Ana Sayfa Litera küçük İSKENDER ŞİİRİ VE MARJİNAL DEVRİM!

küçük İSKENDER ŞİİRİ VE MARJİNAL DEVRİM!

küçük İSKENDER ŞİİRİ  VE MARJİNAL DEVRİM!

Eskiden çok güzel türküler söylerdi, artık onları söyleyemez. Fıkralar anlatırdı, artık onları da anlatamaz. Çünkü, 3 Temmuz 2019’da onu yitirdik. Ölüm nedeni: Kanser!

Erotika”yı onunla öğrendik. Rimbaud’un ruh dünyasında, bizi o gezdirdi. Aşkın, bildik popüler tanımların dışında bir şey olduğunu anlatırken bir yandan da Türkçenin enfes kıvamına gönüllerimizi hazırlıyordu. Kökü mazide bir geleceğin dili olarak Türkçe, belki de en güzel onun kaleminde neşv-ü nema bulmuştur. Türk okuru, herhâlde ilk kez onun şiirleriyle kendi zenginliklerine eğilmeye başladı. Bu anlamda dilimize, kültürümüze, edebiyatımıza ve yazın türlerimize katkısı büyüktür.

Elbette ki bir konu daha var, o da şu: belki her zaman, biraz da alışkanlık nedeniyle sorduğumuz “küçük İskender şiiri ne zaman bitecek?” sorusu, bence baştan beri yanlış bir sorudur. küçük İskender şiiri, ne zaman anlaşılmış olacak? Çünkü onun şiiri sonsuzdur. Biraz önce dediğim gibi her bir dize, tekrar tekrar işlem göreceği için küçük İskender şiiri devam edip gidecek ve yaşatılması çok çok önemlidir.

Diğer yandan şiirin artık ihtiyaç duymadığı ya da şiirin ihtiyaçlarına yanıt veremeyen ya da vermek istemeyen çok sayıda şair var bugün. Bunun için etkin bir eleştiri bilincinin, eleştiri teşkilatının, dahası eleştiri ruhunun, şiirin temelinde yer alma gerekliliği ortadadır. Bireyciliğin, sıradanlığın, ayrışmanın, uzaklaşmanın, kamplaşmanın, bananeciliğin keskin çarkına teslim edilen ve böylece hissiz, ruhsuz, güçsüz bırakılan bir eleştiri anlayışının bunu sağlayamayacağı da ortadadır.

Yeni bir eleştiri kimliği doğuyor, eleştiri bilinci uyanıyor, yeni bir eleştiri kültürü oluşuyor. Evet, eskisinden çok farklı, eleştiriden çok burjuva, tutunma çabası içinde atılgan, isyankâr ve enerjik. Bizim bildiğimiz eleştiri kültürünü taşıyacak durumda değil ama yavaş yavaş eksikliğini duyuyoruz, hızlı değişim içinde nereye ait olduğunu hatırlamaya çalışıyoruz.

küçük İskender, muhtelif sahalarda yapıtlar veren bir entelektüeldir ve bu durum, meseleye nereden başlamam gerektiği hususunda beni hayli zorluyor. Fakat “şiir” olgusuna 1985-2012 arası bir perspektiften bakmaya çalışmak, başlangıç için uygun olabilir, diye düşünüyorum. Kuşkusuz bu, 1985-2012 arası perspektifte bazı önemli kırılma noktaları dikkatimi çekiyor.

Son birkaç asırlık süreçte bilimsel devrimden aydınlanmaya, moderniteden postmoderniteye kadar geniş bir yelpazede değerlendirilebilecek büyük değişim ve dönüşüm süreçlerinin, insan hayatının her alanına olduğu kadar şiire de derinlemesine nüfuz ettiğini biliyorum. Peki, bu süreç küçük İskender’in şiir algısında, küçük İskender-şiir ilişkilerinde ve küçük İskender’in şiir kurma pratiklerinde ne gibi değişiklikler yarattı?

İlk şiirlerinin doğuşu, genellikle marjinal devrimle ilişkilendirilir. Tabii buraya baktığınız zaman temelde en önemli mesele, artı ürünün doğmasıdır. Eskiden bu, genellikle yerleşik şiirin başlamasına bağlanırdı. Ama Türk şiirinde yapılan deneysel bazı çalışmalar gösterdi ki şiir, yaratıcılığın sistematize edilmesiyle oluşan artı ürünün üstünde oluşabiliyor ve oluştuktan sonra şiirin yerleşik hâle gelmesi gerçekleşiyor. Teoride böyle bir değişiklik var ama temelde gayet açık ki bu artı ürün olacak, sınıflı toplum olacak, artı ürünün kalitesinin artmasına paralel olarak da şiirin kalitesi ve büyüklüğü artacak. Bu bakımdan baktığımda küçük İskender şiiri, artı ürüne ve sınıflı toplumun ortaya çıkışına paralel olarak ortaya çıkıyor. Şair kültürü ve şair kimliğinin bir başka ipucu, hayat tarzlarında saklıdır. Şairlerin adları gibi hayat tarzları da birbirinden farklılaşır; her biri, kendi özelinde hayata dâhil olur.

Bir şair, kendine özgü nitelik ve özelliklerle belirli bir “kimse” oluyor ve diğerlerinden farklı ve özel hâle geliyorsa, bir “şiir” ya da “kitap” da kendisini diğer şiirlerden farklı kılan bir nitelikler bütünü olarak algılanabiliyorsa özel bir şiir/kitap olur ve zihinlere yerleşir. Bu bağlamda şair kimliğinin oluşturulması ya da güçlendirilebilmesi için önce şairi “özel” ya da “ayrımsanabilir” kılan nedenleri anlamak yararlı olacaktır.

Kimlik kavramı, bir kişinin, nesnenin ayrımsanabilir karakteri ya da özelliği olarak tanımlanır. Şair kimliği ise bir şairin, diğer şairlerden ayrılarak okunabilmesini ya da insanlar için anlamlı hâle gelmesini sağlayan nitelikler bütünüdür. Şair kimliği sorgulandığında başlıca beklenti, şairin bir “şair” olarak kendine özgü karakter ve farklılıkları yansıtması, başka bir ifadeyle “özgün” olmasıdır.

Bir şairin belirli bir şiirle özdeşleşmesi ve bunun kimlik nosyonuyla analizi, eski bir geleneğin parçasıdır. Şair kimliğine olan gereksinme, daha önce tarafımdan vurgulanmıştır. Şiirin özgün şairlerle bütünleşmeye olan gereksinmesi yadsındığında, gelecekte “şair” özelliklerinin önemsenmediği ve yansıtılmadığı bir şiir ile kuşatılma riskine dikkat çekmiştim. Bu gereksinmeye duyarlı olunduğunda ise şair deneyimlerini yansıtan ve güçlendiren bir şiirin ortaya çıkma potansiyeli güçlenecektir. Şair kimliği kavramı, 1950’lerden beri çeşitli edebiyat araştırmacıları tarafından geliştirilmiş olsa da söz konusu çalışmalar, genellikle “biçim”e odaklanmış ve bununla ilgili belirleyiciler, çoğunlukla şiirin görsel ve estetik özellikleriyle ilişkilendirilerek açıklanmıştır. Bu görsel etki, kısmen şairin doğal çevresinin (topografya, iklim, bitki örtüsü, deniz, göl, nehir ile olan ilişki vb.), kısmen de yapılı çevrenin oluşturduğu somut çerçevenin yansımasıdır.

Ne var ki şair kimliği, sadece ayrımsanabilir ve anımsanabilir biçimsel özelliklerle değil, şairin şiire yüklediği “anlam” ile oluşur. Çok uzun bir süreci gerektiren şiir ile özdeşleşme olgusunun, şiirin biçimi kadar onu kuşatan “anlam” ve bileşenlerine bağlı olduğu kuşkusuzdur.

küçük İskender şiirinde, bugünle geçmiş arasındaki benzerlik duygusunun sürekliliğini sağlayan çok sayıda unsur var: Tanrı, aşk ve ölüm, savaş, yaratma ve yansıtma ve kadın ve erkek. O, tarihi yatay ve dikey çizgilerle kesen bütün bu evrensel temalarla okurlarına dokunabiliyor ve bu temalarla, bu kadar çok okurla başa çıkmak için de çeşitli tekniklere başvuruyor.

Şiirin dizelerine gömülüp hikâyelerin içinde kendinizi ne kadar görürseniz ya da tam da gördüğünüzü sandığınız anda aynadaki hayaliniz tanınmayacak kadar değişiyor. Çünkü küçük İskender’in “görünmez eli”, hemen yetişip aynanın duruşunu değiştiriyor. O, şiiriyle çekişe çekişe sevişir. Şiirinden nefret ettiğini söylerken bile aslında şiirine ilân-ı aşk etmektedir. Şimdi onun “sessizliğin sesi” adlı şiirinden birkaç dizeye kulak verelim.

yeme tırnaklarını ey ömrüm!
sancı bir altın muhafazakârlığıdır!
baksana, gece ne de çok metot, od sardı gelişimi

kalk ayağa! kalk ayağa ey tutkun zulüm
uzak ölülerin saçlarından, bir gri gül getir!
bir gardiyan hıçkırığının alevli prensi,
sana kan çaldım biraz kendi damarlarımdan!
kopsun çalkantılardan sökülen zamklı yürek!
zehre dökülen nehrin mutedil orman karanlığı
ve isyanlardan bir buket ihanet çimeni
olur olmaz dudakların zengin aralığında
fısıldayan öbürlüğüm (sana kar çaldım biraz!)

küçük İskender, görüldüğü gibi imgelerinde de kendine özgüdür ve özgündür. Dediği gibidir şairin: “seller aktı gitti ama o yine sapasağlam ayakta kaldı”. Demem o ki ne şiirimizdeki Garip’le gelen argoya, tuhaflığa dek uzanan akıntısına kapılıp sıkıcı bir tekdüzeliğe düştü ne de Garip’e tepki olarak doğan İkinci Yeni’nin esintisine. Hiç tökezlemeden hep kendi kalmayı başardı. Üstelik her zaman, otuz yıl boyunca “günün ozanı” olmasını da bildi. Her yeni kuşak; ona uğradı, onu irdeledi, onu kurcaladı ama sonunda onu sevdi, ona saygı duydu, onu gündemde tuttu. “İnsan”dan beslenerek bu günlere dek hiç yara almadan sıradanlığa, yavanlığa, usanılmaya düşmeden gelebilmek, hızla değişen dünyamızda bir şair için övünülecek bir başarıdır bence.

küçük İskender şiirinin kuruluşu, ilk bakışta tekdüze denilecek denli benzerlikler taşır. Hemen hemen bütün şiirleri, dizeleri birbiriyle uyaklı ve çok dizeli kıtalardan oluşur.

Ne var ki ölçülü, uyaklı izlenimi verdiği hâlde unutulmaz melodilerle içimizi dolduran ama ne ölçülü ne de uyaklı olan şiirleri de vardır.

Ünlü “bir martıyı ağlattın sen ve bir martıyı ağlattın sen, II” şiirleri, küçük İskender’in “şiir-yapı” özelliğinin ilk örneklerindendir:

bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık
kütür kütür küfrediyor gece imanıma
bir yaprak kırılıp suya düşüyor
su yaralanıyor su kanıyor şelale!

ah nasıl titredim tensiz
bir piyanist büküldü sanki kesişen ayrışık doğrular gibi
çarpışıverdim yüzünle. Yüzün
öyle düzgün suna bir elyazısı
yüzün yüzüme aksedince
yüzün ayna alnımda
yüzün uzun hüzünlü bir alınyazısı!

bitmemiş bir ömrün yalanısın
sen: kabuslarımın tabiri
çocukluğumun arta kalanısın!
öldüreceğim kendimi dudaklarınla
dudakların etle, şehvetle seferber
sen! bana inen son kutsal kitap
son fakir yatır
son aciz peygamber! bir martıyı ağlattın işte
bir çocuk garanti intihar eder artık”

sonra sabaha karşı bir ceren de ölür

benzin istasyonlarına çektiğin
otomobilden akan yeşil yaşlar:
neyin nesi bir sabit aşkın tasviri,
suyun uykusu yok! su rüya işitmez artık!
indirin beni senin yüzünden..

ucuz peynirler, ah kötü şaraplarla
ucuz hüzünler, ah kötü hatıralarla
geçtigeçtigeçti geç’ti ömrümüz

bir martıyı ağlattın ben bir çocuk
sen bir çocuk intihar eder artık

Burada kıtaların sonuncu dizelerindeki yinelemeler dışında başka bir uyak da yoktur. Ama bir müzik meydana gelmiş, büyüleyici bir etki kazanmıştır. Bütün yinelemelerine karşın onun şiiri, asla sıkıcı ve bıktırıcı olmaz. Bach müziği gibi yinelemeler içinde küçük dalgacıklarla akıp giden bir değişimler bütünlüğü oluşturur.

O, arzularını hatırlatıyor. Sistemin içinde savrulup giderken yapamadıklarını… Herkes dosdoğru bir adam olmak ister, öte yandan bu zor bir şeydir, sınırsız tavizler verilir. küçük İskender’de, taviz vermemenin mümkün olduğunu görüyoruz. Ben de onu örnek alıyorum bazen. İçimden “keşke onun gibi kimseye eyvallah etmeyen biri olabilseydim,” diye geçiriyorum. Aslında bu, kurcalamaya değer bir mesele.

Belirgin kimlikleriyle öne çıkan şairlerin ortak özelliklerinden biri, iki boyutlu çerçevede belirli bir duygusal yoğunluğa sahip olmalarıdır. Bu özellik, bazı durumlarda savunma gereksinmesi ile açıklansa ve doğal çevre değerleriyle ilişkilendirilse de bütünleşik ve yoğun şiir dokusu, sonuçta tüm şairlerde temel bir gereksinme olarak ortaya çıkmıştır.

Eski Mısır hiyeroglif yazısında “şiir” ve “ana” kelimelerinin aynı sembolle gösterilmesi de şiirin sıcak, sarıcı, kucaklayıcı bir şey olarak algılandığının işaretidir. Şair kimliği, basitçe fiziksel görünümle değil, o şairin karakteriyle ilgilidir. Zihinlerindeki şair imgesi, zaman içinde insanların yaptığı değişim ve uyarlamalar sonucunda gitgide daha fazla ayrıntıyla beslenerek güçlenir ve karakter belirginleşir. Şair, zaman içinde kültürünü de şiirini de yoğurur ve biçimlendirir:

anarşi eldiven giymiş ihanetin zifaf gecesinde 
 damadın cinsel gururunu kopartıyorlar anne kız
insanlardan umudu olmaz olsun sularında
artık sakıncasız
yüzüyor bir kadınadam ölüsü..”

Korku sütannesine gidiyor
allahsız takılıyor sünnetsiz meşrutiyet
ve hakimiyet tecavüzünde şiirin
ellerinden öpülüyor şeytan teyzenin
bir damla sperm damlıyor ağzına zamanın
zamanın apışarasından!..

Dizesiyle başlayan “anarşi” şiirii 1986’da yazılmıştır. Bu parçada ikinci dizeyle dördüncü dize uyaklıdır, ötekiler serbesttir. Bir de 1984-1991 arasında yazılmış “eylem / boylam” adlı şu yapıta bakalım:

a) yirmi bir yaşındayım

yirmi bir yaşındayım
on saniyede bir titreştiyse
gözkapaklarım
ve günde sekiz saat uyuduysam
dört milyon
dört yüz on dokuz bin
bey yüz yetmiş altı kere
kapadım demektir
gözlerimi insanlara
ve gerçeklere”

d) benim sevdam pekiyi katliamdır

şık bir kıyımın eldivenlerini giymiştim
( erguvan geçitlerinde Lacivertler gülüşüyordu)
bacaklarıma ti esti to kalon? Sürtünüyordu
( sürtük diyorlardı O’na, sülün gibi bir Oğlandı)
tıraş olup kirpiklerimi törpüledim
yahudi bir aynada cesurca ağladım
önsözüm belledim Cismini”

f) grotesk

insan bazı aşklara büyük harfle başlar
bazı ölümler ise, çalıntıdır”

g) istas-yon-cası

erotikamın İntikamısın Sen, Ey Güzel Çocuk
bu Şiiri yalnız Senin için
yalnız bir Şair uydurdu!

Dikkat edilirse uyak, bunda da bir önceki örnekte olduğu gibi ikinci dizeyle dördüncü dize arasındadır. Uyak düzeni, çoğunlukla böyle sürüp gider. küçük İskender’in şiirlerinde denilebilir ki bu bir tekdüzelik doğurur ama kimi şiirlerinde uyaklı dizelerin yerini değiştirdiği de olur. Önüne bir şiir geldiğinde, üslup kendisini dayatır. Hele şairle, okuyucuyla, kafa kafaya verip üslup birliğine varabilirsen, yani ortak bir akıl ve ruh oluşturabilirsen tadından yenmez.

bir hikâye böyle bitti bir yağma böyle başladı
dışımı gördüm dışım bir şeye tanımlandı
bağırsam sanki kendimi çağıracaktım
bir kedi dönüp bana bakacaktı

iki kere iki, eşittir neyse ne” adlı şiirinden alıntıladığım bu parçada da uyak birinciyle dördüncü dizeler arasına kaymıştır. Ama böylesi oldukça seyrek görülür. küçük İskender’in şiirlerinde, genel yapı özellikleri araştırılırken bu gibi saptamalar bol bol yapılabilir olmakla birlikte, bir şiirin bütün dizelerinde her zaman bu özelliği sürdürmediğine, değişik seslere de sıçradığına tanık olabilirsiniz şairin.

Seyhan Erözçelik’e ithafen yazdığı “at kızartması” adlı şiiri, bu söylediklerimi örnekleyen bir şiirdir:

her kadın biraz alüminyum kokar
steplerde dizboyu hatmi ve etil alkol
kantoda bu gece çocuğun burnu kesilecek
sokakların, kentin korkusu
bir yönetilme biçimi
yüzyılı arsızca kucaklayan yılan

Görüldüğü gibi Çağdaş şiirimizin belki en romantik, bir o kadar da lirik olan bu şiirinin ilk kıtası beş dizeliktir, ötekilerse dörder. Hem de küçük İskender ‘dörtleme’si diyebileceğimiz türdendirler. Yani ikinci dizeyle dördüncü dizeler uyaklı, birincilerle üçüncüler serbest.

küçük İskender şiirinin başka bir özelliği de dizelerinin çoğunlukla uzunlu kısalı oluşudur. Bu kısalık değişik ölçülerde akıp giderek onu niteleyen bir ses, bir müzik yaratır ve kişiliğine özgün bir renk katar. Bunun yanında bir öbür özelliği de küçük İskender’in yinelemelerden çekinmemesidir ve bunu kendine özgü şiir dilini kurmada kişisel bir teknik olarak kullanmasıdır. Bu son iki özelliği, hem en lirik şiirlerinden biri olan “civangir I” şiirinde görürüz hem daha sonraki yıllarda yazdığı “öznesi ölüm bir cümleydi gece” adlı şiirinde. “civangir I”i okumak istiyorum:

onlar bir duble rakı daha söylediler
onlar bir duble rakı daha anlattılar
 
 bir elimi götürüp saçlarına taktım ben senin 
bir elimi götürüp siyah eldivenlere astım

bir uçaklar düşüyor seviştiğimiz yatağa
bir uçaklar havalanıyor sen savruldukça yatakta”

ve çocuklar başlarını kaldırıp kesik kelleleri gördüler
ve çocuklar başlarını kaldırıp başeğenleri gördüler

küçük İskender, şarkısı biten şairlerden değildir. Bu bitiş; şiirin gelişi, şiirin gereği belli bir acıyı, yalnızlığı dile getiriyor ve kendi öz yalnızlığını dokunaklı kılmak için şairce bir hileye başvuruyor.

Şair dediğin de iyi anlamda bir hilebaz, bir sihirbaz değil midir? Şiir, her zaman toplumsal ve kültürel farklılıklar sanatı olmuştur.

Şiire özgü olan, şiirsel deneyimi özgün kılan da bu toplumsal ve kültürel farklılıklardır.

Şiirsel deneyim, sınıfsal ya da kültürel olsun, farklı yaşam tarzlarına her an tanık olmayı ve bu farklılıklardan öğrenmeyi içerir.

OKUMA NOTLARI: Murad, Efe: (2007), “Günümüz Yeni Türk Şiiri: Serbest Çalışmalar”, Heves, Sayı: 15., İskender, küçük: Şiirli Değnek (1995/YKY), Eflatun Sufleler (2002/ Gendaş), Rimbaud’ya Akıl Notları (2004 / Alkım ), Gözlerim Sığmıyor Yüzüme (1988 / Adam Yayınları), Erotika ( 1991 / Adam Yayınları), Yirmi5April (1994 / YKY ), Periler Ölürken Özür Diler (1994 / Gendaş ) , Suzidilara ( 1996 / Adam Yayınları), Güzel Annemin Hayal Gücü (Tek Baskılık Kitap ) (1996 / Hera Şiir Kitaplığı), Ciddiye Alındığım Kara Parçaları (1997 / YKY) Papağana Silah Çekme! (1998 / Om Yayınları ), Alp Krizi ( Tek Baskılık Kitap) (1999 / Çalıntı Yayınları ), Gözyaşlarım Nal Sesleri (1999 / Adam Yayınları), Bir Çift Siyah Deri Eldiven (2000 / Adam Yayınları ), İpucu Bırakma Sanatı ( 2000 / Om Yayınları ), Bahname (2000 / Om Yayınları), Teklifsiz Serseri (2001 / Om Yayınları ), Kahramanlar Ölü Doğar (2001 / Om Yayınları ), Çürük Et Deposu, (2001 / Adam Yayınları), Eski Kral Deposu (2002 / Adam Yayınları ), Siyah Beyaz Denizatları (Toplu Şiirler I) (2003 / Gendaş), Bir Daha Bana Benzeme Angel! (2004 / Varlık ), Sarı Şey (2010 / Sel Yayınları), Bu Defa Çok Fena (2011 / Sel Yayınları), Ali (2013 / Sel Yayınları), Elli belirsiz (2014 / Sel Yayınları).

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl