Ana Sayfa Art-izan ARİSTOTELES VE PLATON’DA MİMESİS

ARİSTOTELES VE PLATON’DA MİMESİS

ARİSTOTELES VE PLATON’DA MİMESİS

Sanatın ve sanatsal davranışın evrenselliğini dünyanın her yerinde, tarihin her döneminde ortaya çıkmış, farklı kültürlerden insanoğlunun sanatsallığının doğal ve doğuştan bir kaynağı olduğu ifade edilmiştir. Sanatın insan doğasıyla bağları olduğunun vurgulanması, Antik Yunan’dan günümüze kadar uzanan gelişmenin estetik tarihindeki dönüm noktalarına bakılması önemlidir. Aristoteles ve Platon, sanat felsefesine bağladıkları insan doğası kuramlarını ortaya koymuşlardır. Platon, bir bilgi kaynağı olarak sanatı reddetmiş, Devlet’te halkın iyiliği için sanatını yasaklanması çağrışımı yapmıştır.

İdeal arketipler ve metafizik, deneyimlenen gerçekliği kontrol ve inşa eden biçimler kuramının ürünü olarak değerlendirilmiştir. Platon’a göre sanat, düz yazı, resim, heykel ya da şiir, çeşidi ne olursa olsun kendisi sonsuz biçimlerin taklidinden başka bir şey olmayıp, deneyimlenen şekliyle fiziki dünyanın temsilidir. Her zaman için sadece taklitin taklididir. Bu durumda sanat, sistematik olarak yanlış yönlendiricidir. Gerçekliğin çekici görünümünü sunarak insanları gerçekliğin doğasına dair ahlaki yozlaşmaya ve kafa karışıklığına itmektedir. Platon’un diyaloglarında sanatın yanlış insan duygularını harekete geçirdiğini ifade ettiği görülmektedir.

Aristoteles’in ise sanata yaklaşımı çok farklıdır. Sanatın özgür bütünlüğüne, insanlık hallerine dair içgörü sağlama kapasitesi ve çeşitliliğine saygılıdır. Aristoteles için bir kültürel sorgulama, nomos (insan kültürel geleneği) ile insan psikolojik doğası da dahil olmak üzere doğal dünya anlamındaki phusis arasında bir gerilimi içerir. Aristoteles, felsefi araştırmalarının çoğunda phusis’in nihai ilkeleri belirlediği sonucuna ulaşmıştır. Aristoteles’e göre her sanat bir mimesis, bir çeşit taklittir. Mermer ya da boya ya da kelimeler kullanan sanatların net bir şekilde yaptığı gibi, insan duygusunu taklit etmektedir. Aristoteles, insanın drama, resim, heykel, oyma gibi temsillere olan ilgisini doğuştan gelen bir eğilim olarak değerlendirmiştir. Taklidin, insanın kültürleştirilmesinin de doğal bir bileşimi olarak, bunun da taklidin yaratıcılık yönü olduğunu ifade etmiştir. İnsanın sanattaki taklit eyleminden zevk alması da deneyimleme yönü olmaktadır. Mimetik sanat kuramına yapılan en yaygın itiraz, insanın değer verdiği temsilin kendisinden ziyade, temsil edilen şeyler, yani temsilin içeriği olduğu yönündedir. Aristoteles bu argümanı insanları gerçek hayatta iğrendirecek şeylerin temsiliğinden büyülendiğimize de işaret etmektedir. Örneğin: Aristoteles’e göre örümceklerden, böceklerden, yılanlardan ürken bir insan, mermere oyulmuş bir yılan figüründen ya da ince detaylarla işlenmiş bir örümcek şeklinde altın broştan hoşlanabilmektedir. Buna benzer şekilde, olgun bir meyvenin üzerindeki bir böcek insanı iğrendirebiliyorken, 17.yüzyıl Hollanda natürmortlarında armudun üzerine özenle resmedilmiş bir sinek, insana zevk verebilmektedir.

Aristoteles, dünyanın her yerinde birbirinden bağımsız toplumlarda az çok benzer sanatların icat edildiğini ve insan psikolojisini göz önüne alırsak, sanatların farklı toplumlarda benzer süreçleri takip ettiğini vurgulamıştır. Mimesis, sadece sanatı belirleyen bir motif olarak değil, aynı zamanda Antik kültürü belirleyen bir ana kategori olarak anlaşılmaktadır.Mimesis, taklit olarak anlaşılmaktadır.

Mimeisthai- taklit etmek, mimeisthai kelimesinin “sanı”, “aldatma” anlamlarının yüklenmesi Platon’un “aldatma” Devlet’i ile oluşmaktadır.Mimesisi, sanat teorisi haline getiren, Xenophon, Platon,ve Aristoteles ‘tir.

Platon mimesis kavramını çeşitli diyaloglarda kullanmıştır. Platon ve Aristoteles’in mimesis teorisini felsefi temellere oturtmaları, mimesis teorisinin yüzyıllar boyunca etkili kalmasını sağlamıştır. Platon’a göre, taklidin objesi direkt olarak insanı her yanından saran görünüşler, nesneler dünyasıdır. Yani kosmos aisthetos’tur. (duygular dünyası)

 

Platon ve Aristoteles

“Atina Okulu”, Rafaello

1509-1511

 

Platon’a göre, gerçek varlık ise, ontos on (idealar dünyası) kosmos noetos’tur. Sanatın objesi olan fenomenler aslında gerçekliği olmayan birtakım kopyalardan ibarettir. Gerçek olan sadece idealardır. Sanatın taklit ettiği şeyler, bu ideaların benzetmesi, birer kopyasıdır. Platon’a göre, sanatın objesi yani mimetik öge, aslında bir kopyadan başka bir şey olmadığına göre, sanat eseri bir gerçeği değil, bir kopyanın kopyası olacaktır.

Örneğin bir sandalyenin ya da bir sedirin resmini yapan bir sanatçı, gerçek sandalye ve sedirin değil, marangozun oluşturduğu gerçekliği bulunmayan bir görünüşün resmini yaptığından, tabloda görünen sandalye ya da sedir kopyanın kopyası olarak ideaya göre üçüncü yeri almaktadır. İlk olarak ontos on olarak sandalye ya da sedir ideası gelmektedir, daha sonra marangozun sandalye eidolası gelmekte, üçüncü olarak da, kopyanın kopyası “sandalye ya da sedir” resmi gelmektedir. Sanatçının benzetmesinin, taklitçinin taklit ettiği obje, yani mimetik obje, o halde gerçek olan idea değildir Platon’a göre, mimesis etkiliği ile gerçek varlığa hiçbir zaman ulaşılamamaktadır. Mimesis sözcüğü, milattan önce 5. yüzyıldan beri kullanılmıştır. Yunan filozofları ve şairleri mimesisi başlıca iki anlamda kullanmışlardır. Tasvir ve taklit olarak. Taklit, bir şeyin taklidi olmakta, taklit edimi sonunda iki farklı şey ortaya çıkmaktadır. Orijinal olan şey ve bu orjinalin kopyası: yani taklidi. Orijinal olan şey, bir nesne varlık olabildiği gibi, bir eylem de olabilmektedir. Tasvir, bir şeyin taklit edilerek tasviri değil, bir şeyi doğrudan doğruya açıklama, bildirme, ortaya koyma, ifade etme anlamını taşımaktadır.

Platon’a göre, gerçek, asıl varlıklar, zihinsel alandaki idealardır. Varoluş halinde (genesis) olan, ancak hiçbir zaman var olmayan dünyadaki nesneler, ideaların birer kopyası, gölgesi durumundadır. Bu durumda bu genesis dünyası, yani bu gölge dünya, varlık bakımından ikinci sıradadır. Mimesis olarak sanat eseri ise ikinci sıradaki bu nesnelerin bir taklidi ya da kopyası olmaktadır. Sanatın esasının taklit olduğunu savunan ilk düşünür Aristoteles’dir.

M.Ö. (384-322) Aristo’ya göre, İnsanoğlu bir taklit yeteneğine sahiptir. Sanatçının, tabiatın eksik bıraktığı şeyleri tamamladığını ifade etmektedir. Aristoteles, mimesisi bir sanat teorisi olarak ele almış, Platon’dan farklı olarak gerçekliğin kopyası olarak tanımlamıştır. “Metafizik” adlı eserinde, teorik eylemi, bilmeyi, pratik yaratmayı göstererek üç temel etkinlik alanı olarak ele almıştır. Taklit olarak ortaya çıkan tüm sanat eserlerinin, daha önce oluşturulan bir şeyin taklidi olabileceği gibi, hiç ortaya konulmamış bir şeyin gerçeğe dönüştürülmesi olabileceğini de vurgulamıştır. Bu noktada Aristoteles, var olanın olduğu gibi yansıtılması veya akla aykırı olanın da sanatın içerisine girebileceğini savunmuştur. Platon ise haz üzerinden ilerlerken, kimi zaman da iyi ve güzeli sentezlemiştir. Platon güzeli idealist bir çerçeveye oturmuştur.

Platon için insan metafiziksel olarak güzelden bir parça barındırmakta ve kendi eksikliği içinde güzelin arayışında olmaktadır. Kuramsal yapı içinde taklitçilik kavramı mimesis ile özleştirilmiştir. Platon’a göre “sanı”, “aldatma” anlamlarını içermektedir. Mimesisin kavramsal olarak sanı şeklinde kullanılması, Platon’un epistemolojik ve ontolojik anlayışını sergilemektedir. Ontolojik açıdan incelendiğinde Platon, dünyayı idealar ve gölgeler dünyası ideaların birer yansıması olarak görmektedir. Bu yansıma da mimesis kuramıyla anlam bulmaktadır. Mimesis, tıpkı aynanın görüntüleri yansıttığı gibi, gerçeği yansıtmakta ve bu noktada da gerçeklikten uzaklaşmaktadır. Platon’a göre evren, görülebilen nesneler ve kavranabilir nesneler olarak ikiye ayrılırlar. Platon, üretimi ikiye ayırmıştır: Tanrısal üretim ve insani üretim. Tanrısal üretim, özü Tanrı’da bulunan tanrısal sanat ve akıl ile yönetilir. Tanrı’ nın yarattığı “doğa”dır, doğanın gerçekleridir. Platon, doğa düşüncesinin reddetmiştir. Doğa, kendi doğrudanlığında, akıl tarafından terk edilmiş, insan üretimi tanrısal üretimle simetrik bulunmuştur. İnsanın ürettiği mimesis (kopyalar), nesnelerin boyutlarını ve renklerini olduğu gibi yeniden üretilmiş taklitler olduğu için (eikastike) ve simülakrlar üretme sanatı (phantastike) olarak ikiye ayırmaktır.

Platon, kopya olmayan (phatasmato), ancak kopyalama üretimi, nesnenin büyüklüğü nedeniyle oluşamadığında nesneyi yanılsamalı olarak göstermeye yönelik olan simularkları son kategoriye yerleştirmiştir. Resim sanatının en belirgin örneğini teşkil eden bu simülarklar sanatına “aldatmaca sanatı” da denilmektedir. Platon’a göre, gerçek sanat için, kopya modele indirgenemez olmalı (arketip anlamında) ve daima bir mesafe olmalıdır. Taklit, her zaman bir heterojenlik içerir. Kopyayı, gerçekliği karakterize eden bir model yönündeki istek, nesnelerin derin yapısını da çağrıştırmaktan uzak durmaktadır. Platon için, sanatın anlamı insanın dünyayı daha iyi anlamasına olanak sunan eskizler üretmektir. Platoncu düşüncede her zaman taklitle illüzyon arasında bir fark bulunmaktadır. O’na göre İllüzyon kötü, taklit iyidir. Taklit gerçeğe bakılarak değil, belli bir ideal için yapılmalıdır. Bilginin ulaştığı son noktayı ise her türlü temsilin ötesinde varlığı gösteren sezgisel bir düzeye yerleştirmek tir. Asıl olan, taklit edilen anlamını taşımaktadır. Kendisi aracılığıyla taklit edilen ise, kopya, gölge konumuna gelmektedir. Platon görünüşleri iddiaların kusurlu birer yansıması olarak görmüş ve filozofun daima gerçekliğin peşinde olduğunu ifade etmiştir. Platon’a göre idealar dünyasındaki akıl nesneleri gerçek varlıklardır, içinde yaşadığımız değişim dünyası ise ideaların gölgeleri olmuştur.

Bu durumda, duyular dünyası idealar dünyasına göre daha geride kalmakta, mimesis ise geride kalan duyular dünyasının kopyası olarak gerçeklikten daha da uzaklaşmaktadır. Mimetik objeden öte geçemeyen sanat eseri, Platon’un düşüncesine göre, gerçek olanın idealar ve o dünya içindeki varlıkları kanıtlamaktadır. Sanatın, ideaların kopyası olmaktan daha ileri bir anlamı olmamaktadır. Sanatçı bu durumda sanatını benzeterek üretmiş olduğundan, hakikate tam anlamıyla ulaşamamaktadır.  Tanrının sanatına (doğaya) en yakın olanı ortaya koyduğunda ruhunu arındırmış olmaktadır. Mimesis, Platon’da güzellik metafiziği olarak tanımlanır. Aristoteles ise güzel ve iyi kavramlarının izleyicide uyandıracağı acı, korku duygularını uyarması doğrultusunda birbirinden ayırmamakta ve sanatın bu yolla ruhsal arınmayı sağlayacağını savunmaktadır. Taklit etme yollarının sanatçının seçimine kaldığını belirtmiştir. Dolayısıyla Aristoteles’in mimetik teoride odak noktası, taklit edilenden çok, taktik edilen ile o şeyin kopyası (modeli) arasındaki ilişki olmaktadır. Bu noktada Platon’un sanat felsefesini idealist olarak, Aristoteles’in sanat felsefesini de rasyonalist olarak değerlendirmek yerinde olacaktır.

 

Platon ve Aristoteles’in mimesis kelimesini sanatsal ve estetik terim olarak kullanmalarından sonra, bu terim estetik ve sanat alanına bir terim olarak katılmıştır. Mimesis kavramı, Platon’un Devlet eserinde üçüncü kitap boyunca genel anlamı ile, onuncu kitapta ise, sanat terimi anlamında kullanılmıştır. Platon’un felsefesinde mimesis, merkezi bir konumdadır. Platon, Sofist diyaloğunda (265 b), üretici sanatları (poietika tekhai) ikiye ayırmış, bunlardan biri “Tanrısal sanatkarlık” diğeri de “insani sanatkarlık” olmuştur. Sofist diyaloğundaki bu ayırım, “Devlet” eserinde (597’d-e) phütourgia (Tanrısal sanatkarlık): ekip biçme, doğurtma ve (insani sanatkarlık) demiourgia ise inşa etme şeklinde açıklanmıştır. Sanatkâr insan ya da Tanrı olsun, gerçek/orijinal/asıl ve taklit/kopya eikones halinde iki düzeyde üretimi gerçekleştirmektedir. Taklit, modellerinin orijinalliğine ancak biraz yaklaşabilmektedir. Mimesis, insan ve doğa davranışının sanatta ve edebiyatta taklide dayalı olan temsilidir. Aristoteles tarafından sanatın rolünün doğanın taklidi olduğu ileri sürülmüştür.

Platon (M.Ö.427-347) eserlerinde ve felsefesinde her şeyin anlamının idealar dünyasında bulunduğunu ve bu dünyadakilerin ise onun kötü ve iyi taklitleri olduğunu ifade etmiştir.

 

Aristoteles ise, insanda bir taklit yeteneği ve zevkinin bulunduğunu sanatçının varlıkların ve olayların özündeki fikri taklit ettiğini belirtmiştir. Alman filozof Alexander Gottlieb Baumgarten’e göre estetik, bağımsız bir bilim dalıdır. Evrende madde ve ruh son derece ahenkli ve öyle bir şekilde kaynaşmıştır ki, sanatın amacı tabiatı taklit olmalıdır düşüncelerini savunmuştur. Maddeci estetikçilerden H. Koch’a göre ise sanat, özel bir gerçekliği yansıtma biçimidir.

Antik dönem filozoflarının nesneyi ve insanı tanıma problemleriyle karşı karşıya kalmaları, gerçeklik bilgisine ulaşma çabalarının olduğu görülmüştür. Bu çaba, antik dönemden günümüze kadar etki eden bir felsefi görüşün de doğmasına neden olmuştur.

 

 

KAYNAKÇA

 

  • Dutton, D., Sanat İçgüdüsü, Çev. Murat Turan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2009
  • Farage, F., Sanat, Çev. Özcan Doğan, Doğu Batı Yayınevi, İstanbul 2003
  • Cevizci, A., Felsefenin Kısa Tarihi, Referans Kitaplar, Say Yayıncılık, İstanbul 2021

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl