Zygmunt Bauman, sosyal bilimcilerin masa başında çakılıp kalmaması gerektiğini söyleyen bir sosyologdu. Sosyal bilimlerin toplumdan kopuk veya topluma uzak olamayacağını belirtmişti. Bu nedenle uzmanlık alanı sosyolojiyi, insan ve onun deneyimleriyle sıkı ilişki içinde bir disiplin diye tanımlamıştı.

Sosyoloji Ne İşe Yarar? başlıklı kitapta, kendisiyle söyleşen Hviid Jacobsen ve Keith Tester’e, hem kullandığı hem de bizzat yaratıcısı olduğu kavramlar ve deneyimleri üzerinden sosyolojiyi tanımlayan Bauman, bir sosyoloğun görevleri ve sözünün “sınırlarını” da anlatıyor.


‘Perdeleri yırtma’ görevi

Bauman, her zaman olduğu gibi uzmanlık alanını tanımlarken de son derece açık ve net cümleler kuruyor: “Sosyoloji (…) şeylerin, eylemlerin, eğilimlerin ve süreçlerin ‘zorunluluğu’ ve ‘doğallığına’ duyulan popüler inançların altındaki temelleri baltalamaya mahkûmdur. Onların oluşumu ve devamlılığına katkı yapan mantıksızlıkların maskesini düşürür. Zahiri kurallar ve normların arkasında yatan durumsallıklarla sözde tek olma iddiası taşıyan (yani diğerlerinin pahasına seçilen) olasılıkların etrafına kümelenmiş alternatifleri açığa serer. Sonuçta sosyolojinin işi, Milan Kundera’nın alegorisini kullanırsak onları sahte temsillerle örterek gerçeklikleri gözlerden saklayan perdeleri yırtmaktır.”

Görünen ile olan arasındaki farkları belirginleştirmenin, bir sosyoloğun görevlerinin başında geldiğini belirten Bauman, Kundera’nın “perdeleri yırtmak” ifadesini kullanırken bu zorlu göreve atıf yaptığı çok açık. Bunun yanı sıra Bauman’a göre sosyoloğun, “toplum ve insani deneyimler arasında diyalog kurma” gibi bir görevi daha var.

Bauman, kendisiyle yapılan söyleşilerde bir “sosyolojik tahayyül” koyuyor ortaya; buna göre insanların başına gelenleri, olayları, erkeklerin ve kadınların hislerini, duygu durumlarını hesaba katacak bir sosyolojik söylem oluşturuyor. Bahsi geçen söyleme “hikâyeler”i de dâhil ediyor; edebiyatın, şiirin, sanatın ve diğer sosyal bilimlerin anlattıklarının, sosyolojiden uzağa düşmediğini belirtiyor.

Bauman’ın “akışkanlık” kavramını hayatı, edebiyatı, sanatı ve ruh hâllerini göz ardı etmeden sosyolojiye kazandırdığını unutmamak gerek. Bununla birlikte, düşünürün “akışkanlık” kavramını merkeze yerleştirerek oluşturduğu sosyolojik söylemi krizlerden de besleniyor; katı modern geçmişi eleştiren Bauman, saptırma ve yozlaştırmalara şüpheyle yaklaşıyor.

Sosyolojinin çağrısı

Bauman, sosyolojinin tarihle ve politikayla ilişkili bir disiplin olduğunu, bu ikisi arasında hem bir iletişim kanalı açtığını hem de ikisini yorumladığını belirtiyor. Dolayısıyla hayatı kuran, yönlendirip yöneten tüm alanlarla ilintili ve iletişim hâlinde bir sosyoloji tanımı yapıyor. Böylece düşünürün, sosyolojinin dinamik doğasına dair bir başka belirlemesine daha ulaşıyoruz: “Sosyoloji mesleği, herkesin kabul edeceği gibi değişen bir dünyada yönelim oluşturmaktır. Dahası, bu meslek, ancak değişikliklerin ve yarattığı sonuçların takip edilmesi, getirdikleri taleplerle baş etmeye uygun yaşam stratejilerinin incelenmesiyle yerine getirilebilir. Sürekli yeniden yönlendirilmeye ihtiyaç duyan bir dünyanın, sosyolojik sorgulamalarla sosyolojinin yerine getirebileceği ve getirme zorunluluğu bulunan hizmetler için doğal bir habitat olduğuna inanıyorum.”

Margaret Thatcher, 1980’lerde “toplum diye bir şey yoktur” derken bireyi ve aileyi öne çıkarmıştı. Bauman ise sosyolojinin bu gibi “veciz” ifadelerle mücadele etmek için imkânlar sunduğunu, denemeyi andıran ve metaforlarla yüklü metinleriyle ortaya koymuştu.

Toplum”un, bir kavramın ötesine taşınıp salt metafor hâline getirilerek indirgemeciliğe kurban edildiğini yine bu metinlerle anlatan Bauman, Sosyoloji Ne İşe Yarar? kitabında söz konusu süreci özetliyor. Dolayısıyla sosyolojinin, değişen yaşam koşullarını, dünya görüşlerini ve fikirleri dikkate alması gerektiğini savunuyor. Böylece Bauman’a göre sosyolojinin bir başka özelliği ortaya çıkıyor: “Sosyolojinin işi veya görevi, değer tercihlerini dayatmak değildir. Ayrıca sosyoloji bunu istese bile yapacak güce sahip değildir. Sosyolojinin çağrısı, değer tercihlerini mümkün ve makul hâle getirmek, bunun yanında bu tercihleri, toplumun yarattığı yaşam sorunlarına düzgün çözümler bulma sorumluluğunu omuzlarına almış bireylerin erişimine yaklaştırmaktır. Sosyoloji, bu çağrının gereklerini yerine getirmek için tercihleri anlaşılır kılmaya ve söz konusu sorumlulukları açıkça belirtmeye gerek duyar. Sosyolojinin mücadele ettiği şey belli bir değerler kümesi değil, Margaret Thatcher’dan esinlenen, bugün başımızda olanların kullanmayı ve suiistimal etmeyi sevdiği ‘Başka Bir Alternatif Yok’ savıdır.”

Sosyoloji Ne İşe Yarar?, Zygmunt Bauman, Çeviren: Akın Emre Pilgir, Ayrıntı Yayınları, 160 s.