Ana Sayfa Art-izan KAVRAM SANAT ESERİNE DÖNÜŞEBİLİR Mİ?

KAVRAM SANAT ESERİNE DÖNÜŞEBİLİR Mİ?

KAVRAM SANAT ESERİNE DÖNÜŞEBİLİR Mİ?

Kavramsal sanatta düşünce, alışılmışın dışında değişik yöntemler ve malzemeler ile ifade edilmektedir. Kavramsal sanat için eserin arkasındaki kavram ya da düşünce sanat nesnesinden çok daha fazla önem taşımaktadır. Kavramsal sanat vurgusu, II. Dünya Savaşı’ndan sonra formel sanat eğilimlerine tepki olarak ortaya atılmış, terim ilk kez Henry Flynt tarafından 1961’de kullanılmıştır.

Amerikalı sanatçı Sol Le Witt, 1967’de “Paragraphs on Conceptual Art”ı yazmış ve bu makale Kavramsal Sanat Bildirgesi olarak görülmüştür. Sol Le Witt 1967’de Art Forum dergisine yazdığı makalede, kavramsal sanatta kavramın, eserin en önemli boyutu olduğunu ifade etmiştir. Kavramsal sanat çoğunlukla New York’taki bir grup sanatçıyla ilişkilendirilmiş olsa da herhangi bir gruba ya da herhangi bir şeye bağlı olan bir akım olmaktan ziyade, dünyanın farklı köşelerinde eş zamanlı olarak ortaya çıkan benzer eğilimleri ifade etmektedir.

Kavramsal sanatçılar form yerine kavram önermeler, içerik ile ilgili olana yönelmekte, dil olgusunun obje ile yer değiştirdiğine dair işaretler vermektedirler. Bu dönemin öncü çalışmalarından biri Josef Kosuth’un bir sandalyeyi, gerçek bir sandalye, bir sandalye fotoğrafı ve “sandalye”nin sözlük açıklaması olarak üç farklı şekilde betimleyen” Bir ve Üç Sandalye” çalışmasıdır. (1965).

Sandalyenin nesne, imge ve kelimelerle eşit şekilde anlam kazandığını göstererek bir düşüncenin, temsil ettiği nesneden bağımsız var olduğunu ve anlamın farklı biçimlerde ortaya çıktığını ispatlamaya çalışmıştır. Oluşturulan kavramlara göre eserin çoklu biçimler haline gelmesine olanak sağlayan açıklamalar şeklinde sanat eseri yaratmak, kavramsal sanatın bir başka yöntemi olmuştur.

Sol Le Witt, 1968’de her biri yazılı açıklamalar ve diyagramlar içeren belgelerden oluşmuş, duvar çizimleri serileri üretmiştir. Duvar çizimleri, yönergeleri uygulayan kişilerin yorumuna ve sergilenen mekana bağlı olarak farklılıklar göstermektedir. Başka bir seride ise Yoko Ono, açıklamalardan ibaret resimler üretmiştir. Örneğin “Kar Parçası”nda (1963) izleyicilere yazılar yazmıştır. Kar yağdığını düşünmelerini, sürekli olarak yağdığını ve birisiyle konuştuklarında da o kişinin karlarla kaplı olduğunu gördüğünde konuşmayı bitirmesi yönünde telkinlerde bulunmuştur. Ono resmi fiziksel olarak yapmamış, ancak düşünceyi izleyicinin zihninde canlandırarak adım adım ilerlemek ve anlamını var etmeyi hedeflemiş, bunu da izleyiciye bırakmıştır. Kavramsal sanat, çağdaş sanatın ne olabileceğine dair kavrayışına nüfuz etmiştir.

Düşüncenin sanat olabileceğine dair radikal bir anlayışın ortaya atılması ile sanatın değerlendirilmesinde kullanılan yetenek, estetik ve pazara uygunluk standartları önemini yitirmeye başlamıştır. Sanata ve sanata verilen değerlere ait kabul edilen tanımlamaların yeniden şekillendirilmesi, sanatçıların sanat piyasasına ve sanat kurumlarına meydan okudukları zamanda ortaya çıkmış, sanatçılar kolayca alınıp satılamayan nitelikteki eserleriyle sanatın metalaşmasına da ket vurmuşlardır.

Bununla birlikte sanatçıların eserlerin uygulanmasında fiziksel olarak mevcudiyetine bile gerek görülmediği gerçeği, değer ve özgünlük göstergesi olarak geleneksel görüşü de temelinden sarsmıştır. Günlük kullanımda kavramsal terimi sanatsal ustalığın ve kompozisyonun geleneksel anlayışından farklı bir sanatı ifade etmektedir. 1961 ve 1970’li yılların kavramsal sanatının en önemli mirası Marcel Duchamp’in ifade ettiği gibi, sanatın herhangi bir şey olabileceği savı üzerine kurulmuştur.

Kavramsal sanat, çağımız sanatçılarına aktarmak istedikleri düşünceye ait en uygun biçimi ve malzemeyi seçme konusunda özgürlük olanağı sunmaktadır. Kavramsal sanat Duchamp aracılığıyla çok farklı bir konum kazanmıştır. Duchamp’in1913 tarihli “Bisiklet Tekerleği” çalışmasında, tabureye bir özne yerine nesne oturtan Duchamp, nesne- özne yer değiştirmesi ile kavram ve kavramsallaştırmaya yönelik hareketini böylece başlatmıştır. Duchamp’ın önerdiği sanat, kavramsallaştırma olmuştur ve kavramsal sanat bu noktada başlamıştır. Kavramsal sanatın başlangıcı Marcel Duchamp ‘e sürekliliği ise günümüze kadar uzanmaktadır. ABD’de ve Avrupa’da açılan sergiler, yazılan makaleler bu sanatın anlamını açıklamada etkili olmuşlardır İkinci Dünya Savaşı sonunda Amerikalı kuramcı Clement Greenberg (1909-1994)’ in modernizm ve biçimcilik kuramları önemli olmuştur. Greenberg biçimci sanatı ve estetizmi savunmuş, kavramsal sanat ise, biçimi ve estetiği reddetmiştir. Greenberg, malzemeyi, boyayı, göstergeyi ön plana çıkarırken, kavramsal sanat, sanatta nesneyi yadsımıştır.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1945-1970 yılları arasındaki farklı dönemler, “Yüksek Modernizm” olarak adlandırılmıştır. Bu süreçte “Yüksek Modernist Toplum”un standartlaştırılmış üretim koşulları ve bilgi altında toplumsal düzenlerin rasyonel biçimde ilerleyeceğini ilerleyeceğine olan inançlar kuvvetlenmiştir. Yüksek Modernizm, teknoloji merkezli, pozitivist görüşlü ve rasyonalist bir karakter göstermiştir.

1960’lı yıllarda modernizm karşıtı kültür hareketleri ortaya çıkmaya başlamış, bazı araştırmacılar modernizmin tükenmesini, büyük şirket kapitalizminin, bürokrat devletin, modernizmi devlet estetiği olarak kabul etmesine bağlamışlardır. 1960’lı yıllar sonrasında sanat ortamında yaşanan en büyük dönüşüm, sanatın nesneye olan gereksiniminin tartışılmaya başlanmış olmasıdır.

Kavramsal sanatın ortaya çıkışı, sanatın yapısını kuramsal alanda araştırıp yeni bir tanımını yapmayı amaçlayan görüşlerle ilgili olmuştur. Düşüncenin ön plana geçtiği bir sanat pratiğinin etkileri yoğun biçimde hissedilmeye başlanmış, eserin maddi varlığı ve biçimi etkisini büyük oranda yitirmiştir. Kavramsal sanatçılar akımın ilkeleri ile yola çıkarken, II. Dünya Savaşı sonrasında soyut dışavurumculuk akımı ile toplumsal ideolojik içerikli çalışmalara da karşı çıkmışlardır. Kavramsal sanat, düşünceyi temel almaktadır.

Sorgulayan, felsefe ve mantık gibi süreçlerle ilişkili bir eğilim olmuştur. Tekil nesneyi dışlayarak, yerine düşünce yapısını koyan kavramsal sanatçılar, fotoğraflar, belgeler, taslaklar, haritalar videolar gibi taşıyıcı araçları kullanarak sanatın tanımını ve biçimini sorgulayan bir devrim yaratmışlardır

Kavramsal sanatçılar, dönemin karşı kültürel söylemlerinden beslenmişler, estetik problemlerin ötesinde politik, felsefi, psikolojik, sosyolojik meselelerle yakından ilgilenmişlerdir. Bu sanatçılar arasında Mel Bochrer, ideal bir kavramsal yapıtın, iki nokta üzerinde temellendiğini işaret etmiştir.Mel Bochrer’e göre ilki, yapıtın bir dilsel karşılığının olabilmesi için tanımlanabilir olması, ikincisi ise yapıtın hiçbir şekilde tekilliğinin olmamasıdır. Britanyalı sanatçı Martin Creed’in Eser No: 227 “Işıklar Yanıp Sönüyor” adlı çalışması (2000) gibi çağdaş kavramsal çalışmalara örnek oluşturmaktadır. Sergi mekanındaki ışıkların beş saniye açık, beş saniye kapalı kalacak şekilde durmadan tekrarlanması ile oluşmuştur. Eserin bir içeriği bulunmamaktadır. Sanatçı hiçbir şey eklemeden yalnızca boş sergi mekanının koşullarına müdahale etmiştir. Creed, bu çalışmanın aslında dünya için fazla bir şey yaratmayarak sanat yapmanın yollarını bulma arayışında olduğunu ve o şekilde geliştiğini ifade etmiştir.

Gerçekten de sanatçının ifade ettiği şekilde gerçekleşmiştir. Tek bir basit hareket ile sıradan izleme deneyimini alt üst etmiş, izleyiciler boş galeri mekanında kendilerinin daha fazla bilincinde olmuşlardır. Bu çalışma, bir sanat kurumunun dört duvar arasında gösterilmiş ve anlamın bağlamla ortaya konulduğunu ispat etmiştir. Başka bir mekanda böyle bir durum yalnızca bir elektrik arızası olarak sıradan bir durum olarak algılanabilmektedir. Creed’in bu ödüllü çalışması basını kızdırmış, bir sanatçı öfkesini, esere yumurtalar fırlatarak göstermiştir. Bu durum, bir kavramın sanat eseri olabileceği tartışmalarında halen insanları kızarabileceğini ortaya koymuştur. Sol Le Witt’in 1967’deki bildirisinden elli yıl sonra bile güçlü söylemi devam etmektedir. Fikirler, tek başlarına sanat eseri olabilirler” Siyasi görüşlerin kutuplaştığı, çatışmaların hızlı bir şekilde ilerlediği bir çağda sanat, sorgulama, hayal etme ve harekete geçirme olanağı sağlamaktadır.

Sanat, müzakere etme ve insanlarla diyalog kurmaya yönlendirmekte etkili olmaktadır. Tek bir bakış açısına bağlı kalmaksızın, çoklu anlamların açığa çıkmasına olanak sağlamaktadır. Sanat herhangi bir konuya farklı açılardan yaklaşabilmekte ve doğası gereği statükoya karşı olmaktadır

Küba doğumlu Amerikalı sanatçı Felix Gonzalez Torres, 1990-1993 yılları arasında “Şeker Yığınları” adıyla bilinen ondokuz çalışma üretmiştir. Sanatçının söz konusu çalışmalarında, bir galerinin belli bir bölümünü kaplayan yüzlerce şekerden oluşmuş yığınlar, eseri meydana getirmektedir. İzleyicilerden özel olarak istenmemiş olsa da, ziyaretçiler şeker yığınlarındaki şekerlerden diledikleri kadar alabilmişlerdir. Azalan şekerlere yenileri eklenmiştir. Şekerler alınıp yerine yenileri konuldukça şeker yığınları sürekli akış halindeki interaktif bir heykel kimliği kazanmıştır. Gonzales Torres’in ifade ettiği gibi bu yapıtlar, değişen, yok olan, kırılgan bir biçim anlayışı lehine statik bir biçimin ve monolitik bir heykel anlayışının inkar edilmesini açıklamaktadır. Bu eserler aynı zamanda heykel sanatının biçimsel sınırlılıklarını inkar etmekten çok, yaşam ve kayıplar üzerine bir tür meditasyon niteliği taşımaktadır lar. “İsimsiz” (plasebo) 1991 ve “İsimsiz Plasebo – Roni İçin Manzara” 1993 şekerleri, Aids tedavisi için yapılan ilaç denemelerinde kullanılan tıbbi plasebolara gönderme yaparken, “İsimsiz 1991” Bazooka cikletlerinin kullanılması ise, Körfez Savaşı’nın 1990-1991 yıkıcı etkilerine cevap niteliğinde olmuştur.

Kavramsal sanat 1960 sonrasında gelişen tüm akımların önünü açmıştır. Çeşitli akımlar, oluşumlar, eğilimler halinde günümüze kadar ulaşmış günümüzde resim, heykel gibi geleneksel çeşitlerin de kavramsallaşmasında büyük rol oynamıştır. Resim ve heykel gibi gelenekselin ötesine uzanan enstalasyon veya çevre türünde düzenlemeler açık alanlarda doğada gerçekleştirilen arazi toprak çevre sanatı, türündeki projeler,sanatçının bedenini kullanarak gerçekleştirdiği performans ya da happening (oluşum) şeklindeki gösteriler kavramsalcılık sınırları arasında gösterilmektedir.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl