Ana Sayfa Kritik Dil ve Kültürün Ayrılmazlığı: Speak No Evil

Dil ve Kültürün Ayrılmazlığı: Speak No Evil

Dil ve Kültürün Ayrılmazlığı: Speak No Evil

Her ne kadar “Kült yapıtları kült yapıtlar yapan unsurlar nelerdir?” sorusu birçok cevaba gebe olsa da   şüphesiz ki en muhtemel cevaplardan biri farklı perspektiflerden yorumlanmalara açık olmasıdır. Öyle ki, Shakespeare’nin eserleri edebiyat alanında psikanalitik yaklaşımdan feminist yaklaşıma, marksist görüşten sömürgecilik unsurlarına kadar birçok düzlemde ele alınmış ve irdelenmiştir. Tarihsel süreçte karşılaşılan farklı gerçeklikler çeşitli alanlarda farklı yaklaşımlara yol açsa da kült yapıtlar kendilerini doğmakta olan bu farklı yaklaşımlara entegre edebilmiş, tarihin güncelliği karşısında yeni yaklaşımlarla yorumlanabilir olma noktasındaki esneklikleriyle kanonik karakteristiklerini muhafaza etmişlerdir. Farklı okumalara açıklık noktasında ise 2022 yılı yapımı Speak No Evil isimli eser irdelenmeye değerdir.

 

Hikaye, Danimarkalı bir anne ve babanın kız çocuklarıyla beraber yaz tatillerini geçirmek üzere gittikleri otelde başlamakta. Tatilleri sırasında aynı otelde kalmakta olan Hollandalı bir eşle tanışmalarının ardından tatilleri daha da güzel bir hal almakta, anne-baba ve bir kız çocuktan oluşan çekirdek bir aile olarak geçirdikleri tatil farklı kültür ve dünyalardan insanlarla daha zengin bir şekle bürünmektedir. Tatil bittikten sonra evlerine döndüklerinde otelde tanıştıkları Hollandalı aileden evlerine bir haftasonu misafirliği için davetiye aldıklarında ise davetiyenin üzerine bir süre düşünmekte ve akabinde sekiz saatlik bir araba yolculuğunu göze alarak Hollanda’ya, birkaç günlük otel tatilinde tanıştıkları Hollandalı ailenin evine doğru yola çıkmaktadırlar. Lakin büyük umutlarla ve beklentilerle çıktıkları yolculuk, seyahatlarinin akabinde Hollandalı ailenin garip davranışları ve tutumlarının karşısında yıkılmaktadır.

 

Et yememek, aşırı yüksek sesle müzik dinlememek ve henüz tanışılan kişilerin yanında sevişmemek gibi ilkeleri olan, kız çocuklarına karşı tutumlarında üst düzey dikkat ve itina gösteren Danimarkalı ailenin değerleri ev sahibi Hollandalı aile tarafından dikkate alınmamakta ve adeta saygısızca addedilebilecek bir şekilde çiğnenmektedir. Ev sahiplerinin dikkatsiz ve saygısız tutumlarının akabinde Danimarkalı aile huzursuzlanmakta ve iki ailenin arasında sürecin başından itibaren gerginlikler ortaya çıkmaktadır. Tüm bu gerginliklerin yanında ev sahibi ailenin çocuğunun dilsiz olması ise filmin sonunda perdesi aralanacak bir sır peydah etmektedir. Filmde yalnızca iki defa görülen bir diğer kişi ise Mücahid adındaki çocuk bakıcısıdır. Ev sahibi Hollandalı ailenin, alkollü ve samimi bir yemek daveti misafir aile tarafından mutlulukla karşılanmıştır. Fakat bu mutluluk aileler evden çıkmak üzere hazırlanırken Mücahid isimli birinin eve gelmesiyle akamete uğramıştır. Çocukların evde kalacağından haberleri olmayan Danimarkalı aile, kız çocuklarının tanımadıkları bir adam ve ev sahibinin akran çocuğuyla beraber evde kalacak olmasını kolay kolay içselleştirememiş ancak film boyunca birçok değerlerinin ayaklar altına alınmasını tolere ettikleri gibi bu duruma da ses çıkarmamışlardır.

 

Film boyunca Danimarkalı aile duydukları rahatsızlıklar neticesinde her ne kadar evden ayrılmaya niyetlenmiş olsalar da ev sahiplerinin manipülatif oyunlarına göz yummuş ve tabiri caizse bir diğer tavize daha yol açmışlardır. Filmin sonunda tahammül seviyesi azalan misafir ailenin gece yarısı herkes uyurken apar topar yola çıkmaları ise filmin adeta climax’ini teşkil etmektedir. Nihayetinde yola çıkmalarına neden olan husus ise misafir ailenin Morten Burian tarafından canlandırılan babasının, ev sahiplerinin dilsiz oğlunu havuzda boğulmuş vaziyette görmesidir. Aynı olayın akabinde girdiği bir odada ev sahibi ailenin daha öncesinde farklı çocuklarla çekilmiş fotoğraflarının olduğunu görmesi ve fotoğraftaki her çocuğun ev sahibi ailenin tatilde tanıştıkları ailelere ait olan çocuklar olduğunu görmesi onu iyice telaşlandırmıştır. Bitmiş yakıtlarından dolayı birkaç kilometreden öteye gidemeyen aile nihayetinde ev sahiplerinin gerçek yüzlerini görmüşlerdir. Evden kaçtıklarını fark eden ev sahibi aile misafirlerini takip etmiş, yakıtlarının bitmelerinin akabinde köşeye sıkışan Danimarkalı ailenin önünü kesmişlerdir. Bu noktada aracın önünü kesenlerden birinin çocuk bakıcısı Mücahid’in olması ise gariptir.

 

Maskeleri tamamıyla düşen ev sahibi aile, Mücahid’in de yardımıyla Danimarkalı ailenin kız çocuklarını onların kucaklarından zorla söküp almakta, anne ve babasının önünde çok çarpıcı bir şekilde küçük kızın dilini kesmektedirler. Bir sonraki sahnede ev sahibi aile tarafından taşlanarak öldürülen Danimarkalı misafir aile ise filmin kapanışını hüzünlü bir şekilde yapmaktadır.

 

Müslüman olarak tahayyül edilebilecek Mücahid isimli çocuk bakıcısının kız çocuğunu ailenin kucağından zorla söküp alması, misafir ailenin ev sahibi ailenin saygısızlıklarına her koşulda göz yumması, farklı ebevynlerin çocuklarıyla olan farklı iletişimleri gibi çeşitli temaları barındıran bu film, şüphesiz ki göçmen karşıtlığından din ilişkilerine, ebeveyn konusundan bireysel haklara kadar birçok konuyu ihtiva etmektedir. Bu itibarla, Speak No Evil isimli yapıtın basit bir korku veyahut psikolojik-gerilim filmi olarak kategorize edilemeyeceği açıktır.

 

Ancak Danimarkalı ailenin çocuğunun Hollandalı aileye zorla kaçırılması ve o aileye dahil edilmesi sırasında dilinin kesilmesi ise dil ve kültürün ayrılmazlığı noktasında çarpıcı bir örnektir. Ev sahibi ailenin daha önce kaçırmış oldukları erkek çocuğunun da dilini kesmiş olmaları tesadüf değildir. Dil, kültürün varlığını hissettirdiği ve tarihi olarak tüm özünü yansıtabildiği yegane unsurdur. Dillerinden koparılmış bir toplumun kültürünün sağlam bir şekilde korunması, kültürlerinin karşılık bulacağı bir anlatım olanağının eksikliğinden dolayı mümkün değildir. Önceki ailesinden koparılmış olan çocuğun ilk olarak dili kesilmiş ve bu sayede ne yaşadığı olayı anlatabilir olmuş ne de dahil olduğu farklı milliyetten ailenin içerisinde farklılığını gösterebilmiştir. Bu noktada filmin başı itibarıyla ev sahibi aile tarafından “doğuştan dilsiz” yalanıyla resmedilen çocuğun asıl milliyeti, kültürü ve özü görünür değildir. Benzer şekilde ailesinden koparılan Danimarkalı kız çocuğun da ilk iş olarak dili koparılmakta, yalnızca ailesinden değil aynı zamanda kültüründen de azade edilmektedir.

 

Filmin ilk başlarında Danimarkalı ve Hollandalı ailenin otelde tanıştıkları zaman iki farklı kültür olarak ne kadar çok ortak noktalara sahip oldukları hakkında konuştukları iyimser noktalar, filmin ilerleyen dakikalarında gerçeklik düzeyinde çözümlenmiş ve iki farklı kültürün birbirinden ne kadar bağımsız olduğu iki ailenin birbirinden ayrı değerleri ve ilkeleriyle ortaya çıkmıştır. Ortak dil olarak İngilizce konuşulsa da her aile en uçlarda hissettiği sinir, hüzün, neşe ve kaygı durumlarında kendi dillerine dönmekte ve kendi kültürüne ait olan muhatabı dışında kimse anlamıyor olsa da duygusunu en yalın haliyle kültürünün dilinde aktarmaktadır.

 

Bir diğer çarpıcı nokta ise filmin bizatihi isminde yer almaktadır. Speak No Evil, yüzeysel bir çeviriyle “kötüyü çağırma, kötüyü düşünme” gibi bir anlamı haizdir.  Ancak filmin isminde yer alan “speak” yani konuşma eylemi, film içerisinde dili kesilen iki çocukla beraber metaforik bir anlamdan ziyade somut bir şekle bürünmektedir. Sözlük anlamı “şeytan, kötü kimse veya şey” olan “evil” ise şüphesiz ki Hollandalı ailenin karşısındaki Danimarkalı ailenin kültürü ve dilidir. Bu, filmde Danimarkalı aile üzerinden Danimarka kültürüne bir gönderme veyahut resmedilen bir ksenofobi olmaktan ziyade, içinde konumlanan bir kültürün dışında kalan herhangi bir kültürün yabancılığına ve uzaklığına yapılan bir atıftır. Etnosentrik bir yapıda olan Hollandalı aile, ailesinden kopardıkları küçük kızın dilini de kopararak gerçek anlamda kızı kültüründen alıkoymakta ve kendi kültürlerine hapsetmektedirler. Dil üzerinden kişi hapsetmek olgusu yalnızca sinemada değil, genellikle ilk roman olarak bilinen Robinson Crusoe gibi kanonik eserlerde de işlenmektedir. Adaya düşen İngiliz Robinson Crusoe’nin adada rast geldiği yerli Cuma’ya İngilizce öğreterek yalnızca “Efendi” gibi kendisini daha üst bir konuma yerleştirecek ve onu kendisine itaat etmeye zorlayacak bir dili empoze etmesi, dil zorbalığı ve soykırımının bir başka boyutudur. Yalnızca sinema ve edebiyat eserleriyle sınırlı olmayan bu soykırım, Çin’in Uygur Türklerini kendi dillerini konuşmaya zorlaması veyahut Fransa ve İngiltere’nin sömürgeleştirdiği topraklarda kendi dillerinin hakimiyetini kurması gibi gerçek hayatta da çeşitli şekillerde tezahür etmektedir. Bu bakımdan, Speak No Evil ismindeki “evil” – yani sözlük anlamıyla “kötü”- esasında arzulanmayan ve istenmeyen kötü değil, uzak görülen ve içselleştirilemeyen öteki’dir. Etnosentrik toplumların korkusu olan farklılıktır. Farklılığı nedeniyle de kötüdür, konuşulmamalıdır.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl