Ana Sayfa Kritik Ekonomik Kriz ve Kapitalizmin Doğası

Ekonomik Kriz ve Kapitalizmin Doğası

Ekonomik Kriz ve Kapitalizmin Doğası

 

Sosyal medyada, ekonomik krizi açıklamak ve anlamlandırmak adına, çeşitli videolar dolaşıyor. (*) Bunlar içinden en çok paylaşılanlardan biri, ‘Üreticinin Güçlü Olması’ başlığını taşıyor. (**) Bu, hatalı bir video. Kapitalizmin temel kuralından haberdar bile değil. Bir ürünü 100 değil de 200 adet üretince ürün daha ucuz mu olur? Her zaman değil. Yatırımcı üstünde devlet denetimi yoksa, ucuzlatmaz, onun yerine kâr payını arttırır. Her birini 1 Lira’ya satıyorsa, üretimi ikiye katladığında, hele ki piyasada tekel ya da azel (oligopoli) özellikleri varsa, ürünü 1 Lira’ya satmaya devam eder.

Videonun devamı da yanlış. Paranın değerini üretim belirlemez; onun yerine döviz piyasasındaki arz-talep dengesi belirler. Arz-talebe etki eden çeşitli faktörler vardır. Üstelik videoda finans piyasasına bile girilmiyor. Reel üretim herşey demek değil. Video, “paranın değeri belirlenemez” diyor; oysa belirlenir; dövize talebi belirleyen etmenlerden biri, ekonomiye güvendir. Potansiyel döviz alıcıları, ekonomiye güven duyarsa, o zaman dolar almaz, TL’de kalır. Ayrıca kur, TL arzıyla bir ölçüde belirlenebilir. Dövizin değerini belirleyemeseydik zaten herhangi bir para politikası söz konusu olamazdı. Fakat her para politikası, torba yasa gibidir, iyiyle kötü birlikte gelir. Kuru düşürürsün ama bu nedenle Türk malları dünyada pahalı hale gelir, ihracat düşer, yine batarsın. Bunlar birinci sınıfta makroekonomiye girişte anlatılıyor. Doktora düzeyi falan da değil. Videonun devamı da kötü. Çin parasına bakalım, ABD doları kadar değerli mi? Değil. Sorun mu bu? Hiç değil. Çin ekonomisinin işine gelen bir durum. Dışarıya satım yaygın olduğu için, Çin parasının düşük değerde olması Çin mallarını ucuzlatıyor. Hatta ABD, Çin parasının özellikle düşük tutulduğu için Çin’in haksız kazanç elde ettiğini ileri sürüyor, durumdan şikayet ediyor. Başka bir deyişle, diğer paralara göre daha değersiz bir para, ekonominin kötü durumda olduğunu göstermiyor. Asıl sorun, paranın değer(sizliğ)i değil, bu değerin istikrar(sızlığ)ı. Hızlı değerlenmeler ve değer kayıpları, ekonomiyi çökertiyor. Dünya ekonomilerinin çok azında Türkiye’deki döviz kurunda görüldüğü kadar yüksek derecede istikrarsızlık var.

Ekonomik Krizin Matematiği ve Dolar Kuru’ başlıklı bir başka video ise, krizi çok daha iyi anlatıyor (***). Önceki video, reel ekonomide takılıp kalmıştı. Asıl olay finans sektöründe. Borçlar var. Kur uçuyor, borçlar katlanıyor. Kredi alıp verme duruyor, borçlar ödenemez hale geliyor. İkinci videonun belirttiği gibi, döviz kurunda psikolojinin etkisi büyük. Halk, finansal okur yazar değil, döviz kurunu temel ekonomik gösterge olarak alıyor, ona göre davranıyor. Döviz uçunca, kemer sıkıyor. Hayat deneyiminden biliyor ki, döviz uçunca işsizlik uçacak; bu nedenle, önlemini almak istiyor. Böylelikle, daha işsizlik uçmadan önce bile tüketim düşüyor. Tüketim düşüşü, işsizliği daha da uçuruyor.

Fakat asıl sorun, elbette, borçtan önceye, kapitalizmin doğasına gidiyor: Kriz döneminde şirketler iflas etse de büyük burjuvazi batmıyor. Genel müdürler ise hiç mi hiç batmıyor. Bunu 2008 krizi ve sonrasında çok net olarak gördük. Bir şirket büyük kazançlar elde ederse, bu, genel müdürün bireysel başarısına yoruluyor; büyük kayıplarla iflas ederse, ekonominin kötülüğüne bağlanıyor. Her durumda, yöneticiler krizden sıyrılıyor. Büyük burjuvazi batmıyor çünkü krizde kârından asla kesintiye gitmiyor; onun yerine az üretmeye yöneliyor, bu da ya işten çıkarmalarla ya da ileri düzey makineleşmeyle olanaklı. Kriz zamanında, ikinci yol masraflı bulunduğundan, krizin faturası, çalışanlara çıkartılıyor. İkinci olarak, büyük burjuvazi, kriz zamanlarında, reel ekonomiden, diğer bir deyişle ürün ya da hizmet üreten etkinliklerden elini eteğini çekip ya da bunları olabildiğince kış uykusuna yatırıp finans piyasasına yöneliyor, kazancını ülke dışına çıkarmaya bakıyor. O da yetmezse, daha büyük bir toplumsal patlama beklentisi içindeyse, gerektiğinde hızla ülke dışına çıkıp uzaklarda hayatını kurabileceği seçeneklere yöneliyor. Örneğin, Malta vatandaşlığı.

Krizlerin mağdurları, emekçi halka ek olarak KOBİ’ler. KOBİ’ler, özellikle de küçük işletmeler, küçük esnaf, küçük çaplı dükkan sahipleri vb., her zaman iflas tehdidi altında. Bunun nedeni, yine kapitalizmin doğasıyla ilişkili. Kapitalizmde, tekelleşme eğilimi var. Büyük burjuvazi çok güçlü olduğu için, bir sektörde büyük kazançlar dönüyorsa onu küçüklere bırakmıyor. Bakkalların marketlere büyük oranda teslim olması ya da kısa ve orta ölçekte geçici bir çıkar yol olarak marketleşmesi, bununla ilişkili bir durum. Büyük burjuvazi için kriz bir fırsattır. Yeterince sermaye şırıngalanınca büyük kazançlar elde edebilecek girişimler bu dönemde elden çıkarılır. İstanbul’da ve Ege ile Akdeniz kıyılarında son dönemlerde kaç tane otelin el değiştirdiğine bir göz atttığımızda, durum, daha anlaşılır bir nitelik kazanıyor. Diğer bir deyişle, kriz, büyük burjuvazinin elinin iyice güçlenmesi anlamına gelir; kazancını katlar. Üstelik saygınlığını arttırabileceği bir ortam da doğmuş olur. Thatcher ve Reagan gibi neo-liberallerce halkı koruyucu kanatları koparılmış olan devlet kuşu (ki Türkiye’de hükümetle içiçe geç(iril)miştir; AKP önce hükümetleş(tiril)miş, sonra da devletleş(tiril)miştir), kriz dönemlerinde büyük sermayenin dilencisi olur. Ona yalvarır; yatırım yapsın da, beka sorunu ortadan kalksın diye.

Herhangi bir ders kitabı bile, ilk videodaki anlatımın tersine, döviz arzı ve talebini etkileyen çeşitli etmenleri sıralıyor ki, bunlar giriş düzeyinde. Örneğin, enflasyon oranı, faiz oranı, borçlar dengesi ve hepsinden önemlisi, hükümete ve ekonomiye duyulan ya da duyulmayan güven. En kilit nokta bu ve bu da psikolojik. Resmi ağızlarca “kriz, psikolojik” deniyor; böylece kriz gerçek değilmiş gibi bir anlam çıkarılıyor. Oysa kriz, psikolojik boyutları yok sayılamayacak, ancak aynı zamanda gerçek olan bir olaydır; çünkü şirketler de yurttaşlar da makine değillerdir. Beklentiler ve duygular ekonomik göstergeler üstünde etkili oluyor. Bir ülkede ne kadar gerginlik olursa, beklentiler o derece kararıyor, iç ve dış sermaye o kadar kaçıyor; gelmeyi düşünen de vaz geçiyor. Ülke, bu durumda, krizin siyasal ve ekonomik fırsatçılarının oyuncağı konumuna düşürülüyor ve onların insafına kalıyor.

Birinci türden videolar, ilkokul düzeyindeki anlatımlarıyla bilinç aşılıyorlarmış gibi yapıp bunun yerine izleyenlere farkındalık boca ediyor. Bir dil oyunuyla aradaki farka girelim: Bilinç ile farkındalık arasındaki farkı bilmenin getirdiği bilinçle, bilincin bütünlüklü, farkındalığın ise parçalı olduğunu belirtmek istiyoruz. ‘Bilinç’ sözcüğü, Türkçe’ye felsefe ve sosyalist düşünce dolayısıyla girmişti. Daha önce ‘şuur’ denirdi. ‘Farkındalık’ sözcüğü ise, dilimize 12 Eylül sonrasında liberalizmle girip yaygınlaştırıldı. Farkındalık projeleri fonlanıp durdu, bilinç ise 70’lere özgü ideolojik bir sözmüş gibi itibarsızlaştırıldı. Aralarındaki farkı bir örnekle açıklayalım: “Aaaa, Türkiye’deki krizin kaynağı üretim düşüklüğüymüş.” Bu, farkındalıktır. Ülkenin ve dünyanın ekonomik tarihini bütünlüklü bir bakışla eleştirel olarak incelerseniz, farkındalık değil bilinç kazanırsınız. O zaman, büyük resmi görür; sorunun o ya da bu öğeden değil, bir sistem olarak kapitalizmden kaynaklandığı sonucuna varırsınız. Farkındalık, bilinç yolunda çok geri bir evredir. Keşke her farkındalık bilince yönelse… Sistem, farkındalığın o düzeyden ileri gitmemesini güvence altına almak için elinden geleni ardına koymaz.

Kapitalizmde kriz, gerçekte, bir istisna değildir; döngüsel bir süreklilik içindedir. Fakat bunun etkilerini hafifletmek ya da şiddetlendirmek, devlet/hükümet ile yerli-yabancı sermayenin elindedir. Krizden kendi siyasal ya da ekonomik konumunu güçlendirmek için yararlanmak doğru bulunamaz. “Biz ne yapalım; kriz var” ya da “dış güçler ülkemizi yıkmak için kriz çıkarıyor” gibi ifadeler ise, krizi çözmek yerine gerçekleri örtmekten başka bir işe yaramıyor. Kendini müneccim sanan ya da halka öyle yutturan, hep kesin ve kendinden emin konuşan, ancak hiç biri tutmayan tahminleri hatırlatıldığında hiç istiflerini bozmayan kimi Youtube iktisatçıları ise, makam teklif edilse karşı tarafa geçecek esneklikte ya da mezhebi-genişlikte. Keşke birileri artık bunu anlamaya başlasa…(****)

Bize farkındalık değil bilinç gerekiyor bilinç…

Krizin farkındalık değil bilinç getirdiği bir gelecek umuduyla!

(*) Bu yazıdaki tartışmaya katkısı için Burkay Yiğitbaşı’na teşekkür ederiz.

(**) Bkz. https://www.facebook.com/693321876/posts/10156989535206877?sfns=mo

(***) Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=0tO1fsAqTlc

Ayrıca bu videoda, diğer ekonomik göstergelerin geciktikleri için yararlı olmaktan uzak oldukları belirtiliyor ve bunun yerine İstanbul Sanayi Odası’nın yayınladığı Türkiye İmalat Satın Alma Yöneticileri Endeksi’ne (PMI) bakılması öneriliyor. Bu gösterge 50’nin altındaysa kriz var, şu an olduğu gibi. Ekonomiyi okumak adına doğru bir yönlendirme ve öneri. Bkz. http://www.iso.org.tr/projeler/iso-turkiye-ve-istanbul-imalat-pmi/

(****) Bunlara bir de şunları sormak gerekir: Madem tahminleriniz ve önerileriniz doğru, neden ülkenin en zenginleri arasında değilsiniz? Bunlar doğru değilse, doğru olmayan bilgileri sürekli olarak dile getirmenizdeki ısrar neden? Amaç ünlü olmak mı, gerçekleri söylemek mi olmalı? İnsanlara (muhaliflere ya da iktidar yanlılarına) duymak isteyecekleri şeyleri söylemek etik midir? Amaç ünlü olmaksa kimin tarafında olduğunuzun bir önemi var mıdır yok mudur?

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl