürüz.

Nietzsche’nin söylediği ‘art dünyalar yanılsaması’na Sartre de katılır. Doğmadan önce bir hiçtim, öldükten sonra da hiçim. Beni bağrına alacak bir Tanrı yok. Kaderim için yalvaracağım ya da kaderim için serzenişte bulunacağım bir Tanrı olmadığı için eylemlerimin bütün sorumluluğu benimdir. “Eğer Tanrı olmasaydı onu icat etmek gerekirdi,” diyen Dostoyevski bence tam da bu noktayı işaret eder. Zira, insan günahlarının bütün sorumluluğunu Tanrı’ya atma eğilimindedir.

Bütün bunları söyledikten sonra dünyanın şu sıralar yaşadığı korona virüs salgını hakkında konuşabiliriz. Doğanın bize dayattıkları (depremler, felaketler, salgınlar…) olacaktır. Peki biz insanların olan biten karşısındaki sorumlulukları nelerdir? Hadi gelin kendimize bazı sorular soralım.

İçinde yaşadığımız doğayı tanrılar ve hayvanlar mı talan ediyor? Yoksa insanlar mı? Kitle imha silahlarını virüsler mi geliştiriyor? Zengini daha zengin fakiri daha fakir yapan kapitalist sistemi uzaylılar mı bizlere dayatıyor? Şehirlerin üzerine bombalar yağdığı, insanların birbirini boğazladığı dünya savaşları hayvanlar arasında mı geçti?

İtalyanları, Fransızları, Çinlileri… insanları evlerine hapseden korona salgınına karşı ülkeler şaşkın. Politikacılar insanları değil sermayedarları kurtarmanın derdinde olduğu için salgın küresel boyuta geldi. Peki bu politikacıları kim seçti? Savaşmak yani öldürmek için bu denli disiplinli ordular kuran, kitle imha silahları üretmek için birbiriyle yarışan ülkeler yaşatmak için neden yeterince disiplinli değiller? Neden evlerimize hapis olduk? Neden aç kalmamak için market raflarına saldırdık? Kısaca neden korkuyoruz? Bütün bu olumsuzlukların sorumlusu korona virüsü mü? Yoksa biz miyiz? Ne zaman oturup düşüneceğiz bütün bu olan bitenin en büyük sorumlusunun insan olduğunu. Evet, büyük ihtimalle insan bu virüsü de yenecek. Peki sonra ne değişecek? Ülkeler silahsızlanacak mı? Doğayı kirletmeye devam etmeyecek miyiz? Hayvanların yaşam alanlarına saygı mı göstereceğiz? Eğitime, sağlığa daha fazla bütçe mi ayıracağız? Zengin, fakir ayrımına son mu vereceğiz? Sömürü düzenlerini alaşağı edip, sınırların olmadığı özgür bir dünya mı yaratacağız?

Sartre bize gaflet (mauvaise foi) içinde olduğumuzu gösterdi. Bize özgürlüğe mahkûm olduğumuzu ve özgürlüğün sorumluluk olduğunu söyledi. Suçu tanrılara ya da virüslere atamayız. Kendinde varlık olmayı seçmek ya da kendisi için varlık olmayı seçmek! Her durumda seçeceğiz ve seçerek özümüzü yaratacağız.

Dönüp içinde yaşadığımız doğaya neler yaptığımıza baktığımızda kendi yarattığımız özü görebiliriz. Bir zamanlar doğayla uyum içinde olan insan sanayi ve teknolojinin kölesi oldu. Bir başka söyleyişle kendi yarattıklarının kölesi olmayı seçti. Yok eden araçlarıyla toprakları, denizleri, hayvanları işgal etti. Virüsler gibi davranmayı seçti; ama virüs kendinde varlıktır. O neyse odur. Başka türlü olamaz. Yaşayabilmek için doğası neyse öyle yaşar. Peki ya insan?

Yazıma Sokrates’in bir cümlesiyle bitireyim: “Bütün atlar at olarak doğar; oysa hiçbir insan, insan olarak doğmaz. İnsan olunur.”

Kaynakça: Varlık ve Hiçlik, Sartre, İthaki Yayınları, Çeviri: Turhan Ilgaz, Gaye Çetinkaya Eksen

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl