Ana Sayfa Litera Ayça Erdura: Ateşte Nadas

Ayça Erdura: Ateşte Nadas

Ayça Erdura: Ateşte Nadas

Şair kendine giden yolu bulduğunda kendi özünün tınısını sözcüklere dönüştürür. Bu eylem bir doğum anıdır. Eldeki kalem sözü, imi, imgeyi dile getirirken altın tozu gibi bembeyaz kağıda yağar. Gidilecek yollar karanlıksa simge ona ışık taşır, imge dönüşümü talep eder, istektir talepdir, olması gerekenin olmasını ister ; böylece şairin içindeki özgürlük başkalaşarak güneşsi bir güçle donanır. Ayça Erdura şiirsel metinlerindeki tını ve ritimler; benliğinin derinliklerinden yükselen farklı bir güç taşır. Başkaldırı, isyan içeren bu dizeler hayal gücünün fenomenleriyle desteklidir. Şairin simgesel dili Ay’nın karanlık yüzü gibidir, sürprizler, gizler içerir. Bu metinlerde simgeleme akılla değil duyuların aklıyla örülmüştür.

Yazılmış ve yazılacak olan şiirsel metinlerde “Simge ne düşünülür ne de bulunur, o oluşa-geliş anıdır”. Bu bağlamda Ayça Erdura özgün dilini kurarken hedeflediği ufka göre değil “Kendiliğinden Kalemine Geleni” kayıtlar. Ancak bu olagelen oluş şairin derinliklerinde bir yerde kilitli kalmış yaşamın anısal kalıplarıyla genel olanı buluşturur. Şaşırtıcı ve usdışı gibi görünse de burada bir isyan sezilir. Erdura yaşamda olması gerekeni düşleriyle buluşturarak yeniden kurulacak olan bir dünyadan söz eder. Onun dili hem düşçü hem kurucu hem yıkıcıdır. Bu dil dolaylarında şair, ayıklanmış, saflaştırılmış bir üslup kullanır. Bu metinlerde ne arabesk bir yakınma, ne şikayet ne esrik bir ritim, ne yalvarma ne sayıklama en de dua vardır. Epik de değildirler .

Metinlerdeki taze ses tınısı bize yeni bir dünyadan söz eder. Enerjik, matematiksel,kısa,serbest anlam taşıyan metinsel örgü okuyucuya başkalaşmayı teklif etmektedir. Eskiyi bırakmayı, küflü olanı terk etmeye çağırır. Zamanı dolmuş kullanıla kullanıla kaybolmuş kavramlar bu metinlerde hiç gözükmez. Çok ilginç ki çağdaş Anglosakson edebiyat geleneğinin dili-sözü kullanma aurasını taşıyan Erdura şiirleri; edebiyat ortamının Tanzimat’tan beri angaje olduğu Francofan tarzına darbe indirdiğine tanıklık yapıyoruz. Sonuçta şiirde yeni bir yol izleyen Ayça Erdura Türk edebiyat geleneğinin en büyük saplantısı olan Fransız yazı tarzının ötesine geçerek kendi uzam dilini kurar.

Ateşte Nadas’ta sözcük sarmallarının ufku arada sırada kestiği kızıl ufukta, okuyucuyu sürprizler beklemektedir. Birden güçlü bir sözcük şiirin akışını altüst ederken başka bir noktadan yüksel tonda bir ezgi duyulur, külrengi ışık /Lumen Cinererum/metni gölgelendirir ardından ışık içinde kalan imgelerle gözlerimiz kamaşır. Şair bu metinlerde birileriyle konuşmaktadır, diyalog halindedir, bazen öfkeli bazen affedici bir tonda metin ilerler. Elinde kalemle düş kapılarından girerken yaşamın sihrini özetleyen ekonomik bir dil Erdura’yı özgünleştirir. Metinlerde simgesel betimler toplumun çürümüş yapısına dokunurken/ Archon/ aynı anda da gelecek zamanın nesneleri objeleri ileri sürülür. Şaire göre “Söz” rehber olmalıdır. Şiirsel söz harflerin titreşiminden doğan kainat sularının üzerinden yükselen, benliğin en derin alanından inen, insanlara yol gösteren kadim işaretleri kapsar.

Şiir bir yakınma, iç dökme, terapi alanı hiç değildir. Şiirin kaynağı Arhat’tan gelir. Ruhun üç katlı doğasını ortaya çıkaran şiirdir. Ayça Erdura kendine giden yolda kendine ulaşırken aynı anda toplumsal çarkın işleyişine de dokunmakta, bizzat yaşamı deneyleyen biri olarak okuyucuyu estetik bir dille yeni bir dünyaya çekmektedir.

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl