Ana Sayfa Litera Erkin Koray: Başında Bere, Elinde Sarı Madenden Bir Boru

Erkin Koray: Başında Bere, Elinde Sarı Madenden Bir Boru

Erkin Koray: Başında Bere, Elinde Sarı Madenden Bir Boru

Akrebin gözleri, zaman böyle geçerken
Bekleme boşuna, bekleme beni
Bir yerlerden gelip bir de giderken
Var olmak, yok olmak ne fark eder ki?
Erkin Koray

 

Hiç kimse barışa tam olarak bir şans vermedi. Gandi denedi, Martin Luther King denedi ama ikisi de vuruldu.

                                                                                                      John Lennon

 

Erkin Koray ismini duyunca hep “yol” aklıma gelir. Bu, Erkin Koray imajının bende uyandırdıklarının bir sonucudur. Ve hep nedense aklıma Alman şair ve oyun yazarı Heinrich Von Kleist gelir. Birebir benzetmem ama bazı yönleriyle kesinlikle Erkin Koray yine de aklıma gelir. Örneğin, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarından Nafer Ermiş çevirisiyle çıkmış Stefan Zweig’in “Kendileriyle Savaşanlar” eserinin Kleist bölümünde, Zweig Kleist’ı şu sözlerle anlatmaya başlar: Almanya’nın hiçbir yeri yoktur onun, o huzursuzun gitmediği, oturmadığı hiçbir şehri yoktur o yurtsuzun. Neredeyse her an yollardadır. Ağır ağır ilerleyen posta arabasında Berlin’den Dresden’e gider, Erz dağlarına, Bayreuth’a, Chemnitz’e gider, sonra birden kendini Würzburg’da bulur, ardından Napolyon savaşlarını boydan boya geçip Paris’e gider. Amacı orada bir yıl kalmaktır, ama daha birkaç hafta geçmeden İsviçre’ye kaçar, Bern’den Thun’a geçer, derken Basel’den tekrar Bern’e ve en sonunda fırlatılmış bir taş gibi birden Wieland’ın Ossmannstedt yakınlarındaki sessiz evine düşer. Hemen ertesi gün yine yollardadır, yine dönen tekerlekler üzerinde, Milano’dan ve İtalyan gölleri üzerinden Paris’e gider, düşüncesizce Boulonge’ya, yabancı bir ordunun orta yerine atar kendini ve sonra birden ölümcül bir hasta olarak Mainz’da gözlerini açar. Derken kader onu tekrar Berlin’e, Potsdam’a atar: Özlediği memuriyete Königsberg’de kavuşur, bu onu, o kararsız genci bir yıl boyunca oraya çiviler, sonra tekrar yollara düşer, Fransız ordularının arasından geçerek Dresden’e gitmek ister, ama casusluk şüphesiyle Châlons’a götürülür. Serbest kalır kalmaz yine şehirler arasında mekik dokumaya başlar, Avusturya savaşının tam ortasında Dresden’den Viyana’ya koşar, Aspern’de çarpışmalar sırasında tutuklanır ve Prag’a canını zor atar. Bazen bir yeraltı nehri gibi aylarca ortadan kaybolur, binlerce mil sonra tekrar gün yüzüne çıkar: En sonunda çekim gücü onu, o kovalananı tekrar Berlin’e fırlatır. Birkaç kez o kırık kanatlarıyla bir oraya bir buraya yekinir, son olarak Frankfurt’ta kız kardeşinin, akrabalarının yanında peşinden gelen o korkunç avcıdan saklanabileceği bir çalılık bulmaya çalışır. Ama rahat edemez. Bunun üzerine son kez arabaya (otuz yıllık hayatındaki tek ve gerçek evine) atlar, Wannsee’ye gider ve orada başına bir kurşun sıkar. Mezarı bir kır yolundadır. Burada anlatılan Kleist’ın bizatihi kendisidir, evet ama, ben yine de sanat-sanatçı-varlık üçlüsünü ne zaman ele alsam ne zaman düşünsem adeta Kleist’ı (yalnızca Kleist değil tabii ki, hemen hemen bütün sanatçılar bu bağlamda duruma uygun düşecektir. Rimbaud, Lautreamont, Jim Morrison ilk aklıma gelenler ve elbette daha birçok isim….) bir prototip, bir minyatür, bir numune, bir sembol olarak düşünürüm. Kleist’ta yukarıda alıntılanmış olan pasajda da görüleceği gibi hep bir kaçış söz konusudur. Alıntılanan pasajın başlığı “Kovalanan”dır. Bir telaş, melankoli, bir kaçma isteği, bir yere sığamama, bir aitlik hissedememe duygusu sanırım hemen hemen bütün sanatçıların ortak bir özelliğidir. İster müzisyen, ister şair, ister ressam, ister öykü yazarı, ister roman yazarı olsun, yukarıda Kleist üzerinden verilen örneğe uyacak birçok sanatçı vardır. Bütün bunlar dışında, ayrıca Erkin Koray’ın Özel Alman Lisesi mezunu olması dolayısıyla uzaktan da olsa yine Kleist’la arasında bir bağ kuruyorum. İmgesel olarak da olsa bende hep bir çağrışım yapmıştır.

Bu tipe örnek Türkiye’den de çoktur. Bunlardan biri ise yakın zamanda kaybettiğimiz Erkin Koray’dır, Erkin babadır. Ben Erkin Koray’ın yapmış olduğu müziği nedense hep ikinci yeni şiirine benzetmişimdir. İkinci yenideki; o imge yoğunluğu, o bilinçli bilinçsizlik, o anlamı yoran, o şiirselliğin temini için kurulan cümleler, o kelimelerin ihtiva ettiği anlamlı anlamsızlıklar ve daha birçok yönüyle Erkin Koray’ın müziğiyle, besteleriyle arasında paralellikler kurmuşumdur. Şiirden, şiirsellikten ayrı olarak müzik dendiği zaman işin içine giren enstrümanlar ise olayı kanımca bambaşka bir boyuta taşımaktadır.

Erkin Koray üzerine yazılmış başka yazılara, kitaplara baktığım zaman Erkin Koray’ın “Ağır bir mevzu” olduğu herkesin hemfikir olduğu bir tanımdır. Tam bir 68 kuşağı olan Erkin Koray, zaten yapısı itibariyle de sahip olduğu asi ruhu ortaya koyabileceği bir dönemde geçirmiştir ilk gençlik yıllarını. Annesi piyano öğretmeni olan Erkin Koray kararını gitardan yana, ama özellikle elektro gitardan yana verdiği zaman, zaten dünyada çoktan bir değişim başlamıştı. Dünya genelinde Elvis Presley’le başlayıp Beatles’la zirve yapan rock, Türkiye’de Erkin Koray, Cem Karaca ve Barış Manço ile birlikte etkisini göstermeye başlamıştı. (Rock’ı bir müzik türünden çok; bir ruh, bir fikir olarak ele alıyorum burada) Daha sonra ise bu üçlü Anadolu Rock’la anılacaktı. Fakat bakıldığı zaman yine de bu üçlünün dönemsel müzikleri incelendiğinde tam bir tanıma gitmek zor olacaktır diye düşünüyorum. Kanımca üçü de çok da kalıba sığacak sanatçılar değil. Erkin Koray’ın her ne kadar müziği, müziğinin felsefesi üzerine yazmak istesem de ne yazık ki müzik bilgim Erkin Koray’ı yorumlayacak ya da anlayabilecek seviyede değil. Bu yazımda daha çok kendisinin bireysel, psikolojik duruşunu ve beraberinde içerisinde yaşadığı toplumu ele almak suretiyle biraz sosyoloji perspektifinden değerlendirerek kendisini anmak istedim. Birçok ülkeye gitmek suretiyle oraların kültürünü ve insanını anlamak isteyen Erkin Koray Türk insanına çok şey katmıştır. Örneğin hemen hemen her röportajında üzerinde titizlikle durup, belirtmiş olduğu şu sözleri her zaman dikkatimi çekmiştir: “Ben her zaman Türkiye için bir şeyler yapmak istedim, istedik ki ülkemiz biraz daha medenileşsin”.

Başından beri asi ve uyumsuz bir karaktere sahip olan Erkin Koray her zaman aykırılığıyla tanınmıştır. Örneğin Hey dergisinin 1981 tarihli 47. Sayısındaki şu sözleri buna güzel bir örnektir: “Soyunun insanlar…Soyunun… Atın fazlalıklarınızı; atın içinizdeki kötülükleri…. Soyunun.” “Batının insanı garip insan. Eşya bizleri bütün ağırlığı ile eziyor. Eşyalar insanlardan daha kıymetli. Bir elbise giyenden daha güzel, bir otomobil binenden daha cazip, bir ev içindekilerden daha pahalı. Ama bunları yaratan insan…O nasıl o?.. O insandan hiç ses yok.” “İşte bu ölüm. Silahlar ölümün elinde, etrafa siyah ve kırmızı kan fışkırtıyorlar. Bir adam yere yıkılıyor. Kolu yana düşmüş hareketsiz…Sürüler geliyor, sürülere kan kusmak için…Evet niçin diyorum, niçin bu karışıklık…Uzatın dost elinizi bana. Pişman olmayacaksınız…”

John Lennon’la olan birebir ilişkisi, John Lennon’la görüşmesi, kendi gençliğinden yola çıkarak başta müzik yoluyla gelişmiş olsa da onu John Lennon’la görüşmeye sevk eden itici gücün daha çok 68 kuşağının “Barışa Bir Şans Ver” sloganından kaynaklandığını düşünüyorum. Müziğini kesinlikle felsefi bir zeminde ele alıp, işlemiştir. En nihayetinde şarkılarının hepsinde kuru kuru sözlerden ziyade hep bir derinlik bu yüzden göze çarpmaktadır. Yazının başlığını belirlemem de bana fikir vermiş olan “Akrebin Gözleri” parçasıdır. Fakat daha sonra başlığı “Hayat Katarı” parçasından hareketle koymayı tercih ettim. “Estarabim”de ve birçok başka şarkısında da seçmiş olduğu sözcükler ve bu sözcüklerin ihtiva ettiği anlamlar hemen hemen kapalıdır, o kadar da açık değildir. Her şarkısı için geçerli olmasa da çok büyük bir kısmında bu kapalılık her zaman dikkatimi çekmiştir. Ayrıca belli şarkılarında söz ve müziğin birleşmesiyle birlikte diğer şarkılarına kıyasla çok daha büyük bir şiirsellik hissetmişimdir. Buna; Estarabim, Akrebin Gözleri, Ankara Sokakları, Arap Saçı, Fesuphanallah, Hayat Katarı, Çöpçüler, Hayat Katarı gibi parçalarını örnek olarak verebiliriz.

Erkin Koray “Sokaklarda ne ararsın, beni kimden sorarsın” sözüyle bendeki Erkin Koray imajını tamamlamıştır. Elbette bu Erkin Koray imajı onun bütün bir hayatından kesitlerle oluşmuştur. Ve bu sözle bende adeta bir merkezde dürülmüş, tamamlanmıştır. Herkesin Erkin Koray’ının farklı olması ise onun büyük bir sanatçı olmasının alameti farikalarından biridir.

 

 

Savaşlar, hükümetler, din, aç gözlülük ve hatta ülkelerin olmadığı barış ve özgürlük kokan yepyeni bir dünya kuralım.

                                                                                                               John Lennon

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl