Ana Sayfa Kritik PAUL KLEE: EVRENSEL OLUŞUM İÇİNDE OLUŞTURUCU DÜŞÜNCE

PAUL KLEE: EVRENSEL OLUŞUM İÇİNDE OLUŞTURUCU DÜŞÜNCE

PAUL KLEE: EVRENSEL OLUŞUM İÇİNDE OLUŞTURUCU DÜŞÜNCE

Klee, yaşadığı yüzyılın önemli sanat ve bilim olaylarını araştırmış, kuramsal olarak resimde biçim ve renk problemlerine çözüm üretmeye çalışmıştır. Freud’un psikanalizleri ve Einstein’ın Rölativite gibi önemli fikir hareketlerini incelemiş, kuramsal araştırmalarında faydalanmıştır. Bauhaus’ta dersler verdiği dönemler için ve renk teorileri üzerinde çalışmalarına sürdürmüştür. 1912’de Kandinsky ile birlikte Der Blau Reiter grubuyla eserlerini sergilemiştir. Naziler 1933’te Bauhaus’u kapattığında Klee’yi ‘yoz’ olarak ilan etmişler ve 102 eserine el koymuşlardır. Klee, Kandinsky gibi tamamen soyutlamaya gitmemiştir, görülmeyeni görünür kılmayı ve doğa görünümlerini zihnin izdüşümleri ile yansıtmayı hedeflemiştir. Klee’ye göre, dünya korkunçlaştıkça sanatçı da soyutlama yoluna gitmiştir. Görüldüğü gibi pek çok sanatçı bu sebeple materyalist dünyada tinsellik arayışını seçmiştir. Alman sanat tarihçisi Wilhelm Wörringer’in 1908 tarihinde yazdığı “Soyutlama ve Empati” adlı kitabının da sanatçılar üzerinde etkili olduğu düşünülmektedir.

Worringer’e göre, soyutlama dürtüsü insanoğlunun doğaya hükmedememesinden, empati dürtüsü ise doğa ile uyumlu bir etkileşimden kaynaklanmaktadır. Primitif insan, doğaya hükmedecek bilgiye sahip değildir. Bu nedenle doğa korkusunu soyutlamaya yönelik gidermiştir. 20. yüzyılın başında birçok sanatçı primitivizme yönelmiştir. Klee’nin ifade ettiği gibi, giderek korkunçlaşan dünyaya uyum sağlayamayan sanatçı, içsel ruh hallerine ve metafizik arayışlara yönelmiştir. Bu durumun Birinci Dünya Savaşı’nın dönemine denk gelmesinin de bir tesadüf olmadığı düşünülmüştür. Naturalizm geleneği içinde sanatın imkanları gerçeği yansıtmaktan öte geçememiştir. Yeni bir dünyanın kurulması için natüralizm geleneğinin yıkılması ve yeni bir biçimde oluşturulmasına gereksinim duyulmuştur. Sanat alanındaki bu büyük devrim, 1910’larda kübizmle başlayıp, soyut sanatta tamamlanmıştır. Picasso, Braque, Hollandalı ve Rus konstrüktivistler, bu büyük devrimin öncüleri olmuşlardır. Mondrian ve Malevich, evrenselliğe ulaşabilmek için doğaya bağlı olan görüşlerin temelden yıkılması gerektiğine inanmışlardır. Her iki sanatçı da tasarlamış oldukları dünyalara ulaşabilmek için soyutlamayı seçmişlerdir.

Klee, böyle bir soyutlamaya gereksinim duymamıştır. O, kendisini diğerlerinin nesneler dünyasını yok ederek ulaşmaya çalıştıkları evrensel bütünlüğün içinde ve onun bir parçası olarak hissetmiştir. Mondrian’ın oran ve denge arayışları ile Malevich ‘in nesnesiz sanat çabaları ile natüralist sanatın son kalıntıları da ortadan kaldırılmıştır. Endüstri dünyasını biçimlendirecek olan evrensel yeni bir sanat dili oluşturulmuştur. Klee, 1921-1923 yıllarında Bauhaus’ta verdiği derslerinde olası dünyalardan bahsetmiş, yeni biçimler oluşturulması için uğraş vermiştir. Klee’ye göre, sürekli oluş içinde olan ve doğan, ölen güçlerin oluşturduğu bir dünyada, insan onun parçası olarak evrensel bir dolaşım içinde olup, bu oluşu devam ettirmektedir. Klee’ye göre, önemli olan biçim değil, işlevdir. Ona göre naturalist sanat, yüzeyde kalan bir doğa incelemesine dayanmaktadır. Bu çeşit araştırmalar elbette küçümsenemez ve ancak geliştirilmesi gerekmektedir. Klee için önemli olan biçim değil, işlevlerdir. Dış görünüm değil, canlılığın hareketinin gelişmesi, sürecinin, zaman içindeki değişimlerinin onu ilgilendirdiğini vurgulamış olmaktadır.

Klee’ye göre, nesnelerin dıştan görünümlerinden daha fazlası oldukları bilgisi yeni bir doğa incelemesini gerektirmiştir. Yüzeyden, derine doğru giden bir inceleme anatomiye, geleneksel naturalist sanatın dayandığı temel bilimlerden bir tanesine ihtiyaç duyulduğunu göstermiştir. Nesnelerle onların bulundukları, kök saldıkları toprak ve yükseldikleri uzam ile ilişkilerini inceleyecek yer çekimi, uçma ,yüzme ,denge ile statik ve dinamik pek çok problemle uğraşması gerekecektir. Klee’ye göre, nesneleri evrensel ilişkileri içinde gören araştırmacılar, yalnız düşünsel görmeyi değil, bilinçaltı güçlerin desteğiyle hayal gücüne de gereksinim duymuşlardır. Klee’nin ifade ettiği gibi, sanat görülebilir şeyleri tekrarlamaz, aksine görünür kılmaktadır. Görünür kılınacak şeyler ise, duyularla kavranan nesneler değil, onların anlamlarıdır. Yani, nesnelerin soyut düşünsel varlığı olmaktadır.

Klee, evrensel oluşum içinde, sanatçının yaratma gücünü doğadaki yaratma sürecinin devamı olarak görmüştür. Klee’nin atölyesinde öğrencileri kendilerine verilmiş bir biçimi tekrarlamak yerine, biçim oluşturmayı öğrenmeye çalışmışlardır. Bu biçimlendirme ise, “hiç” ten başlamakta, düz beyaz kağıdın üzerindeki nokta, çıkış noktası olmaktadır. Nokta, elin enerjisi ile yüklü olup noktanın hareketinden çizgi, çizgiden düzey, düzeyden hacim oluşmaktadır. Noktanın zaman ve uzam içinde belirli bir ritim ile çeşitli yönlerdeki hareketleriyle suda, karada ve havada oluşan denge ve hareket problemleri çözümlenmeye çalışılmıştır. Çizginin hareketine renk ve tonun katılması ile yeni biçimlendirme olanakları gelişmiştir. Klee, çizginin ölçülebileceğini, tonların da ağırlıkları olduğunu, yoğunluklarına göre tartılabileceğini ifade etmiştir. O’na göre renkler niteliklerdir. Ölçü, tartı ve nitelik ise, biçimlendirme ögeleridir.

Paul Klee ‘nin yazılarında ve Bauhaus derslerinde, bu öğelerin kullanılması ile oluşan sayısız biçimler izleyiciyi sürekli bir oluşturma etkinliğinin içerisine sokmuştur. Klee, bu etkinliği de biçim oluşturan düşünme etkinliği şeklinde ifade etmiştir. Sanat etkinliği empresyonistlerde gözün duyarlığına, fovlarda ve expresyonistlerde bilinçaltı güçlere, coşkulara, içgüdülere dayanmıştır. Klee, sanat etkinliğinin bilincin aydınlığında “bilimsel kesinlikle” yürütülen çözümlemelere dayanması gerektiği kanısında olmuştur. Ancak bu etkinliğin yaratıcı olabilmesi için, sezginin olması gerekmektedir. Klee’ye göre, sanat yasa değil, yasaların üzerindedir. Düşünmeyi görselleştirme, olası dünyaları tasarlayarak yeni biçimler yaratma, sezgi sayesinde olmaktadır. Klee’nin yapıtlarında akılla sezgin’in, bilinçle bilinçaltının, gerçekte düşün, buluşların gerçekleştiğini görmekteyiz. Klee, yapıtlarının soyut olduğunu vurgulamıştır, ancak doğadan soyutlama olarak değil, yapıtlarını doğadaki biçimlerden ayırmak içindir.

Klee’ye göre, soyut yapıtları biçimlendirme ögelerinin denge ve düzeninin seçilmesi, yerinde kullanılması ve birbirleri ile olan bağlantılarının belirlenmesi ile gerçekleşebilmektedir. Doğadaki oluşumlara benzerliklerle karşılaşıldığı için, soyut yapıtlar bazı doğa formlarını çağrıştırabilmektedir. Klee, öznelcilik dünyasındaki soyut sanatın bilimsel düşünceden de uzaklaştırmayı gerektirmediğini ifade etmiştir. Kandinsky’de soyut sanat, öznel duyguların dışa yansıması olmuştur. Klee, kişisel öznelciliğe düşmenin gereksiz olduğunu ve öznel dünyanın kendine özgü kuralları olduğunu vurgulamıştır. Mondrian ve özellikle Kandinsky için doğadan kopma, içe kapanma anlamına gelmiştir. Klee, soyut sanatın da nesnel olabileceğini savunmuş, bu düşünce de 20. yüzyıl sanatında yeni bir gelişmeye, oluşturucu düşüncenin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Klee, kendisini bir oluşum içerisinde hissetmiştir. Bu oluşum, soyutla somutun, öznel ve nesnelin, Batı sanatında sanatı yeni gelişmelere götüren dinamik ve statik ögelerin çarpıştığı bir durumdur. Oluşturucu düşünce doğayı taklit etmez ,ancak onun gibi, ona paralel olan yepyeni bir gerçek yansıtmaktadır. Klee’ye, göre sanat görünür hale sokar, görüneni tekrarlamaz. Sanat yapıtında biçim (form), biçimlendirmeyi belirtmesi gerekmektedir. Klee, 1916’da Macke ile birlikte Tunus yolculuğu yapmış ve güneyin ışığından etkilenmiştir. Bu ışık altında biçimler, ışığı motif olarak görmektedir ve gölgenin etkilemediği ışıldayan rengi keşfetmiştir. O zamana kadar, ışık açık-koyu değerlerinin karşıtlığı ile verilmiştir. Ton aracılığı olmadan yalnızca renkle ışık verebilmenin denemelerini Kairuan’da çalıştığı sulu boyalarla yapmıştır. Klee, baroktan empresyonistlere kadar devam eden ton ressamlığının sınırlarını aşmıştır.

Klee’nin alışılmışın dışındaki doğal biçimleri derinlik belirtilmeden düzey üzerinde renkli motifler halinde toplanmış görülmektedir. Bu resimler halı ya da kilim etkisi yaratmaktadır. Klee, Tunus’ta sadece Güney’in ışığından değil, soyut İslam sanatından da etkilenmiştir. Bu dönemde resimlerine İslam sanatının etkisiyle yay, ok, parmaklık v.s bir takım soyut motiflerin girdiği görülmektedir. Bu motifler daha sonraları çeşitlenmiş, yıldız, harf, sayı bayrak, yarım ay motiflerine iç dünyasındaki olguları gösteren semboller katılmıştır. Klee ‘nin gözünde “oluşturucu düşünce” düzeyinde en öznel duygular bile nesnellik gösteriyor, dış algılar da birer iç görüye ulaşmıştır. Klee’ nin resimlerinde bu sebeple nesnelle öznelin, dış algıyla iç görünüm sınırlarını ayırmak zor olmaktadır.

Paul Klee’nin 1930’dan sonraki çalışmalarında denge ve ağırlık sorunları ile uğraştığı bilinmektedir. Yer çekimi ve ağırlıktan kurtulma, bu dönemde onun sanatındaki karşıtlıklardır. Evrenle dünyayı madde ve madde ötesini, yani onun deyimiyle “oluşturucu ve yıkıcı” güçlerle “şeytanla tanrısal” olanı uzlaştırmak yeni oluşumlara ulaşmak, Klee ‘nin amacı olmuştur. Bilinçsiz zihin ve sembollerin etkileri hakkındaki düşüncelerinin ürünü olarak bazı çalışmalarına sayılar ve yazılar eklemiştir. Sanatının temel ilkesi olan oluşum, giderek metafizik bir anlam kazanmış, oluşturucu düşünce endüstri çağına özgü bir sanatsal gelişmeye ışık tutmuştur. Klee’nin önemli bir özelliği de, büyük bir kolaj sanatçısı olmasıdır. Ondan önce kolaj tekniğindeki ilk örnekler kübistler tarafından verilmiştir. Picasso ve Braque, bir taraftan yağlı boyaya kum karıştırarak fırça ustalığı ı önlemek istemişler, diğer taraftan da somut öğeleri resim üzerinde etkili kılmaya çalışmışlardır. Klee’nin kolajlarında, resim zeminin o döneme kadar bilinmedik yöntemlerle hazırlandığı görülmektedir.

Klee’nin kolajlarında kaygan bir zemin cam ve cilalı tahta kullandığı görülmüştür. Çalışmalarında kırıştırılıp düzleştirilmiş gazete kağıtları, bez üzerinde alçı kullanarak kazımaya uygun pütürlü kaba domu zeminleri hazırladığı bilinmektedir. Sanatçı, kullandığı malzemelere kadar her şeyi kendisi oluşturma zorunluluğu hissetmiştir. Bu sebeple Klee’nin pek çok yapıtı, endüstri çağı ile birlikte gelişen yapay objeleri (plastik pleksiglass gibi) veya tersine fetiş, idol, muska gibi ilkel kavimlerin büyüsel objelerini anımsatmaktadır. Klee, bazı eserlerinin yıpranıp aşılmış eski bir malzeme etkisi yansıtması için, resim zeminini yer yer lekeleyerek kirletmiş ve kenarlarını yırtarak resmi tüm bütününden koparılmış bir parça şekline getirmiştir. Klee’nin resim sanatı dünyasında göstermiş olduğu saf çocuk yeteneğinin arkasında çok yönlü bir bilim adamı kişiliği çıkmaktadır. Resim ve müzik alanında olduğu gibi fizik ve matematik alanlarında da bilgili olan bir sanatçıdır. Paul Klee, sanatın objeler ile oynamış olduğunu ancak objeden hem gerçeklik hem de tasarım olarak üstün olduğunu düşünmüştür. Bunu da bir çocuğun oyununda taklit ettiği gibi, dünyayı yaratmakta olan güçlerin taklit edildiğine inanmıştır. Klee, kendisini evrenin kalbine alışılmış olandan daha yakın olduğunu hissetmiş, çocuk ruhuyla ve aynı zamanda da bir sanatçı olarak bu dünyasını gerçeğiyle yaşayarak görmüştür. Bu nedenle onun eserlerinde bir sanatçının hayal gücü, bir müzisyenin duyguluğu ile birlikte saf resimle ilgili olan ögelerin bulunduğu kozmik biçimler karakteristik olmuştur.

Kaynakça

  • Tunalı, İ., Felsefenin Işığında Modern Resim, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2006

  • İpşiroğlu, N., M., Sanatta Devrim, Hayalperest Yayınevi, İstanbul, 2011

  • Antmen, A., 20.yy. Batı Sanatında Akımlar, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2013

  • İpşiroğlu, N., M., Sanatın Tarihi, Hayalperest Yayınevi, İstanbul, 2011

  • Turani, A., Dünya Sanat Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1990

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl