Ana Sayfa Kritik Afrika’nın Sömürgecilik ve Emperyalizme Karşı Entelektüel Direnişi: Sömürge Sonrası Afrika Yazını

Afrika’nın Sömürgecilik ve Emperyalizme Karşı Entelektüel Direnişi: Sömürge Sonrası Afrika Yazını

Afrika’nın Sömürgecilik ve Emperyalizme Karşı Entelektüel Direnişi: Sömürge Sonrası Afrika Yazını

Afrika, dünya üzerindeki stratejik konumu ve kapladığı alanda haiz olduğu doğal kaynaklardan dolayı tarihsel süreç içerisinde birçok ülkenin kendi çıkarları doğrultusunda faydalanmak istediği, jeopolitik öneme sahip bir bölge mahiyetindedir. Afrika’yı eşsiz ve aynı zamanda da şanssız kılan tüm bu özellikler şüphesiz ki tarihimizin karanlık yüzlerinden olan “sömürgecilik” kavramının ortaya çıkmasına ve söz konusu kavramın ihtiva ettiği tüm korkunçluğun ise Afrika üzerinde resmedilerek anlatılmasına neden olmuştur. Öyle ki, bugünün İngiltere ve Fransası yüzyıllara dayanan dünya tarihinde kimi zamanlar benimsedikleri yayılmacı ve emperyalist yaklaşımların bir gereği olarak Afrika Kıtasını kültürel ve fiziki olarak tahakküm altına almayı siyasi saiklerinin bir odağı haline getirmişlerdir. Şahsi çıkarlarının nihai başarısı için Afrika’nın gerek kültürel gerek coğrafi kapitalinin bizatihi kendilerince ele geçirilip işlenilmesi noktasında söz konusu yaklaşımlarını haklı çıkartabilecek çeşitli gerekçeler üretmiş ve bu gerekçeleri dünya tarihi boyunca muhtelif ortamlarda savunmuşlardır. Yayılmacı ve emperyalist yaklaşımlarını gerekçelendirme noktasında başvurdukları ilk neden ise şüphesiz ki Afrika’nın kendisinden çok daha gelişmiş, medeni ve zeki insanlar tarafından uzatılacak bir ele ihtiyaç duyduğu ve bu yardımın Afrikalı insanların medeni bir ortamda yaşam sürebilmeleri, topraklarının geliştirilebilmesi ve kendilerinden çok daha ileride yer alan diğer dünya ülkelerine yetişebilmeleri için elzem olduğudur. Yüzyıllar boyunca bu yapay gerekçelendirmeyi Batı şüphesiz ki yalnızca Afrika için değil, onunla beraber genel Doğu’ya teşmil edilebilecek şekilde geniş bir düzlemde yaymaya çalışmıştır. Akademi, medya, eğlence ve Batı entellijentiyasının müdahil olabileceği çoğu alanda Batı’nın Doğu ve bilakis Afrika üzerindeki sözde üstünlüğü çeşitli platformlarda konsolide edilmiştir. Öyle ki, tüm bu süreci Edward Said Şarkiyatçılık (1968) adını verdiği eserinde incelemiş ve detaylarıyla birlikte okuyucuya aktarmıştır. Ona göre oryantalizmin – yani Batı’nın gözünde Doğu’yu tasfir etme alanın –  en başat silahı dil olmuştur (Said, 1968). Batı, taraflı da olsa Doğu’yu kapsamına alan bir külliyat yaratmış ve sahip olduğu entelektüel birikimle de bu külliyatı dünyaya kabul ettirmiştir. Said’in de belirttiği gibi tüm bu sürecin en etkili silahlarından olan dil ise Batı’nın işgal ettiği ve sömürdüğü Afrika’da özellikle etkili olmuştur. Keza kendileriyle birlikte dillerini de Afrika’ya götüren Batı, sömürdükleri topraklara kendi anadillerinin kullanımını zorunlu tutmuş, en alt düzeyden en üst düzeye kadar kurdukları okullarda eğitimleri ise yine kendi dillerinde zorunlu kılmıştır. Esasında yerel insanları kendi dil ve kültürlerinin boyunduruğuna alma eğilimi sömürgeci devletlerin muzdarip olduğu üstünlük hissiyatından kaynaklanmaktadır. Michelman’ın belirttiği gibi (1995):

Kendi dillerinin üstünlüğüne dair ortak inanç, asırlardır Fransızlar -ve İngilizler- için kutsal bir görev olarak görülmüş, bu dili konuşabilecek kadar şanslı olmayanlara dillerinin faydalarını ulaştırmayı adeta bir misyon olarak benimsenmiştir.» (s. 217)

İşgal ettikleri bölgelerde kullanılagelen yerel dilleri onları konuşan yerlilerden söküp alan ve yerlerine yerlilerin daha önce hiç aşina olmadıkları; duygu ve düşüncelerini ifade edemedikleri ve hayal kuramadıkları farklı diller getiren bu uygulama Afrika’nın edebi ve entelektüel kişiliğini de etkilemiş, bebeklikleri itibarıyla hayal kurup düşündükleri dilleri konuşamayan yeni nesiller neticesinde o coğrafyaya özgü fikir akımlarının gelişimi ise akamete uğramıştır. Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri şüphesiz ki 1915 senesinde Haiti edebiyatının önde gelen isimlerinden biri olan Edmond Laforest’in, Fransızca dayatmasının edebi kişiliğini öldürdüğü ve bu nedenle kendi yaşamının devamının da gereksiz olduğu düşüncesiyle boynuna astığı Fransızca Larousse Sözlük ile beraber kendini köprüden denize bırakıp hayatını sonlandırmasıdır (Michelman, 1995). Belki de İngilizce gibi sömürge dillerinin “katil dil” olarak adlandırılma (Nemecek, 2010) sebebi Laforest gibi yazarların edebi kişiliklerinin erimesi pahasınca farklı dil kullanımlarına mahkum edilmeleridir.

Her ne kadar kültür emperyalizmi halen tüm hızıyla hüküm sürse de uzun yıllar sonrasında dünyada sömürgecilik kavramına karşı gelişen kamuoyu neticesinde fiziki işgale dayalı sömürgecilik faaliyetleri en azından de jure olarak ciddi oranta azaltılmış, yukarıda bahsi geçen ülkelerin belli oranlarda söz konusu topraklardan geri çekilmesi söz konusu olmuştur. Bununla beraber 1960 yıllarında Afrika’da filizlenen ve yıllar sonrasının ayrı bir araştırma konusu olacak değerli ve köklü bir edebi akım gelişmekte ve bu akım sömürgecilik sonrası Afrika edebiyatı adını alacaktı. İşgalci devletlerin anadil dayatması zorbalığına maruz kalan Afrika’nın okullu çocukları, Batı’nın kendilerine kullanmayı öğrettikleri silahla – yani İngilizceyle – yine Batı’ya gidecek, onların yüksek okullarında okuyacak ve akabinde kendi kültürlerinin sesini onlara bir şekilde duyuracaklardı. Chinua Achebe, Frantz Fanon, Homi K. Bhabba, Ngugi Wa Thiong’o gibi yazarların öncülük ettiği bu akım, Batı’nın özellikle de kültürel anlamda uyguladığı emperyalizm ve sömürgecilik faaliyetlerine karşı bir güç oluşturacaktı.

Sömürgecilik sonrası Afrika edebiyatının en belirgin özelliklerinden biri de bu akıma ait eserlerin Afrika’nın yerel kültürlerine özgü birçok motifi barındırmaları ve okuyucuya Afrika kültürünü en detaylı şekliyle tasfir etmeleridir. Tam da bu noktada hem İngilizce ve Fransızca gibi baskılayıcı sömürge dillerinin, hem de baskılanan ve sömürülen yerel diller önem arz etmektedir. Başta Chinua Achebe olmak üzere sömürge sonrası Afrikalı yazarların çoğu eserlerini İngilizce yazsa da cümlelerindeki kimi kelimeleri yerel dillerinde yazıldığı şekliyle bırakmaktadırlar. Bu kelimeler o yerel halka/kabileye özgü yiyecek isimleri olabileceği gibi, yer, ağaç, hayvan isimlerinden müteşekkil kültürel ifadeler de olabilir. Örneğin Achebe’nin herhangi bir kitabını okurken “Dinlenmek için evine girdi.” ifadesi yerine “Dinlenmek için obisine girdi.” ifadesini görmek mümkündür. Şüphesiz ki bu noktada gerek eserini ilk etapta İngilizce yazan Achebe, gerek aynı eseri Türkçeye kazandıran çevirmen “ev” ifadesinin İngilizce ve Türkçe karşılıklarına hakimdirler. Lakin İngilizcenin baskıladığı yerel dil ve kültürün, sayfaya yansıyan İngilizcenin görünmeyen kısımlarında da varlığını sürdürdüğü gerçeğini okuyucuya hissettirmek temel erektir. Afrika’daki yerel dillerin en belirgin özelliklerinden biri de atasözü ve deyimlerin yaygın kullanımıdır. Tarihsel süreç içerisinde halklarının ve atalarının yaşanmışlıklarını sözel olarak nesilden nesile aktarılan ve bu aktarım sürecine birçok mitolojik, dini ve siyasi etmenleri de dahil eden yerel dillerin birçok atasözü ve deyime sahip olmaları da olağan görünmektedir. Öyle ki, Achebe kendi yerel dilindeki yaygın atasözü ve deyim kullanımlarına ilişkin şu ifadelerle yorum yapar: Igbo topluluğu içinde konuşma sanatı çok yüksek bir değere sahiptir ve atasözleri, tabiri caizse sözlerin yenildiği palmiye yağıdır.” (Achebe, 1958). Bu noktada, her ne kadar eserlerini İngilizce yazsa da Achebe gibi yazarlar kitaplarında birçok atasözü ve deyime yer vermişler, tüm bunları yaparken neredeyse yerel anadilleri kadar hakim oldukları İngilizce veyahut Fransızcadaki karşılıklarını yazmayı düşünmemişlerdir. Günümüzde sömürgecilik sonrası Afrika yazınının en iyilerinden biri olarak gösterilen ve Achebe tarafından kaleme alınan Afrika Üçlemesi (Things Fall Apart (1958); No Longe At Ease (1960); Arrow of God (1964) İngilizcenin Afrika’daki yerel dilde yer alan kültürel ifadelerle yoğurularak aktarılmasının en iyi örneklerindendir.

Ngugi Wa Thiong’o gibi yazarlar Afrikalı yazarların eserlerini İngilizce yazmalarına karşı gelip eleştirse de (Michelman, 1995), İngilizcenin bir karşıt silah olarak kullanımı sömürge sonrası Afrika yazınında güncelliğini muhafaza etmektedir. En nihayetinde, kendisi de bir feminist Afrika yazını araştırmacısı olan Spivak’ın belirttiği gibi (2013) İngilizce daha geniş çevrelere ulaşmak için en geçerli dildir. Bu sayede kişi sesini daha yüksek bir şekilde duyurabilir. Lakin Afrikalı yazarlar için önemli olan şey seslerini daha yüksek duyurmak isterken kendi kültürlerini değil kendilerine dayatılan Batı kültürünü duyurma korkusudur. Bu korkunun önüne de İngilizce yazılmış eserlere yerel kabile dillerinden kültürel ögeler serpiştirmektir. Eserlerinde İngilizce kullanımına dair kendisine yöneltilen bir eleştiriyi Achebe şu şekilde cevaplandırmaktadır:

Siyahi insanlar kendi müzik aletlerinden mahrum bırakılmış bir halde Amerika’da yaşamaktayken, trompeti ve trombonu alıp daha önce hiç üflenmemiş şekillerde üflemediler mi, esasında bu enstrümanlar böyle üflenmek üzere tasarlanmamışlardı değil mi? Ve sonuç jazz denilen yeni bir müzik türünün icadı değil miydi? Şimdi birisi çıkıp, siyahi insanların bu aletleri farklı şekilde üflemelerini dünyanın bir kaybı olarak mı addedecek yoksa bir kazanımı olarak mı? (Kalu, 1981) – Achebe ile Röportaj’dan.

 

 

Kaynakça

Achebe, C. (1958). Things fall apart. NY, NY: Penguin Books.

Michelman, F. (1995) “ Research in African Literatures”, Winter, Vol. 26, No. 4 (Winter, 1995), pp. 216-225

Nemecek, R. (2010) ‘The Role of English as a Colonial Tool Through the Ages – With an Especial Accent on Africa’, Tomas Bata University [Preprint].

Ogbaa, Kalu. An Interview with Chinua Achebe.” Research in African Literatures.  12 (1981): 1-13.

Spivak, G. C. (2013). Can the subaltern speak? In P. Williams & L. Chrisman (Ed.), Colonial discourse and postcolonial theory (ss. 66-111). New York: Routledge.

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl