Ana Sayfa Kritik ‘BELLEK’İN ‘ZAMAN’A BAKIŞI

‘BELLEK’İN ‘ZAMAN’A BAKIŞI

‘BELLEK’İN ‘ZAMAN’A BAKIŞI

[… Hikâyenizi temiz tutmak sizin elinizde. Mış gibi yaparak sadece kendini kandırıyor insan. İyi olmak kolay değil ama iyi kalmak çok daha zor, senden bir ömür ister. Bedelini öde ve iyi kal diyordu babam. Son güne kadar unutamayacağım söz…] Palyaço’nun Günlüğü*, s. 66

Herkes bir hayat yaşar ama herkesin yaşadığına bir hayat denmez” demişti bir yazar. Geçen günlerde, yıllanmış bir dostumla sohbet ederken tuhaf bir cümle söyledi; “Kıymet bilmeden değer kazanamayız, değersiz olursak da hayatımız derinleşmez.” Bu iki cümle arasında, büyük bir arkadaşlığın ötesinde, bir kardeşlik görüyorum. Ama bir babanın, “İyi olmak kolay değil ama iyi kalmak çok daha zor, senden bir ömür ister. Bedelini öde ve iyi kal demesi, ruhumu ısıttı. Bu cümleyi, yanıp sönen neon ışıklarıyla yazdırıp, hayatımın en yukarısına astım. Çünkü bu cümle çok ama çok kıymetli. Bunu neden söyledim? Palyaço’nun Günlüğü’nü defalarca okudum da ondan.

Bu yazının yazma sürecinin uzun sürmesinin, çokça karışık olan nedenleri de var. Sadece biri; kitapta birçok paragrafta takılıp, düşmem. Ruhumun sarsılması. Sonrasında da, kendimi toparlayamamam. Kim, Palyaço’nun VI. Günlüğü’nün -kitapta 132. sayfadır- şu cümleyi okuyup düşmez ki; “Darülbedayi’de doğdum, büyüdüm, yetiştim. Yıllar içinde not aldığım ya da hafızamda sakladığım her şeyi masanın üstüne koyuyorum, neredeyse hayatımın tamamı o asil çatının altında geçmiş. Şimdiye dair söz söylemek istemem çünkü içim yanar, yüreğim kanar. Tepebaşı Dram Tiyatrosu gibi ruhum.” Bu cümleyi okuyup, insanın ruhunun sarsılmaması mümkün mü? “Tepebaşı Dram Tiyatrosu gibi ruhum.” Daha sonrasında da, “Belki bir gün Darülbedayi anlatırım” diye yazmış. Umarım Cem Davran, o kaldırımlarım muhteşem anlara tanık olduğu o günleri anlatır. Anlatmasının ipuçlarını yine kitabının, VII. Günlüğü’nün 139. sayfasında okuyoruz; “Güçlü bir hafıza, ağır bir cezadır insana. Böyle mi sahiden? Ben seviyorum oysa hatırlamayı.

Kitapta yazılmış, bir yazı var; Melekler ve Kumarbazlar filmimle ilgili. Buna konuya, sonra geleceğim. Peşinen söyleyeyim; bu, benim için bir zor bir okuma. Hayatın inceliklerine dokunmak, her defasında ruhumu ürpertiyor.

Kitabın 177. Sayfasında, yazar şunları yazıyor; “En yakıcı hatayı henüz yapmadım… Tecrübe dolu bir hata olmalı… Hatanın kralı olmalı…” Böyle bir cümleyle, son yıllarda karşılaşmamıştım. Karşılaştım, iyi oldu! Katılıyorum evet, hatanın kralı olmalı.

Hayatın Kalbine Yaklaşmak

Daryush Shageyan, Yaralı Bilinç** kitabında insan zihnini, kanayan bir yara olarak tanımlar. Bellek, öyledir, hep kanar. küçük İskender’e, İt Cazı kitabını nasıl yazdığını sormuştum. -Ki o kitapta beni çok sarsmıştır.- İlk defa yazıyorum; bir şiir akşamında şöyle yanıt vermişti; “Çocukluğum çok üşümüştü, onu azıcık ısıtmak istedim.” Cem Davran’ın kitabında da bunları görüyorum; çocukluğunun, geçmişinin üşümesi. Kitap özelinde, en kritik ‘alan’ da tam burası.

Palyaço’nun Günlüğü’nün 246-247 sayfalarına bakalım; “Çok yaşlı bir adam vardı yetmişli yıllarda. Ayda bir kere hafta sonları bize uğrar, çay içer, annemle babamla sohbet eder giderdi. Akraba değil, yakın bir tanıdık değil, hiç kimse değil. Darülaceze’de yaşıyormuş, bütün yakınları ölmüş. Sağlığı da fena değil hani. Bazı hafta sonları çıkıp dolaşma hakkı varmış. Yıllar önceden bir komşuluktan mı ne babamları tanıyormuş. Hayatta kimsesi olmayan değişik bir adam… Sadece bizimkileri azıcık tanıdığı için uğramaya başlamış, babam da hiç bozmamış bu oyunu. Çok acayip değil mi? Seni bilen kimse yok bu dünyada, yoksun. Güneşli bir günde dışarı çıktın, ne yapacaksın? Başınıza ne geldiyse, başınızın üstünde yeri olmalı. Misafir ağırlıyormuş gibi ağırlamalı hayatın bize sunduklarını.

Bu sayfaları okuduğum an, yaşadığım duyguyla nasıl baş etmeliyim diye düşündüm. Ağır çok ağır bir duygu olmanın yanında, hayatın kalbine yaklaşan cümleler bunlar. İnsanın bu gerçekliklerle baş edebilmesinin zor olduğunu düşünüyorum. ‘Bellek’in, ‘zaman’a bakması, tam da bu işte. Kanayan bir yara olması. Tam da burada; Palyaço’nun Günlüğü, aynayı kendisine/geçmişine yüzleşerek tutuyor. Cümlelerinin fazlası olmadan, eksiğini atlamadan tertemiz bir geçmişe bakıyor. Derin ve simli bir aynaya bakıyor yazar. Dahası da var.

Bir Mirası Sürdürmek: Geçmişin Sürekliliği

Milan Kundera, Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’nın 193. sayfasında şunları yazar; “Bir şeyi anımsamak, isteyen aynı yerde kalıp anıların kendiliklerinden, ona doğru gelmesini beklemeyleydi. Anılar bu geniş dünyaya dağılmışlardı ve onları saklandıkları yerden çıkarmak için gezmek gerekirdi.” Bu cümle, Cem Davran’ın kitabının ruhuna o kadar güzel eşlik ettiği için anımsatmak istedim.

Palyaço’nun Günlüğü’nde de yazar “Darülbedayi’de doğdum, büyüdüm, yetiştim” diyerek, kendi geçmişinin mirasına, sadık kaldığını görüyoruz. Sözcüklerinin ruhu ağır ama onlara imtina göstererek, yormadan kaleme almış. Kısacası, kelimelere nimet gibi bakmış/yaklaşmış/dokunmuş. Yazar kelimelerle, oynamıyor. Onları, hayatının en güzel yanına yakıştırıyor. Kullanmadığım bir kelimedir ama burada kullanacağım; çok ‘Klas’ bir alan bu. Şunun için, ‘bellek’ incelikler yüzünden kanıyor. Neden? Ruh’a, akıl’la baktığı için.

Geçenlerde şöyle bir laf ettim genç arkadaşlara, anlatacak şeyi olmayan, bilmek, öğrenmek, dinlemek istemeyen bu sofraya oturmamalı. Nasıl, beğendiniz mi?” s. 250

Bu yazıyı şöyle bitireyim; kitabın açılış yazısı; Yusuf ile Kenan filmiyle başlıyor. Hayat, Ömer Kavur’un o filmini yenemedi ve yenemez. Bir mirası, geçmişin inceliğine bakarak sürdürmek, işte o Baba’nın en yukarıda söylediği sözde yatıyor.

* Palyaço’nun Günlüğü, Cem Davran, İnkılap Kitabevi, 2021, 284 s.

** Yaralı Bilinç, Daryush Shayegan, Çev. Haldun Bayrı, Metis Yay. 1 Basım 1991.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl