Ana Sayfa Kritik SAHA: YA DOĞRUDAN TEMSİL YA DA HİÇ…

SAHA: YA DOĞRUDAN TEMSİL YA DA HİÇ…

SAHA: YA DOĞRUDAN TEMSİL YA DA HİÇ…

 

Toplumun marjını ölümüne zorlayan sevgili Kanat Güner’in anısına…

Hiçbir projenin, öznesi olan sahada bire bir pratik karşılığı yoktur ve olamaz da… Proje bir amacı hayata geçirmek adına hazırlanmış önsel varsayımlar bütünüdür. Daha fazlası değil. Önsel olanın ise sonrayı belirlemesi birçok bilinmeyeni olan sahada söz konusu bile olamaz. Üstelik sahada son diye bir olgu yok iken. Son sadece sahada değil, hiçbir alanda yoktur. Velev ki bilimde son olsa idi bilim kendisini fesh eden doğmalar bütünü haline gelirdi. O an için kabul edilen üzerinden bugünü açıklamak aklı evvellerin işi olsa gerek… Sadece temel çizgilerin soyutlamasından yola çıkılabilir ki bu da oluşturulan projenin çıkış noktasına tekabül etsin. Tarih tekerrürden ibaret tekstler bütünümü ki aynı repliklerle yüz yıl sonrasının sahnesinde bire bir oynansın?

Projeyi ya da teoriyi esas almanın sonuçlarını radikal feministler gayet güzel gördü. Bakın tarihlerine teorik olarak üst ve üstüncü bir dil yaratıp feminizmi kampüs sınırlarına hapsedenlerin teorik mastürbasyonları sahadan kopuşu getirdi ve saha çöktü. Sahadan kopuk olan nasıl oraları temsil iddiasında bulunabilir ki? Temsiliyetin reddi üzerine kurulmayan bir mücadele eşitsizliği de içeren bir yapı ihtiva eder. Evinde, tarlada ya da bir fabrikadaki kadınların duyum ve düşünceleri kampüs tatminkarlarından çok daha ileri ve gerçekçidir. Dışarısı ihmal edilemez evet de bilincin içerdenliği esastır. Bilakis dışarıyı besleyen, pratikler bütününden doğan sonuçlardır. Dışarının o genellemeci tavrına karşı içerisi acının imbiğinden geçirilmiş gözyaşları içinde gerçeğin ta kendisidir. Dışarı yeniden ve yeniden buradan beslenip kurar kendini. 8 Mart’ta yaşanan dram en acı örneklerden birisidir.

Bir projeyi hayata geçirmek adına dayatılan tüm ezberler bir noktadan sonra uyumsuzluğa ve sonrasında saçmalığa dönüşür. Söz ve eylem arasındaki makasın bu kadar açık olması varoluşunu söz ile kuranların görebileceği bir durum değildir. Avunmak isteyenler fosilleşmiş kelimeleriyle cümlelerini kurup dursunlar hayat onları kendi dışına kusacaktır. Saha esas olandır, belirleyendir. Proje ya da teori başlangıç amaçlı ve hedefini tanımlayan sözler dizinidir. Gerçek, kendi mevcudiyetini sahada bulacak ve bütünleyecektir. Proje pratiğin bir sağlaması olamaz ve süreçle değişmeyen tüm projeler yaşamasız metinlerdir ki büyük bir külliyat tarihin çöplüğünde yerini almış ve almaya da devam edecektir.

Saha akışkan ve değişken bir sürekliliğe sahiptir. Koordinatları gün be gün değişkendir. Dün ölçtüğünüz yarın yerinde olmayacaktır. Öyle nabzını da tutamazsınız. En ufak bir ihmal bile sahanın ayaklarınızın altından kayıp gitmesidir ki: aslında ayaklarınızın altında değil, başınızın üstünde olduğunu büyük bir hafriyat kütlesinin altında kaldığınızda anlarsınız. Sabit olan her şey tarihin bir metaforu, nesnesidir. Yukarıda değinildiği gibi o yerini almış ve yerinde bir anlamı olan yapısıyla bir değer ihtiva eder. Ona yaslanabilir ve tarihsel bir dayanak arayabilirsiniz ama önünüzü açacak bir yapı olmaktan çok uzaktır. Özüne dair bir sahiplenme eleştiriye kapalı ve tek bir çıkış noktasından ise hangi alanda olursa olsun özcülüğe kayacak her mücadele diğerini öteki kılıp alanı darlaştırmak dışında bir katkı sunmayacaktır.  Boş verin milliyetçiği ister sınıfsal ya da cinsel olsun özcülük içine düşülebilecek en büyük tuzak haline gelir. Geçirgen olmayan her yapı kendi içinde kan kaybederek daralıp yok olup gidecektir.

Sahanın bu belirleyiciliği ortada iken proje revizyona açık hale gelir. Sahada kesinliklere ve kesinlemelere yer yoktur. Revize edilmeyen her proje dogmatizmle eşdeğerdir. Değişenle değişmek  değil değişenle dönüşmek… Projeye kutsallık atfedip dayattığınız sürece ilerleme olmayacaktır.  Bu sabitliği dinazor olmakla özleştiriyor iseniz dinazor kalmaya devam edin: bu platformda yeriniz yok.

Sahaya ilk kazmayı vurup kazıya başladığınızda sadece öngörüleriniz vardır: sizden önce oluşturulmuş altyapılar mevcut işlevsel halleriyle engel olarak karşınıza çıkacaktır. Çakıştığınız ve ilerlemenize engel teşkil eden yapıyı deplase etmek zorunda kalırsanız, bunun zorluğu o yapının işlevselliğinin boyutuna bağlıdır. Aşmak adına her türlü aracın mübah olmadığını anladığınızda ise yeni bir yöntem arayışına gireceksiniz. Güvenli tarafta kalma çabası bir kaçıştır evet ama bir biçimde kabul sınırları içinde kalmak zorundasınız. Kalmaz iseniz düşmanın araç ve yöntemlerini kullanıyorsunuz demektir. Kısa bir tarih okuması ile Bolşeviklerin bunu meşru kılıp karşı devrimin yolunu açtıklarını hatta doğrudan karşı devrimci konuma düştüklerini göreceksiniz. İktidar devrimin değil karşı devrimin amacı ve aracıdır.

Saha tekin bir alan değildir. Tehlikelere rağmen ilerlemenin verdiği keyif derinlik sarhoşluğuna dönüşebilir. Vurgunun nerede hangi derinlikte yenileceği belirsizleşir. Başarının anlık hali bertaraf edildiği sanılan düşmanın sahne gerisindeki hazırlığının hafife alınmasının rehavetini doğurur ki bu körlük düşmanın var olma ya da yok olma durumu olduğu düşünüldüğünde ödediği bedelin çok daha fazlasını ödeteceği anlamına gelir. Yol aldıkça yaşanan sevinç çok daha ağır bedellerin habercisi de olabilir. Uzun soluklu bir mücadele sonrasında yenilgiler, bir kayıp olmasının yanında bedeli çok ağır olan bir öğrenme biçimine dönüşür: Paris Komünü gibi…

İlerledikçe yasak bölgelere girilecektir. Tüm yasakların belirleyeci çıkış noktası mülkiyettir ve sahadaki ilerlemeyi köstekleyecek tek yasak bölgedir. “Burası benim” denildiğinde güzergahınızı değiştirmek zorundasınız. Yürümeye cesaretiniz varsa hedefiniz devrim olacaktır. Tek yolunuz onu ortadan kaldırmaktır. Tüm özgürlük bildirilerinin altını kazıdığınızda mülkiyetin korunmasını bulursunuz. Tarih dediğiniz bu olgu ve onun sahipliğiyle doğrudan ilgili hatta tam da kendisidir.

Devlet mülkiyetin, siyaset devletin eğretilemesidir. Hangi sistemde olursa olsun tüm meclisler eşitsizliğin kaynağını kamufle eden mülkiyetin tiyatro sahnesine dönüşür. Dolayısıyla manüpülatif müdahaleler saha da dalgalanmalara neden olsa da sahanın doğrudanlığı üzerine temellenecek mücadele bunu bertaraf etme gücüne sahiptir. Her türlü öz örgütlenme ( komün, sovyet vb.) insiyatifin örgütleri olarak var olacaklardır yeter ki iktidar olma mantığı ile hareket edilip içi boşaltılmasın. Her türlü manüpülatif müdahalenin bertaraf edilmesi sahanın doğrudanlığına bağlıdır. Gezi eylemleri bu anlamda gözden kaçırılmamalı. Gezi parkı eylemlerine saman alevi benzetmesi yapılsa da bizlerin parti benzeri biçilmiş bir kaftana değil, ateşi yükseltmek için samana ihtiyacımız var…

Devrim, kaybedilmiş ve teslim edilmiş insiyatifin yeniden alınma sürecinden başka bir şey değildir. Temsiliyet, teslimiyettir. Ya doğrudan temsil ya da hiç…

 

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl