Ana Sayfa Kritik BİR BAŞKADIR: GÜLÜN ADINI KOYABİLMEK

BİR BAŞKADIR: GÜLÜN ADINI KOYABİLMEK

BİR BAŞKADIR: GÜLÜN ADINI KOYABİLMEK

“Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile / Kokmaz mı aynı güzellikte?”

Hıyar yoğunluklu demografimiz nedeniyle Türkçede daha çok “Salatalığa hıyar deyince adı değişir tadı değişmez” versiyonuyla [1] yer etmiş olan bu dizeler Romeo ve Juliet’te geçer. Söz konusu dizelerin, kült romanı “Gülün Adı”nın ismini koyarken Umberto Eco’ya ilham verdiği söylenir. Zaten kitap, Shakespeare’e nazire yapan (bir 12. yüzyıl Benedikten rahibine atfedilen) şu cümleyle son bulur: “Adıyla var bir zamanlar gül olan, salt adlar kalır elimizde” [2].

Romanın başkişisi Baskervilleli William’ın adının da Ockhamlı William’ı temsilen koyulduğu düşünülürse tartışmanın düğümlendiği nokta bellidir: Bir isim sadece bir isim midir, yoksa isim ile varlığın hakikati arasında bir ilişki kurulabilir mi? Bireylikler ile o bireyliklere atfedilen isimlerin ötesinde bir “evrensellik” söz konusu mudur?

“Bir Başkadır” dizisi yayınlandığı günden itibaren (sanırım yaratıcı ekibin beklentileri dahi aşan) öylesine yoğun bir ilgiyle karşılandı ve buna mukabil öyle yoğun bir tartışma kopardı ki, dizinin maharetli sanat yönetmeninin bir sahnede kullanmayı akıl ettiği “yastık” detayı bile binlerce etkileşim aldı [3]. Diziyi bu denli dikkatle takip etmiş olan izleyiciler, yazının girizgâhındaki “gül” referansını da kaçırmamışlardır muhakkak, ama biz yine de halen eşten dosttan Netflix şifresi çözmeyi başarıp diziyi izleyemeyenleri de akılda tutarak bu güzide sahneyi hatırlatalım ve öyle devam edelim:

Settar Tanrıöğen tarafından canlandırılan, dizideki kenar mahallenin muteber ismi Ali Sadi Hoca’nın kendisine akıl danışmaya gelenlere ezberden oynadığı “feyizli” bir piyes vardır: Hoca, önce yapay bir gülün tasarımını överek başlar, ancak daha sonra danışanına o gülü koklamasını, bir yaprağını koparmasını vs. isteyerek gülü “gerçeklik” testinden geçirtir. Dizinin henüz ilk bölümünde Ali Said Hoca, yengesinin psikolojik rahatsızlığından yakınan Meryem’e işte bu örnek üzerinden akıl verirken yapay gülü işaret ederek şöyle der: “Bu dizilerde gördüğün dünyadır kızım.” Ve (mealen aktarıyorum) ekler: “Abinin hanımı işte bu güle kanmış.”

Bu sahneyi akılda tutarak, dizinin beşinci bölümündeki “sürprizli” bir sahneye atlayalım: Dizinin dizi oyuncusu karakteri Melisa’yı (Nesrin Cavadzade) boğaz kenarında yürürken, sonra da bir tekneye binerken izleriz. Ve izlediğimiz şeyi Melisa’nın “gerçek” tecrübesi sanarız, ta ki sahne “totale iş yapan” dizilerin yapaylığına bürünene ve onu aslında dizinin içindeki bir televizyon ekranından izlediğimiz bize gösterilene kadar. Melisa’nın da bir başka sahnede söylediği gibi, totale iş yapan diziler böyledir, kaliteli içerik dijitaldedir.

Bambaşka bölümlerde, bambaşka karakterler üzerinden gösterilen bu sahnelerin ağız birliği ettiği husus, “kurmaca olduğunun farkında olan bir kurmaca” ile karşı karşıya olduğumuzdur. Böylece kendisini “gerçekliği temsil etme başarısı” bağlamındaki eleştirilere karşı çift dikiş korumaya almıştır. “Ben sadece bir diziyim,” der dizi, “Ama anlatılan senin hikâyenmiş sanman normal, çünkü yönetmenim beni senin yer aldığın tüketici segmentine yönelik olarak tasarladı.”

Bir Başkadır dizisinin başarısı tam da gerçeklikle kurmaca arasındaki bu salınım oyununu çok iyi oynamasından ileri geliyor. Ve bu yönüyle postmodernizmle flört ettiğini söyleyebileceğimiz dizinin biçim-içerik uyumu da pastanın üzerindeki çilek rolünü oynuyor. Dizi, “realite” ile başa çıkmaya çalışan karakterlerin tutunacak bir dal, savrulan hayatlarında kendilerine yön tayin edecek bir otorite arayışlarını merkezine alıyor. Bu minvalde dizinin adındaki ironiyi anlamak zor değil: Farklı sosyolojik katmanlara ait olan bireyler aslında aynı acılarla başa çıkmak için aynı yöntemleri izliyorlar, değişen sadece isimler oluyor. Üst orta sınıf için şaman/analist, alt sınıf için hacı hoca. “Yok aslında birbirimizden farkımız, ama biz Osmanlı Bankasıyız” misali. Gülün adı değişse de kokusu değişmiyor yani; öte yandan verilmiş olan isim, kokunun nasıl algılandığını değiştiriyor.

Dizi etrafında dönen sosyal medya tartışmalarının odağında ise dizinin gerçekçiliği yatıyor: Günümüz Türkiye’sindeki toplumsal tabakaların dizideki temsil düzeyinin ne derece yüksek olduğunda bilhassa. Psikiyatrist Peri (Defne Kayalar) karakterinde cisimleşen, başörtüsü alerjili seküler üst orta sınıf temsili basmakalıp olmaktan çıktı mı, çıkmadı mı? Dizide hemen hemen hiçbir falsosunu görmediğimiz, üstelik kızının başını açmasını olgunlukla karşılayan hocaefendi karakterinin 2020 yılında bir karşılığı var mı? Tam da laik cenahın (en azından bir kısmının) Gezi dönemine değin sahip olduğu, “yeni bir toplum tasarımında ittifak kurulabilecek özgürlükçü Müslüman” beklentisi dibe vurmuşken? Peki ya dizideki AKP’liliğinin altı çizilen tek karakterin Kürt olması? Dizide yer alan karakter sayısı kadar, hatta daha fazla soru şu anda dolaşımda, zira dizinin hitap ettiği sosyolojinin “tüketim kodları”, hakikatin tam da orada olması gerektiğine dair bir iman içeriyor. Siyasal alana ve aktörlere koyduğu mesafeden doğan ahlaki referans boşluğunu ancak kültürel ürünlerle doldurabiliyor zira.

Fakat bu otorite arayışlarının çıkışsızlığını görüyoruz dizide: Kardeşin kardeşle, eşlerin birbirleriyle, analistin analizanla, hocanın talibiyle girdiği her diyaloğun bir anlaşılmazlık, hatta kriz sisiyle örtülü olduğunu (dizide birçok karakterin mırıldandıkları anlaşılmıyor örneğin. Ya da daha çarpıcı, trajikomik bir sahne: Yasin evine taş adan kişinin peşinden koşarken bir teyzeye soruyor: “Az önce geçeni gördün mü teyze?”. Teyze cevap veriyor: “Belediye mi?”). Bu iletişimsel imkânsızlık içerisinde sorunlarını çözmeyi başaran bir karakter olarak Ruhiye (Funda Eryiğit) karakteri anlam kazanıyor: Başlangıçta dizideki gerçeklikten çıkmak için intihar denemelerine girişirken, etrafındaki kurmaca evrenden Truman Show misali kaçıyor Ruhiye. Kendi “kıblesine” kendisi karar vererek çaktığı işaret fişeğini kendi travmasıyla da yine bizzat kendisi yüzleşerek tamama erdiriyor Ruhiye. Ancak bu şekilde iyileşiyor.

Velhasıl dermanı (sosyolojinin hakiki temsilini) kültürel ürünlerde arayan dijital içerik tüketicilerine oldukça “hakiki” bir yanıt veriyor dizi: Ne arayacaksan kendinde ara. Tabiatım gereği gerçekten olan ile senin ve benim gerçek olmasını istediğimiz şeyleri, piyasa gerçekleri içinde bütün çelişkileriyle beraber bünyemde barındırabilirim ben. Zira adım gül olsa da, ben sadece bir diziyim.

[1] https://www.demokrathaber.org/siyaset/sirri-sureyyadan-yoke-hiyar-benzetmesi-h15871.html

[2] Bu alıntıya da biz Aşık Veysel’den aşinayız aslında: “Ben giderim adım kalır / Dostlar beni hatırlasın”.

[3] https://twitter.com/epikse/status/1327566348399030276?s=20

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl