NENA ÇALİDİS’İN ANLAYAMADIĞI İSİM…

Genellikle kitap eki nedeniyle aldığım Perşembeleri ya da ara sıra topluca baktığım günlerde epeydir Cumhuriyet’te ve ekinde “Nena Çalidis” imzasına rastlıyordum. Bu imza genellikle kültür-sanat haberlerinde ya da bazı yazarlarla röportajlarda yer alıyordu. Bu kez de 26 Şubat 2004 tarihli “Fikret Otyam’la yapıtları üzerine/ Türkiye’ye bir projektör tutmaya çalıştım” başlıklı röportajda karşıma çıktı.

Röportaj sırasında basının geleceğiyle ilgili sorduğu bir soruya Fikret Otyam şöyle cevap veriyordu:

… Ben 2 Ekim 1962’de Cumhuriyet gazetesine girmiştim. Cumhuriyet saygı gösterilen laik bir kuruluş. O DÖNEM GENEL YAYIN YÖNETMENİ RAHMETLİ EŞREF ABİ VARDI.( Ben majiskülledim!) Ona ‘Aleviler ve Sünniler’ konusunu önermiştim. Çünkü röportaj için gittiğim yerlerde bir ikilem sezmiştim. EVET ABİ BANA ‘DELİ MİSİN BÖYLE BİR ŞEY GİRER Mİ CUMHURİYET’E’ DEMİŞTİ’ .“ (Ben majiskülledim!)

Siz şimdi ne anladınız bundan?

Ekim 1962’de Cumhuriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni kimmiş?

Eşref Abi” mi? (Şimdi rahmetli imiş) Yoksa “Evet Abi” mi?

2 Ekim 1962 günü gazetede işe başlayan Fikret Otyam, elbette Cumhuriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni’nin kim olduğunu doğru şekilde bilir. Nena Çalidis’e de söylemiştir. Büyük ihtimalle röportajı teyple yapan Nena Çalidis kaseti çözerken Fikret Otyam’ın telaffuz ettiği ismi anlayamamıştır.

Peki bir bilene sormak yok mu?

Bana sorarsanız 1962’de Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni ne “Eşref Abi” ne de “Evet Abi” idi.

Doğrusu Cevat Fehmi Başkut’tu.

RAHMETLİ ÖZKIRIMLI’NIN “TÜRK EDEBİYATI TARİHİ”Nİ KARIŞTIRIRKEN…

Geçen pazartesi günü elime geçen İnkılâp Yayınevi’nden çıkan Attila Özkırımlı’nın “Türk Edebiyatı Tarihi”nin ilk cildini daha vapurda iken “A”dan itibaren taramaya başladım.

İki ciltlik bu “ansiklopedi”, oldukça emek isteyen değerli çalışmanın yayımlanmasıyla eserin yazarı Attila Özkırımlı’nın dünyamızdan ayrılmasının aynı zamana denk geldiğini anımsadım.

Yetkin bir eleştirmen ve edebiyat tarihçisi olarak Atilla Özkırımlı’nın bu eseri öğretmenler, öğrenciler ve edebiyat “uğraş edinenler” için yararlı bir çalışma elbette, ancak ben hemen bazı yerlerini eleştirmeden edemeyeceğim.

Cemal Süreya (Seber) maddesinde doğum tarihi var, ölüm tarihi yok. İlk paragrafın sonunda “Ölümünde İstanbul Kulaksız Mezarlığı’na gömüldü.” deniliyor ama, ölüm yılı belirtilmemiş (S.273)

Ediz Hasan Ali (S.468) maddesine aslında neden gerek duyuldu bilmiyorum. Türk edebiyat tarihinde “Hasan Ali Ediz” adı Rus edebiyatından yaptığı çevirilerin dışında nasıl “özellikle de bütün edebiyat tarihinin malı” olabiliyor ki?

Özkırımlı, kendisinden az önce Aralık 2004 içinde kaybettiğimiz rahmetli Şükran Kurdakul’a göre daha insaflı davranmış, hiç olmazsa “Yazar, çevirmen” diyor. Oysa ki Kurdakul rahmetli, Genel Yayın Yönetmeni olduğu Sosyalist Kültür Ansiklopedisi’nin “Ediz Hasan Ali” maddesinde “yazar”lığının dışında bir de “eylem adamlığı” sıfatı konduruvermişti.

Buradaki biyografisinde ise; “Aydınlık dergisi sorumlularınca birlikte tutuklanınca (1923) fakülteden çıkarıldı. Ama Takrir-i Sükûn Kanunu İstanbul’da yürürlüğe girmediği için dava düştü.” deniliyor. Oysa ki dava düşmedi, yargılama devam etti. Takrir-i Sükûn Kanunu ise 5 Mart 1925 günü çıktı ve yürürlüğe girdi. Hasan Ali’nin de içinde olduğu komünistler için kovuşturma 1 Mayıs 1925’den sonra başladı. Gene biyografinin “Moskova’ya giderek ekonomi ve toplum bilim okudu, yurda dönüşünde (1929) tutuklandı.” cümlesi de önemli yanlışlar içeriyor. Hasan Ali’nin bir ayağı zaten yıllardan beri Moskova’daydı. Orada eğitim-öğretim gördüğü okul KUTV’du (Doğu Emekçilerinin Komünist Üniversitesi), yurda dönüşünden sonra burada bir süre Türkiye Komünist Partisi adına yoğun faaliyet gösterdi ve 1930 Eylül’ünde yakalanıp tutuklandı.

Hem sonra yapıtları arasında sayılan 1936 tarihli üçü, o dönem komünistliğinin örgütlü yayıncılığı içinde biraz da kolektif yazılmış siyasi metinlerdi.

Günyol Vedat (S.594) maddesinde de, Vedat Günyol’un ölüm tarihi belirtilmemiş…

İlk taramada kısaca gözümüze çarpıverenler bunlar.

Hadi ben “edebî konularda yazmıyor oluşum” nedeniyle böylesi ansiklopedilerde yer almıyorum ama; alınmayanların, hele hele bazı isimlerin niye alındığına itiraz etmeleri haklarıdır.

Sunu” “Yedikule, Aralık 2003” tarihini taşıdığına göre; alıp götüren o menhus hastalık ne zaman gelip çöreklendi Özkırımlı’nın gövdesine bilmiyorum ama, en azından yayına hazırlanırken örneklediğim iki maddede ölüm tarihinin olmayışı gibi eksiklikler giderilemez miydi?

Gene de yararlı bir çalışma bu Attila Özkırımlı’nın “Türk Edebiyatı Tarihi.

GEÇMİŞ ZAMAN EDİPLERİ”NİN BAŞINA GELENLER…

Abdülhak Şinasi (Hisar) Bey’in eserlerini çok severim.

Fahim Bey ve Biz”, “Çamlıca’daki Eniştemiz”, “Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği”, “Boğaziçi Yalıları”, “Boğaziçi Mehtapları”, “Geçmiş Zaman Köşkleri” gibi özgün eserlerinin yanında; “İstanbul ve Pierre Loti ”, ”Yahya Kemal’e Veda”, “Ahmet Haşim, Şiiri ve Hayatı” vb. anı-biyografi kitaplarının dışında “Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde (Aşka Dair Seçilmiş Mısralar ve Beyitler, 1403-1950), “Geçmiş Zaman Fıkraları” gibi antolojileri mütevazı kitaplığımın en gözde yerinde durur. Abdülhak Şinasi Bey’e saygımdan ve sevgimden ötürü bir de fazladan, özel olarak ciltlettiğim bordo renkleriyle, sıralandıkları rafta hemen seçilir.

Selis Kitaplar; Abdülhak Şinasi Bey’in 1920’lerden itibaren Dergâh dergisinde başlayıp sonraki yıllarda Muhit, Varlık, Ülkü, Türk Yurdu dergileriyle, Milliyet, Hâkimiyet-i Milliye, Vatan, Cumhuriyet, Yeni İstanbul, Akşam gibi gazetelerde “Geçmiş Zaman Edipleri” başlığı altında yazdığı yazıları aynı adla kitaplaştırmış. (Abdülhak Şinasi Hisar, Geçmiş Zaman Edipleri, Yayına Hazırlayan: Tahsin Yıldırım, Şubat 2005, 415 sayfa)

Geçmiş Zaman Edipleri” bizden Namık Kemal’le başlayıp Ziya Osman Saba’ya kadar onlarca şair, hikâyeci ve romancının; sonlara doğru da yabancılardan Victor Hugo’dan Claude Farrere’e dek birkaç yazarın portrelerini bir araya getirmiş.

Sözünü ettiğim bu kitaptan haftalarca önce Hürriyet gazetesinin bir Cumartesi Eki’nde Doğan Hızlan’ın köşesinden haberim oldu. Üstat, kendisi, kitabın başına “Abdülhak Şinasi Hisar’ın Ediplere Çok Yönlü Bakışı” başlıklı uzunca bir “Takriz” (Mustafa Nihat Özön’ün “Osmanlıca-Türkçe Sözlüğü”ne göre: Bir eseri övme anlamına geliyor) yazarak “övücü” cümlelerle söz ediyordu kitaptan. Bir süre sonra Selis Kitaplar’ın yöneticisi dostlarla telefonlaştığımızda istersem yayınevine uğrayıp alabileceğimi olmazsa Cemiyet’e gönderebileceklerini söylediler. Yayınevi uğrayıp aldıktan sonra, yukarıda dedim ya, Abdülhak Şinasi Bey’in eserlerine tutkumdan dolayı daha yollarda okumaya başladım.

Sadeleştirdik” denilerek yazarın orijinal metninin canına okunmayıp, günümüz için oldukça eskimiş Arapça. Farsça, Osmanlıca kelime ve tamlamaların sayfa altlarına sözlük karşılıklarının konulmuş olması iyi bir yöntem olmuş. Ancak neredeyse metinlerin hiçbir tashihden geçmemiş olması okuyanı oldukça rahatsız ediyor. Bütün bu rahatsızlığa rağmen Abdülhak Şinasi Bey’in üslubunun tadına varmaya çalışarak okumayı sürdürdüm.

Ancak 353’üncü sayfa geldiğimizde, daha korkunç bir teknik hata ile karşılaştım. Başından beri portresi çizilen her yazara ilişkin metnin başına; vesikalık resmi, adı soyadı, doğum ve ölüm tarihleri konulduğundan, buradaki Ziya Osman Saba’nın yerine Namık Kemal’in doğum- ölüm tarih ve yerleri olan “21 Aralık 1840, Tekirdağ- 2 Aralık 1888, Sakız Adası” konulmuştu. Ziya Osman Bey’le ilgili yazının peşinden gelen Victor Hugo’nun doğum -ölüm tarih ve yerleri aynen Namık Kemal’inki gibiydi: “21 Aralık 1840, Tekirdağ- 2 Aralık 1888, Sakız Adası”.

Bu kadar özensizliğin farkına yayıncıları bile varmamışken, kitaba “Takriz” yazıp sütununda öven Doğan Hızlan üstat 415 sayfayı hiç karıştırmadı mı acaba?

357’nci sayfada biten “Ziya Osman Saba’nın Ölümü” yazısını okuduktan sonra “Geçmiş Zaman Edipleri” kitabını usulca bir kenara bıraktım.

MÜNAKASA”YA GİREN “MÜNAKAŞA” EDERSE…

Bilmem sizlerin öyle zevkleriniz var mıdır? Ben Türk edebiyatının klasiklerinin tamamına erişip okumayı çok severim.

Geçenlerde; piyesleri ve çeviri eserlerinin dışındaki Reşat Nuri Bey’in tüm roman ve öykülerini, en son okuyup bitirdiğim “Kavak Yelleri” ile tamamlamış oldum.

Geçtim bu kez Halide Edip Hanım’ın okumadığım eserlerine… “Seviye Talip”in ardından “Mev’ut Hüküm”ü, onun peşinden “Kubbede Kalan Hoş Sada”yı okuduktan sonra “Yolpalas Cinayeti”ni aldım elime.

Yolpalas Cinayeti”ni Can Yayınları, Eylül 2008’de yayımlamış.(79 Sayfa, Selim İleri’nin Sonsözü’yle). Kitabı yayına Mehmet Kalpaklı ile Gülbün Türkgeldi hazırlamış. Mehmet KalpaklıSunuş”unda; “…yazarının özgün dili ve üslubu korunarak ve günümüz okuru için anlaşılması güç olabilecek kelimelerin karşılıkları aynı sayfada verilerek yayıma hazırlanmıştır.” diyor. İyi de olmuş böyle yapmaları, genç okuyucuları Osmanlıca-Türkçe Sözlükler karıştırma zahmetinden kurtarmışlar. Buna rağmen bir kelimeyi ısrarla yanlış yazmaları dikkatimizi çektiğinden, değinmeden geçmek istemedik.

Dadı Nadire’nin Şoför Mükerrem’i öldürdüğü Şişli’deki konağın sahibi “yol müteahhidiMurat Sallabaş’ın zenginliğinin kaynağı anlatılırken; “Doğrudan doğruya münakasalara (6) girmiş, normal bir şekilde kazanmıştı.” (Sayfa:13) deniliyordu.

Sayfa altındaki 6’ncı dipnotun karşılığına bakıldığında; “münakasalara”nın karşılığı olarak; “Eksiltmelere, ihalelere” deniliyordu. Gerçekten de Mustafa Nihat Özön’ün “Osmanlıca/Türkçe Sözlük”ü kelimeyi öyle karşılıyordu: “Münakasa, A, i, (Naks’tan) Eksiltme.” Kitabı yayıma hazırlayanlar, hatta, fazladan, daha da anlaşılır kılmak için “İhale” kelimesini eklemişler. Gelgelelim kitabın 13’ncü sayfasının 9’ncu satırındaki kelime, benim yukarıda aktardığım gibi değil, “münakaşalara” şeklinde yazılıydı.

İlk başta, Düzeltmen’in gözünden kaçarak “s”nin “ş” olarak görünmüş olabileceğine yorarak bakmışken; aynı kelimeye 25’nci sayfanın iki yerinde daha rastlamayayım mı?

-Bizim Sallabaş’ın son münakaşada kaybetmesine galiba sizin bu yılan bilezikler sebep oldu.” (S.25)

– En son teklifimden aşağı kimsenin teklif yapabileceğine ihtimal vermedim. Esasen münakaşa saçma.” (S.25)

Bu durumda, üçüncü kez; “ihalelerde eksiltme” anlamına gelen “münakasa” yerine; Mustafa Nihat Özön’ün “Osmanlıca/Türkçe Sözlük”üne göre “Çekişme, tartışma” anlamına gelen “münakaşa” denilmesi (Bkz. “Münakaşa, A, ı, (Nakş’tan) 1.Atışma, çekişme. 2.Tartışma) bizi epeyce güldürdü.

Efendi efendi “münakasa”ya giren kişiye “münakaşa” yaptırmak doğru bir şey mi?

 

OLDU MU YA TEVFİK HOCA?..

Bir süre önce “Yazılama Yayınevi”nin, benim erişemediğim kitaplarının tamamını ulaştırdı yoldaşlar. Ara ara içlerinden seçip okumaya başladım. Geçen gün Tevfik Çavdar’ın “Türkiye’nin Yüzyılına Romanın Tanıklığı” (Yazılama Yayınevi, Genişletilmiş İkinci Baskı, Haziran 2009, Sayfa:240) kitabını elime aldım. Yeni ve genç bir yayınevi olan “Yazılama”nın hem de ikinci kitabı imiş. Genişletilmiş İkinci Baskı’ya ulaştığına göre; Allahaşkına benim dışımda kimseler farkına varmıyor mu okuduğu kitaptaki hataların? Ya da kimseler okumuyor mu satın aldığı kitabı?..

Tevfik Çavdar Hoca; “Roman, uzun soluklu öykü, küçük yaşımdan bu yana dünyanın, ülkelerin kapılarını açan anahtar olmuş, bir anlamda yaşadığım yüzyılı ve öncesini kavramama tanıklık etmiştir.” diye başlıyor “Öndeyiş”e…

Tevfik Hoca’nın “yaşadığı yüzyılı ve öncesini kavramasına tanıklık eden” romanlar Türk edebiyatının en iyi romanları, romancıları da Türk edebiyatının en iyi yazarları… Ancak okuduklarımız Tevfik Hoca’nın yazdıklarının hiçbir şekilde ciddi bir redaksiyondan geçmediğini gösteriyor.

Örneğin alalım bakalım şu cümleyi:

Kuvayı Milliye’nin Ege direnişini, mücadelenin ilk safhasını ele alan Yorgun Savaşçı bu konuda yazılmış en ayağı yere basan yapıt olarak öne çıkmaktadır.” Bundan sonraki cümle romanın baş kahramanından söz edecektir!

Bakın nasıl başlıyor o cümle:

Roman, “Cehennem Yüzbaşı Cevdet’ çevresinde…” (S.35)

Yorgun Savaşçı’yı okuyan varsa aranızda, onun baş kahramanın adının “Cehennem Yüzbaşı Cemil” olduğunu hatırlamaz mı?..

Daha ileride Halide Edip’ten ve eserlerinden söz ediyor Tevfik Çavdar. Bakın cümleye, Halide Edip Hanım’ın anı kitabının adı ne hali almış:

Bu deneyimi de gene bir başka anı kitabında (Mor Salkımlı Sokak) yansıtır.” (S.38)

Halide Edip Hanım’ın bu anı kitabını okuyan varsa aranızda, şüphesiz kitabın adının “Mor Salkımlı Ev” olduğunu bilir..

Biraz daha ileride, gene çok beğendiği romanlardan biri olan Kemal Tahir’in “Kurt Kanunu”nu özetlemeye başlayan Tevfik Çavdar; İzmir Suikasti’ni organize etmekle töhmetlendirilen İttihatçı önderlerden Kara Kemal’in, eski bir arkadaşı olan Maliyeci Emin Bey’in evinde saklanışını anlatırken bakın ne diyor:

Kara Kemal’in arkadaşı olan Emin Bey, kızıyla birlikte, eski İstanbul mahallelerinde oturmaktadır.” (S47)

Kemal Tahir’in “Kurt Kanunu” romanını okuyan varsa aranızda, evine sığındığı arkadaşı Emin Bey’in kızıyla değil, “kız kardeşi” “Perihan”la birlikte oturduğunu bilmez mi?

Oldu mu ya şimdi Tevfik Hoca?..