Ana Sayfa Genel FAZIL SAY OLMAK

FAZIL SAY OLMAK

FAZIL SAY OLMAK

Entelektüel olmak….

Foucault’nun söylediği gibi:

Entelektüelin rolü, herkes hakkındaki ifade bulamamış hakikati söylemek için ‘biraz öne veya yana’ çıkmak değildir; entelektüelin rolü, daha çok iktidar biçimlerine karşı, bu biçimlerin hem nesnesi hem aracı olduğu yerde mücadele etmektir.

Attilâ İlhan, Murathan Mungan ve Orhan Alkaya gibi şairleri; Uğur Mumcu, Yilmaz Özdil gibi özel adları bir yana bırakırsak, [Oysa geçmişin sanatçıları, yazarları genelde entelektüeldi, bizdeki bu bozulma dönemseldir] genelde bizim sanatçımız entelektüel değil. Elbette Sadun Aren, Erol Manisalı gibi adlar eskiden yeniye koşan ve Türkiye’de entelektüel bakışa temel olan kişiler.

 

Burada sanatçı ve entelektüel olmak gibi iki niteliği birarada bulunduran kişileri saymak da mümkün görünmüyor ülkemizde. Bu da büyük bir sorun.

Daha kötüsü bizde ‘sistemin etkisiyle’ sanatçı, bir ego yarışı ve çıkar savaşı içinde.. Kapitalizm Lukacs’ı Fischer’ı doğrular biçimde sanatçıyı sistem memuru, sanatı da ticari bir metaya çeviriyorsa buradaki kurumsal kirlenmenin boyutunu tahmin edebilirsiniz.

Bir ülkede, -tıpkı Abd Oscarları gibi- sanat ödülleri hak edene değil, sırası gelene veriliyorsa, buna karşılık sanatçı ise ülkesel sorumluluktan kaçınıyorsa, burada yaşamsal riskler söz konusudur.

 

Entelektüel ve sanatçı olmak..

Bu bizim için zor bir şey..

Bu açıdan Fazıl Say, kendi alanında bir “ilk ve tek”…

Fazıl neden ilk ve tek?

Fazıl Say yorgun, dünyanın en büyük sanatçılarından biri olarak konserden konsere, ülkeden ülkeye koşmaktan yorgun, ve Akp’nin bozduğu Türkiye imajını bir estetik bayrak gibi dalgalanarak  düzelten bir eylem içinde.

Ve de yazıyor, çiziyor, düşünüyor.

Buraya kadar olan şeyler insanüstü bir güç istiyor.

Bu anlaşılabilir bir şey.

Ancak anlaşılamayan şeyler de var.

Fazıl Say ülke ve dünya sorunlarına eğilen bir “entelektüel”.

Böyle bir değere sahibiz. Bu akıl almaz yurtsever sorumluluk göz ardı ediliyor, hatta bazı insanları ‘rahatsız ediyor’.

Ancak vicdan, etik ve onur bir yana bırakılarak önce gerici iktidarların hedefi oldu Fazıl Say.

Düşünün bir insan bir ülkenin bir yaratım ışığı. Ve de bir toplumsal kavga veriyor, Cumhuriyet değerlerine sahip çıkıyor ve işin acısıdır ki, onca odağın hedefi oluyor. Bunu anlamak ülkenin sosyopolitik açmazlarinı anlamaktır.

Ama burada vicdan ve insani değerler devrede değil. Adı tarikatlarla anılan,  ancak müzik yazarı, entelektüel geçinen ve kimlik değerleri, toplumdaki yerleri de kaygan ve tartışılır olan bazı kişilerin, Fazıl Say ile olan sorunlarını herkes biliyor. Müzikle iç içe olacaksın, ancak Cumhuriyet aydınlarına saldıracaksın üstelik de hiçbir şekilde erişemeyeceğin bir dünya sanatçısına karşı olacak bu. Durum budur, doğal ve onurlu olmayan budur.

Şimdi sorun 100. Yıl Marşı ile.

Müzik eleştirmeni değilim ama çok yönlü düşünmeye çalışan bir sanat yazarıyım. Olaya, matematiksel şiir, “yazılan/söylenen/yaratılan yapıtın temposu” gözüyle bakıyorum. Yani iç dengesini  hiç aksatmadan, “Kuvayı Milliye Destanı” ya da Sahtiyan [Murathan Mungan] senfonisi gibi yorumlamaya çalışıyorum müziği. Leos Carax sinemasındaki [son yapıt bir müzikal olan “Annette”] iniş çıkışların dengesi açısından bakıyorum.

Ayten Mutlu şiiri zaten ekoldür, sözlere takılanlar öncelikle şiir okusunlar. Müzikteki ‘nerede vuracağını bilen bütünsellik’ bana şunu söylüyor: Bu yapıt matematiği ve teatral yapısı çık iyi ayarlanmış bir niteliğe sahip. Daha doğrusu bir ‘müzikal’. Çünkü icra da bir gösteri. Hafiften vurucu ses gücüne; oradan yumuşak inişlerle ‘olayı tanımlamaya’ yönelen bir üst yapıt çıkmış ortaya. Bazen vuruyor, bazen duraklıyor ama bunun dengesi dörtdörtlük bir yapı içeriyor [Sanatın Matematiği]. Bu, sinema yapıtındaki vizör dengesidir, şiirdeki biçimsel aritmetiktir; ayrıca bu müziksel yapıtın dışavurumculuk ötesi bir ‘yeniliği’ vardır. Amaç çocuk şarkısı yaratmak değil.

Bu yapıt, marş olarak okunamazmış [evet zor bir parça] siz de onu ağır, felsefi ve şiirsel aritmetiği kavramsallığa vardıran modern bir yapıt olarak dinleyin, ne sakıncası var?

Bir yorgun, yaralı ve duyarlı bir dünya sanatçısına omuz vermiyorsunuz bari onun toplumsal mücadelesine saygı duyun. Çünkü “sizin böyle bir mücadele kaygınız” yok.

Söyledim, Fazı Say’la aynı cümlede adı anılamayacak kişilerin, adları tarikatlarla anılan kimliklerin sözde eleştirileri Fazıl Say’ı üzememeli, buradaki tek acıtıcı şey bu.

Ben müziksel olarak değil; alanım olan şiir, sinema, ‘sevgi dalım olan matematik’ açısından; -kuramsal yazan biri olarak- “yüzyılın sanat felsefesi” açısından bir bütünlük, ve de bir ‘karşılaştırmalı denge’ bulduğum bu yapıtı epey felsefi buldum.

Ancak dürüst bir müzik eleştirmeni de müziksel yanlışları bana,  bize sunabilir; haklı da olabilir; söyledim, ben müziğin teatral ve felsefi yapısıyla meşgulüm ve Fazıl Say’ın bu yüzüncü yıl armağanını,  beynimizi de zorlayarak bağrımıza basmamız gerektiğini düşünüyorum.

Bu söz, bu müzik, bu gösteriye katılan sayısız genç kahraman (sahne gösterisi ile ilgili söylüyorum) bu saygıyı hak ediyor.

Eleştirmek, emeği yok saymaya uzanmamalı kanımca. Eğer uzanıyorsa arkada ucu iktidar yandaşlığına kadar uzanan bir karanlık ilişkiler vardır.

Bunu da müzikle ilgilenen ve kötü niyetli müzik dergisi yöneten kişiler iyi biliyor.

Amaç marşla ilgili değil, vatan ve onur kavgasıyla uğraşmak.

Yoksa bir müzik parçası beğenilmeyebilir de. Buradaki ölçütler dürüst bir müziksel kritiğin niteliklerini taşıyorsa.

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl