Ana Sayfa Kritik Bir Parasız Yatılının Kuşatması

Bir Parasız Yatılının Kuşatması

Bir Parasız Yatılının Kuşatması

(“Bir Parasız Yatılının Kuşatması” Prof. Dr. Veysel Batmaz’ın (Mehmet Veysel imzası ile) yayınlanan ilk yazısıdır (Nisan 1972). Yansıma Dergisi, Şair ve Romancı Tekin Sönmez’in Ocak 1972-Eylül 1975 arasında yayınladığı, edebiyat, fotoğraf ve çizim içeren Sanat ve Kültür Dergisi’dir. Bu dergi, 12 Mart faşizmine karşı entelektüel bir sığınak ve protesto işlevi görmüştür. Bu yazıyı Füruzan’ın ölümünü  (11.02.2024) anmak üzere yayınlıyoruz. EK Dergi)

Edebiyatın çok yönlü görevleri arasında; insanların bilinçlenmesini sağlayacak birikimleri oluşturmak sezgi gücünü çoğaltarak özelden genele bir bağ kurmak insanların kendi kendilerini aşma süreçlerini hızlandırmak onları basmakalıp düşüncelerden ırak tutup daha özgün nitelikli bir dünya görüşünü tattırmak giderek benimsetmek… Özellikle çağımızda daha da su üstüne çıkıyor. Ernst Fischer’in özetlemesiyle: “Toplumsal bakımdan en büyük önemi taşıyan günümüzde bütün farklı yöntemleriyle edebiyat dolaylı ya da dolaysız bir şekilde insanın basmakalıp şeylerden kurtulmasına kendi kendini eğitmesine ve kendini belirlemesine katkıda bulunduğu ölçüde geçerlidir” burada söz konusu olan insanda tarihsel süreç içinde biriken yabancılaşmaları yıkma daha özgün bir öze ulaşma ereğidir. Edebiyatın her sanatta olduğu gibi, bu tür bir işlevsel kurala bel bağlaması gereklidir. Sanatın da seçmesi bağlanması zorunludur yani, Çağımızın giderek günümüzün nesnel koşulları bunu çiziyor bize

FÜRUZAN’IN TAVRI:

Burjuva aldatmacası olan ‘insan yalnızdır’ yinelemesini değiştirmek özlemiyle yazıyorum. Yabancılaşmanın her biçimine karşı çıkmamız bireysel kurtulma yolu olan bu yalnızlığın aldatıcılığını anlatmakla olacaktır. İnsan yalnız değildir yeter ki el ele vermesini bilsin” Edebiyata işlevsel bir tavır yüklemenin sanat yüceliğini kendi özünde oluşturulmuş yabancılaştırmasını kazımak olduğundan Füruzan’ın bu tavrı çağımızda sanatın seçme zorunluluğuyla bir koşutluk kuruyor ve insanın basmakalıp şeylerden (insan yalnızdır yinelemesinden) kurtulmasına, el ele vermesine kendine eğitmesine yol açan bir sanatın adına konuştuğunu açıklıyor

Niçin yazdıklarının bilincine bile varmadan içi boş biçim denemeleriyle yenilik hikâyecileri adı altına sığınarak bir başka baskı grubu[1] olmak için incelemeler yayımlayanların ve de hikayelerinin üçte bilmem kaçını oradan buradan aktarıp gerisini de on – on beş yazardan yararlanıp yazanların; ortamı toplumcu edebiyat toplumcu gerçeklik adına bulandırdıkları bir dönemde Füruzan’ın yaptığının bilincine (önceden) varması oluşturduğu sanatın önemini daha da arttırıyor. Doğal ki gerçekleştirebildiği oranda artıyor bu önem.

HİKÂYELERİ:

Yayınlanan ilk ürünleri için bakış açısı olmayan edebiyat deneyimleriydiler özden yoksundular süsleme biçim kaygıları önce geliyordu diye öz eleştirisini yapıyordu[2], Füruzan sonra 1967’de yeniden, bu kez sınıfı ile ilgisi pekiştikten başka, kendini de aşarak parasız yatılısı yayınlandı. On iki hikâyeden oluşmuştu bu ilk yapıt daha önce de dergilerde çıkan hikâyeleri ilgi çekmiş özellikle su ustası miraçla edebiyat ortamında kendine özgü sağlam bir yer yapmaya başlamıştı üç kesite ayrılabilir parasız yatılı

  1. a) Toplumsal bir özü, dişe dokunur bir duyarlılıkla yansıtanlar: Su Ustası Miraç, Edirne’nin Köprüleri, Haraç, Parasız Yatılı.
  2. b) Gene ince duyarlılıkları olan fakat toplumsal özleri pek belirmemiş (ya da güme gitmiş) daha çok çağrışımlarla bu özü yansıtanlar: Piyano Çalabilmek, İskele Parklarında, Taşralı, Nehir, Yaz Geldi.
  3. c) Bütün bunların dışında kalanlar. Acemilikle karışık ilk hikâyeler sanısı verenler: Sabah Eskimişliğin, Münip Bey’in Günlüğü, Özgürlük Atları.

Bu hikâyelerin dilsel biçimlenmeleri hep ayrı ayrıdır. (Az olarak benzerlik de bulunabilir). Ama tümünün birleştikleri bir başlangıç noktası vardır. Konuları daha önce başkalarınca yazılmıştı da olsa yeni duyarlılıklarla çağrışımlar getirir ve yer yer biçimcilik kaygısını bile pek örtemediği toplumcu özle insan yalnızlığın bir aldatmaca olduğunu anlatır.

“Mari kızanlarım, dedi bu düğün bayram türküsüdür. Bunun bir de hora tepmesi olur. Haydi davranın (….) İshak amca başta, yanında İshak amcanın gelini, yengem, amcam ayakta sıralanıp birbirlerinin omuzunu tuttular. Oyunlarını kutsarcasına bir an dimdik durdular. Sonra öne doğru şöylece bir eğilip oyunlarına başladılar. (…..)  Tümü genç kız, tümü delikanlıydı sanki. Ne güzel insanlardı onlar.” (Edirne’nin Köprüleri)

Parasız Yatılı ikinci baskısını yaparken, ikinci yapıtı yayımlandı Füruzan’ın. Giderek biçimcilikten kurtulup özle daha yakın bir ilişki kurduğu uzunca hikâyelerden kurulu Kuşatma[3]. Bu yapıtında da bildirisinin geçerliliği görülür yazarın. Bunun sözü uzatsa da, öyle ustalıkla yapar ki, bangır bangır bağırmadan, gereksiz vurgular katmadan, okuyucuyu sarsar. Sessizdir ama sağlıklıdır. Yapıtta altı hikâye var hepsi de uzunca son iki hikaye ise (dergilerde yayımlanmamış ) himayelikten çıkıp nuvel boyutuna uzanıyor.

İkinci yapıtının ilk hikâyesi Tokat Bir Bağ İçinde: Hikâyenin ilk bölümünde entelektüel burjuvaların cinsel patlamalarının yarattığı bunalımlarla, gerçekte bir yabancılaşma biçimi olan “cinsel yaşamlarımıza yenilikler getiriyoruz” sözleriyle belirledikleri devrimciliklerin öznel tatminleri anlatılır.

“Topluma katkı yapabilme yollarını her an aramışımdır, arıyorum da. Yalnız geniş yığınların her şeyi anlayamayacağı kuşkusunu atamıyorum içimden. Yığının bir kısmını biraz da bizde çalışan hizmetçilerden ötürü tanıyor sayılmaz mıyım? Geçenlerde yattık da bana mısın demedi ikimize de. O şair olarak Aragon’u çok sever (s.21). Kalabalıklar, geniş alanlarda toplanıp pornografinin coşturucu etselliğini tadacak. Pop müziği dinlerken öyle çağrışımlarım vardır ki Gueveara bile gelir aklıma. Ah canım, ne yakışıklıdır!” (Tokat Bir Bağı İçinde)

İkinci hikâye Kuşatma. Kenar mahalle kızlarının bu koşulları altındaki yazgılarını işler:  Tuhafiye mağazalarda çalışacaklardır, genel evlere doğrudur gelecekleri.

Üçüncü hikâye Ah Güzel İstanbul’dur. Adının çağrıştırdığı yoğun bir temayı yansıtır. Bir uzun yol sürücüsünün ve genelevden alınıp kapatılan bir kadının ortaklaşa özlemleri… savaşlarını.. ne çözümün saptanabildiği, ne de çıkış yolunun sağlıklı bir biçimde ele geçebildiği, amansız, dört tekerin yönettiği uğraşlarını anlatır bu hikaye de.

“Kırlangıç Balıkları, onlar için değişmeyen yaşama koşulları, dışlarında gelişen her şeyi yabancılaşmalarını kolaylı”yan balıkçıların sergisidir. Balıkçılardan Mehmet kentliliğinden gelen bir eylemle ve bir üst sınıfa -otel sahibine- hıncını boşaltır. Bilinçsiz emekçi yığınlarını simgeler gibidir Mehmet.

İNSANLARI:

Burjuvazi bir sınıf niteliğini kazandıktan bu yana, kendi içinde kutuplaşmaya başladı. Kapitalist ilişkilerin keskinleştiği bu süreçle, burjuvaların ufak bir bölümü büyük burjuvalaşmaya (sanayi kapitalisti) olmaya itilirken, yaygın bir kitlesi, gene kapitalist çarkın etkilemesi yüzünden küçük burjuva olmaya, ardından da işsiz kalmaya başladılar. Emekçi sınıfı sürecine girmiş küçük burjuvanın kent kesimini yansıtır Füruzan. Bu kesimde: umutların peşinde süren şoförler, birkaç yol arasına dünyalarını sıkıştırmış küçük ve gezgin esnaflar, filozofça konuşan kundura tamircileri, ufak ticaretle uğraşan kişilerin yanlarında çalıştırdıkları kenar mahalle kızları, başarılarını egemen sınıfların belirlediği sınavlarda gösteren parasız yatılılar, ulusal kurtuluş savaşının milli burjuvaları, bilinçsizce başkaldıran balıkçılar, genelevlere yolcu kızlar vardır. Yazar bu toplum biçimlenmesini yansıtırken dengenin öbür yanını, günümüzde ağır basan yanında anlatmıştır. Bu yanda da: köy kent ilişkisini güçlendiği feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde yavaş yavaş yok olmaya ve türsel bir aşama göstermeye doğru akan feodal kökenli artıklar bulunan Kurtuluş Savaşı’nın, sonradan bankalar kurarak toplumu kapitalist sürece sokacak açıkgöz aristokratları, entelektüel devrimci kent burjuvalar oluşmuşlardır.

Fakat yazarın bel bağladığı toplum katı küçük burjuvanın alt tabakasıdır. Gönlü onlardan yanadır. Kendi sınıfıdır çünkü bu. Bu insanlar ufak umutlar peşinde, bilinçsizce toplumun akışına uyarak yaşamlarını sürdürürler.

“ ‘Bugün işim çabuk bitti’ diye düşündü adam. Çabuk sattım malı. Daha olsa daha da satış olurdu. Para yok ki günlük kazancın beş on kuruşunu ayırıp fazladan ciğerdi, dalaktı, alabilsem. Olmuyor işte, rızkımız bu kadar demek. Bir çocuk daha lazım mıydı? Niçin doğar? Neyi görmeye?” (Redife’ye Güzelleme).

Hemen hemen hepsinin bilinci, umudu buraya değindir. Sonra? Yazar da göstermemiştir bunu. Bu kesimin insanları arasında bilinçlileri vardır: Fakat bunlar hem bir süreç ayrılığıyla, hem de sınıf olarak tarihsel yerlerine konulmuşlardır.

“İzmir Dağları’nda vuruşanların canlarını koydukları savaşın içinde benim de payım olmalı.” “Üstelik zengin kızısın. Bu daha da çok çocuk olmaktır. Anadolu baştan aşağı savaşıyor. Bizim gibiler katılıp da dövüşmezse neyi hak edebilirler” (Gül Mevsimidir).

Bütün bu iyi niyetli, olumlu insanların yanında çelişkinin de var olduğu gerçektir.  Eylemin süregitmesi çelişkilerinin çözümlenmeleriyle olur ve Kurtuluş Savaşı’nda çelişkinin bu olumsuz yanı kazanır. İzmir İktisat Kongresi ile bel bağlanan aristokrasisinin kendi öznel yaşantısı içinde bile düzeni bozuktur, büyük bir yabancılaşma içindedir.

Kocam harcamalarını kendi parasından yapabilirdi. Böyle olmalıydı, olacaktı da… Çünkü gelir gider hesaplarını bana göstermek zorundaydı. Evlilikteki paylaşımlarımızı bir Batılı iş kafasıyla anlaşıp yapmıştık. Gene de bilmezlikten gelmek zararlı olabilirdi.”(Gül Mevsimidir).

Bu evlilik kurumunun paracıl, meta görünümü giderek toplumun yönetme aygıtlarına (kurumlarına) da sinecek ve bu günlere gelinecektir. Füruzan’ın anılarından yararlanıp geçmişle bağ kurması ve bugünlerin bozukluğunun temellerini göstermesi, bunların insanlarıyla, gerçekten kanlı canlı insanlarıyla göstermesi önemlidir. Fakat yazar, kendi sınıfını anlatırken daha da sıcak, daha da kalıcıdır. Betimlemelerini kendi kökenin de yatan, gerçeğe ve gözleme dayanır.

DİLİ-ESTETİK KAYGISI:

Sözünü ettiğim sanatın var olabilmesinin, kitleyle ilişki kurmasının gelip dayandığı nokta anlatma’dır. Sanatın görevini yerine getirmesi açısından zorunluluğudur bu. Şöyle ki anlatmayan sanat çağımızda da artık geçerli değildir. Doğal ki anlatımın estetik kalıplar içinde erimesi sanatın bir başka özelliğidir.

Dilin bu işlevsel bilincine varmış bir yazar olarak beliriyor Füruzan. Dili istediği biçimde kullanarak gerek estetik kurguya önem veriyor, gerekse de sanatın yapıtı oluşturan diğer öğelere…

Diğer hikâyelerde ağız özellikleri (göçmenlerin konuşmaları) bilimsel bir dil süzgecinden geçirilerek verilmiştir. Öte yandan kişilerin kendilerini anlatma yetersizliklerinde, hep yazarın bilinçli zorlamaları yetişmiş, anlatma eylemi kusursuzlaştırmıştır. Füruzan’ın usta hikâyeciliğinin yanında usta anlatıcılığını da kanıtlar bu. Dilin esnekliği ve anlatma görevi yönünden de önemlidir üstelik. Bunun yanında dil savruklukları da vardır Füruzan’da. Buna, Füruzan denli yoğun yazan her hikâyecide olabilecek bir kusur olduğunu göz önünde tutarak, değinmeyeceğim. Üstelik titiz bir incelemeciden başkasının gözüne çarpmayacak savrukluklar bunlar.

Estetik düzen de dilin yoğrulduğu kaplarda yoğruluyor Füruzan’da. Hikâye kurgusunda pek önemli biçim yenilikleri getirmemekle birlikte hiçbir zaman yavanlığa düşülmüyor. Kurguda çağrışımlar yapabilecek oynaklıklar (zaman ve şahıs değişimleri) hikâyeleri daha yetkin kılıyor.

SONUÇ:

Füruzan oldukça yoğunlukla yazan, çağdaş gerçekçiliği kadınsal uygarlıkları eritip sanatından ödün vermeden işleyen bir hikâyecidir. Anlattıkları, sanatsal işlev yönünden olduğu kadar çeşitli olguların saptanabilmesi açısından da önemlidir. Bu oldukça yoğunluk dediğim onu hiçbir zamanlığa yavanlığa düşürmeden, giderek her yazdığına ayrı bir diriliği işleyerek geliştiren, durmadan aşamalar yaptıran bir uğraşı. Kendi özeleştirisinden de anladığımız gibi bakış açısı olmayan ilk ürünlerinden bu yana Parasız Yatılısıyla Kuşatmasıyla bir doruğu kuşatıyor Füruzan. Biz buna “bir parasız yatılının kuşatması” da diyebiliriz. “Tığını” değiştirmesini, giderek daha da büyüyerek,  romana açılmasını da umabiliriz. Öyle ya, büyük öfkeler daha büyük “tığlarla” yazılmalıdır.

[1] Leyla Erbil, Yeni Dergi, 89

[2] Füruzan, Parasız Yatılı, Bilgi Yayınları, 1. Basım, 1971, Arka Kapak

[3] Füruzan, Kuşatma, Bilgi Yayınları, 1. Basım, 1972

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl