Ana Sayfa Litera Kahve Deneyimini İnceleyen Filozof

Kahve Deneyimini İnceleyen Filozof

Kahve Deneyimini İnceleyen Filozof

 

Kahve göründüğünden çok daha derin bir şey mi? David Robson kesinlikle böyle düşünen bir filozofla tanışıyor. İnsan zihnini araştırmak için içeceği kullanmaya çalışan bir filozofla.

Sanki bir odun ateşinin sönmekte olan közlerini içiyor gibiyim. Dumanlı ve kreozotun keskin tadıyla karışık bir koku. Daha fazla konsantre olduğumda, daha keskin bir alt tonu maskeliyor gibi görünen pürüzsüz, yapışkan dokusunu fark ediyorum. Kadife ile kaplanmış bir bıçak gibi.

Hayatımda bir fincan kahveye hiç bu kadar dikkat etmemiştim. Henüz sırlarını kavradığımdan emin değilim. Ama eğer kavrarsam, bana hayattaki bazı büyük sorulara yeni bir bakış açısı sunabileceği söyleniyor.

Bu yolculuktaki rehberim Dublin Trinity College’dan David Berman. Zihnin iç işleyişinin ve duyuların inceliklerini incelemek için uzun saatler harcamış bir filozof. Şimdi dikkatini en sevdiği içeceğe ve kahve fincanımızın dibinde gizleniyor olabilecek derin cevaplara çevirdi. Sonuç, Kahve Tatmanın Felsefesi adlı yeni bir kitap olacak.

Güçlü bir Americano ve açık bir zihinle donanmış olarak ondan bazı düşüncelerinde bana yol göstermesini istiyorum. Bunu takip eden sohbet, iç gözlemin değerlerini ve kahve ve çay içenlerin neden temelde farklı insanlar olduğunu keşfedecek.

Kahve uzmanları kendilerini bu içeceğe adamış olabilirler, ancak bir filozofun bu içeceğin nitelikleri üzerine kafa yorarak zaman harcaması şaşırtıcı görünebilir. Platon ve Hume’u düşünmekle yeterince meşgul olduklarına emin misiniz? Ancak Berman için bu doğal bir adımdı. Berman’ın ilgi alanlarından biri de içsel deneyimin katmanlarını incelemek. Hepimiz dünyayı kelimelerle kavramsallaştırma eğilimindeyiz, ancak Berman ve diğerleri bunun altta yatan hisleri bulanıklaştırabileceğini ve zihnin ince işleyişi hakkında daha iyi içgörüler edinmemizi engelleyebileceğini düşünüyor.

Bu fikir sadece felsefe ile sınırlı değildir. Dil gibi şeylerin gerçekten de algıları değiştirebildiğine dair bazı kanıtlar var. “Yukarıdan aşağıya işlemleme” adı verilen bir olgu bu. Ayrıca farklı duyuların bilincinizi oluşturmak için harmanlanma şekli nörobilimde “zor problem” olarak bilinir.

Dolayısıyla bu katmanları kaldırmak, kendinizi ve iç dünyanızı daha iyi anlamanızı sağlayabilir. “Eğer kahveyi benim kadar ciddiye alıyorsanız -ki bunun gerekli olduğunu düşünmüyorum- o zaman fikir doğrudan deneyime ulaşmaya çalışmaktır” diye açıklıyor. Kahvenin bu arayış için özellikle verimli olduğunu düşünüyor. “Kahve içtiğimizde kafein alıyoruz, zihni uyarıyoruz ve daha keskin bir hale getiriyoruz. Zihinsel olarak halsiz bir durumda değilsiniz. Açıklık ve netlik halindesiniz.”

Bir yudum aldım ve tadını özümsemeye çalıştım. Tatlar senfonisi kesinlikle daha canlı görünüyor. Sanki bir orkestra şefi aniden orkestranın sesini açmış gibi. Aynı zamanda farklı notaları nasıl ayırabildiğimin de farkındayım. Duman, dilimin üzerindeki ipeğin hışırtısı. Beynin bu çok sayıda farklı “qualia“yı (kelimelerin asla tam olarak ifade edemeyeceği öznel deneyim örnekleri) nasıl oluşturduğunu ve bilinçli deneyimimizi nasıl inşa ettiğini düşündüğümde, bu gerçekten de “zor bir problem”.

Ben bu düşünce üzerine iyice kafa yorarken Berman, araştırmasının içeceğe ilişkin anlayışını nasıl şekillendirdiğini açıklıyor. Tüm kahve çeşitleri, tek bir yağdan -kafeolden- gelen ortak bir kaynağı paylaşmaktadır. “Çekirdeğin sadece %0,5 gibi küçük bir bölümünü oluşturuyor” diyor Berman, ancak bu yağ olmadan içeceğin kahve olarak tanımlanması mümkün değildir. Buna karşılık, tek bir “çay özü” olmadığını söylüyor; çay çok çeşitli bileşiklerden oluşur, ancak hiçbiri temel değildir.

Çaycılığa Karşı Kahvecilik

Berman, kahve ve çayın bu nedenle iki farklı felsefi bakış açısını yansıttığını öne sürüyor. Çayın, Doğu’nun tüm varlıkların birbiriyle bağlantılı olduğu kavramını hatırlatarak, birçok farklı tat bileşeninin birbirini tamamlamasıyla ilgili olduğunu söylüyor. Buna karşın kahve, diğer tatlardan ayrı duran tek bir temel bileşen olan kafeol ile tanımlanır. Belki de bu Batı’nın beden ve ruh arasında sınırlar çizme eğilimi için uygun bir metafordur. Böylesine bir yorumla herkesi ikna edemeyeceğimi hissediyorum.

Ancak kahvenin tek bileşeni aldatıcı olabilir. Bir yudum aldığımda, kendine özgü kafeol aromasının dilimi ateşlediğini hissediyorum, ancak bu bir yanılsamadır. Berman nedenini açıklamak için bir yudum daha alırken burnumu tutmamı söylüyor. Elimde kalan tek şey orijinal tadın soluk bir hayaleti oluyor. “İçindeki sürprizlerden biri de bu,” diyor. “Kahvenin tadına baktığınızı sanıyorsunuz ama bir iç gözlem yapma yoluna giderseniz, bunun aslında tat olarak yanlış algılanan bir koku olduğunu fark edersiniz.”

Kahve uzmanlarının size söyleyeceği gibi, bu ana motif baristaların tema etrafında birçok farklı varyasyon oluşturmasını engellemez. Hafif bir kavurma, kahvenin asitlerinin parlamasını sağlayarak “daha parlak” bir kalite verir. Buna karşılık, daha uzun ve koyu bir kavurma, çekirdeğin içinde yeni proteinlerin ve enzimlerin birikmesine yol açar. Bu kimyasallar kahvenin “aroma zenginliğini” oluşturur; daha ağır, daha kıvamlı hissettirebilir ve asidin keskinliğini köreltirler.

Berman, damak tadımızdaki sarkacın on yıllar boyunca ekşi ve açık ya da koyu ve acı arasında gidip geldiğini söylüyor. Endüstriyel olarak üretilen kahvelerin ilk dalgası daha ekşi, daha asidik bir tadı (“gençliğimin konserve süpermarket kahvesi”) tercih etmeden önce, ilk kahveler daha dolu bir şekilde, koyu kavrulmuş türdendi. Daha sonra Starbucks ve Costa gibi kahve zincirleri tarafından sunulan ikinci dalga geldi, bu da daha acı tatlara geri döndü ve üçüncü dalganın zanaatkar dükkanları yine daha asidik ve aromatik bir karışımı tercih etti.

İki aşırı uç arasındaki bu tahterevalli, daha genel olarak insan kişiliği hakkında daha derin bir şeyi gösterebilir, diye düşünüyor. Acı ve aromatik kahve zevkinin temel bir zihinsel “tipi” temsil ettiğinden şüpheleniyor. Ya bir kamptasınızdır ya da diğerinde ve diğerinin bakış açısını anlamakta çok zorlanırsınız. “Kahve tadımında bulduğunuz şey, insanların temel konularda nasıl fikir ayrılığına düştüğünü bir dizi önemli yolla gösteriyor” diyor.

Berman’la yaptığım sohbet bana kesinlikle düşünmek için bolca yiyecek (ya da içecek) verdi. Bardağımdaki son damlaları da boşaltırken, uzun zamandır bir fincan kahveden bu kadar keyif almadığımı fark ettim. Kahvenin felsefeye kattığı değer konusunda ikna olmasanız bile, belki de Berman’ın iç gözlem ve tefekkürün değeri konusunda haklı olduğu bir nokta vardır. İçsel deneyimlerimizi araştırmak ve zihnimizi duyularımıza açmak söz konusu olduğunda, hepimiz zaman zaman uyanıp kahvenin kokusunu alsak iyi olur.

*Bu Yazı BBC Future dergisinden çevrilmiştir.

 Çeviren: Ali Tacar

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl