Ana Sayfa Kritik NESNEDEN ÖZNEYE YOLCULUK

NESNEDEN ÖZNEYE YOLCULUK

NESNEDEN ÖZNEYE YOLCULUK

Sanatın sosyolojik kimliği, 20. yüzyılın başından itibaren sanatçının iradesiyle daha belirgin şekilde yansıtılmaya başlanmıştır. İnsanlık tarihi boyunca ‘birey’ olma mücadelesi, sanatı direk olarak etkilemiştir. Günümüzde sanat, önceki dönemlerin ritüellerinin, mitolojilerinin, güçlerinin etkisinde yüzyıllardır devam eden edilgin karakterinden kurtulmuştur. Bireyin varlığı, sanatçının toplumsal bir kimlik ve bir özne olarak evrene bakışı çerçevesinde biçimlenmiştir. Günümüz sanatı, özne in gerçeği sorgulamasıyla üretmiş olduğu bir eylem ya da çok katmanlı çağrışımlarla dolu olarak şekillenmiştir. Tasarım nesnesi biçiminde, sanatı kendisine özgü gerçeklik alanı olarak algılamamıza yol açmaktadır. Sanattaki göstergeler, seçilmiş nesneler ya da imgeler, sujenin (öznenin) ürettiği yepyeni bir gerçeklik alanı olmaktadır.

Günümüz sanatı, gerçeği arama, sorgulama tutkusunun giderek artan bir biçimde devam ettiğini göstermektedir. Gerçeğin suje tarafından yansıtılmasında tinin izleri bulunmaktadır. Lyotard’a göre, insanın bilinç sahibi bir özne olarak ortaya çıkışı, arzuların, içgüdülerin hapsedilmesi sonucudur. Lyotard, kavramsala teslim olmayan, denemeye açık, araştırıcı bir sanatı önermiştir, böylece postmodernizmin deneyselliğini işaret etmiştir.

Lyotard için postmodern, üst söylemin baskısı altından kurtularak İleri gitmek isteğini nitelemektedir. Jameson ise postmodernizmin, yüksek modernizmin egemen formlarına ve modernist algılara karşı çıkarak, özgül tepkiler olarak meydana geldiğini ifade etmiştir. Modernist estetiğin temelinde, Le Corbusier, Walter Gropius gibi Bauhaus’un kurucularının gelenekselleştirdiği idealist, soyut ve işlevsel biçemler algılanmıştır. Postmodernistler ise, bu ütopist dünyayı yıkılması gereken, yabancılaştırıcı anıtlar olarak görmüşlerdir.

Jameson, postmodernizmi, sanayi sonrasındaki tüketim toplumu, medya toplumu ve çok uluslu kapitalizm dönemine ait olan bir kavram olarak ifade etmektedir. Bu dönem, özgün alanın basitleştirildiği, bütün biçemlerin yinelendiği, taklit edildiği bir karakteri taşımaktadır. İleri modernistler kişisel ve tek bir biçemin, üslubun icadına dayanmışlardır. Jameson ile birlikte, psikanalistler, dilbilimciler ve toplumsal kuramcılar da bu düşünceyi desteklemişlerdir. Klasik modernizmin ağırlığı, günümüz sanatçısının yeni biçemler ve dünyalar yaratamamalarının nedeni olmuştur.

Tüm modernist estetiğin geleneksel ağırlığı üzerine Marx, bir başka bağlamda, “yaşayan beynin üzerine kâbus gibi çökmektedir” ifadesini kullanmıştır. Jameson, meta üretimi, yüksek finans da dahil olmak üzere tüm bunların kültürel olduğuna ve kültürün de meta yönelimli ve ekonomik hale gelmiş olduğuna dikkat çekmiştir. 1960’larda başlamış olan ‘sanatın sonu’ tartışmaları, yani postmodernizmin başlaması tüm disiplinlerde kalıpların, sınırların, gelenekselin kırılmaya çalışıldığı, büyük performansların gerçekleştirildiği deneysel bir döneme girilmiş olduğuna işaret etmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Marksizmin savunucuları, kapitalizm, sanayi sonrası tüketim toplumu, medya toplumu vb. olarak betimledikleri yeni bir toplumun ortaya çıktığını ifade etmişlerdir. Jameson da bu yeni dönemin, ulus üstü kapitalizm ve tüketici momentiyle yakından bağlantılı olduğunu savunmuştur. Modernist sanat, 19. yüzyıl süresince endüstrileşmenin ve kitle iletişim araçlarının beraberinde pek çok tarz ve form ortaya çıkarmıştır.

Oysaki 1960’lı yıllara kadar formalizm (biçimcilik) etkin hale geldiğinde, dünya artık hızla değişmeye başlamıştır ve modernizm etkisiz kalmıştır. Yeni tüketim modelleri hızlı bir biçemsel değişim ritmi, medya ve reklamcılık sektörünün o zamana kadar benzersiz bir şekilde topluma nüfuz etmesi, kent, taşra merkez yerellik ve evrensel örnekleşmeler arasındaki gerilimlerin yerini yenilerinin alması, eski savaş öncesi toplumdan ayrılmış olan özellikler olmuştur. Kavramsal sanat, modernist nosyonlara karşı olarak, sanat objesi statüsünü sorgulamıştır. Kavramsal anlayışta düşünce ve anlam planda olup, malzeme ikinci planda olmuştur. İnsanın birey olarak özgürleşmesi idealine koşut olarak, toplumların düzen arayışı ilerlemiş, sanatçı da sosyal konumunu ve kimliğini de yüzyıllar süren bir zaman diliminde oluşturabilmiştir. Ancak değişen siyasal sistemlerle, toplum içerisindeki özgürlüğü günümüzde de sınırları çizilemeyen bir konu olarak sanatın bağımsızlığı kavramı da göreceli olarak kalmaktadır.

 

Düşünsel bilgi için kavramlarla nesneye egemen olmak son derece önemli olmuştur. Bu bilgide ‘nesne’ ile ‘ben’ arasındaki gerilim devam etmektedir. Estetik nesne, öznel anlam kazanarak ‘ben’ in varoluşuna (existens) dokunmalı, yaşanmalıdır. Estetik görüş, nesneye ve öznenin varoluşuna anlam kazandıran araç olarak algılanmaya başlandığı zaman, estetik alanda en derin noktaya ulaşılmış olunmaktadır. Nesnel görüş, sanatçının düşünceleri, kararları ve kişisel duyumları ile ortam ilişkisinin bütünlüğü olmaktadır. Öznel görüş ise, kişiliğe ve bireyselliğe önem veren görüştür. Her öznellik tarihsel ve toplumsal bir karakter taşımaktadır. Öznellik ve nesnellik arasında bulunan, estetik yansımalardan kaynaklanan özne ve nesnenin iç içe olması sanat yapıtını güçlendirmektedir ve bütünleştirmektedir. Sanatçıların ve üsluplarının oluşumunda öznel etkenler önemli bir rol oynamaktadır. Ancak bu oluşum sadece öznenin iradesi değildir. Öznel bir davranışın, öznel bir kararın gerisinde daima nesnel nitelikteki toplumsal güçler yer almaktadır. Dolayısıyla öznellik, nesnel zorunluluğun birikim noktası olarak kendisini belirginleştirmektedir. Öznel görüşü benimseyen sanatçı, topluma ve doğaya olan tepkilerini kendi öznelliği içerisinde giderek daha da enerjik biçimde inceltecektir. Dada’dan itibaren yol almakta olan hayatı dönüştürme ve ‘hakikat’i arama tutkusu, bireyle daima var olmuştur. Bu tutku, gerçeklik arayışının uzantısı olan davranış biçimleri olarak sanatta ortaya çıkmaktadı.

Sanat, bilindiği gibi, insanın tüm ahlaki düşünsel sorgulamalarının ve ütopyasının ortaya çıkarıldığı alandır. Modern dönem ve sonrası dönemde giderek yoğunlaşan kalabalık kent ortamlarına göçlere yani bireyin varlık savaşına karşı, sanatçının var olabilme ve kimlik sorunları da eklenmektedir.

 

KAYNAKÇA

 

  • Aydın, Ç, M., Sanatlar ve Toplumsal İletişim, E Yayınları, İstanbul, 2008
  • Geiger, M., Estetik Anlayış, Çev. Tomris Mengüşoğlu, Doğu Batı Yayınevi, İstanbul, 2015
  • Ersoy, A., Sanat Kavramlarına Giriş, Hayalperest Yayınevi, İstanbul, 2016
  • Mülayim, S., Sanata Giriş, Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul, 2008

 

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl