Yeni sanat sezonuna yeni normal ile girdik.”

Bu basit görünen cümlede garip bir şeyler var. Cümle, acaba yeni normal için fazlasıyla mı normal! Yoksa anormal bir cümle mi? Eğer yeni bir normalde isek, yeni normal bir cümle nasıl kurulur? Eski ya da yeni normallerin gramerleri, sentaksları, semantiği nasıl bir düzene sokulur? İçeriğine mi dikkat etmemiz gerekir yoksa biçimine mi daha çok bu durumda cümlenin, hangisi daha önem arz ediyor?

Peki, cümlenin diğer ögesi “yeni sanat sezonu” için ne demeli? Sanat sezonu… Fransızların dediği gibi, voilà… Kapital akışların mekaniğinin kültürel kodlara dönüştürdüğü foucaultcu anlamda iktidar ilişkilerinin bir tür hakikat söylemi olarak dile gelişinden başka bir şey olmayan amerikanvari show bussiness tadında profesyonel dilin terimi: sanat sezonu. Soru burada basit: sanatın sezonu olur mu? Hele yeni bir normalden söz ediyorsak… Ve asıl soru da şu aslında:

Türkiye sanat alanı çalışmalarında, şu sıra, gerçekten yeni normalden, yeni bir normalden söz edebiliyor muyuz?

Pek öyle görünmüyor. Neden? Gördüğümüz kadarıyla;

  • Sanat kurumları ve sanatı destekleyen kurumların bir acil durum ya da kriz planlarının olmadığını gördük.

  • Sanat kurumları arasında güçlü ve kapsayıcı işbirliklerinin yapılamadığını gördük. [O kurumlardan birinin başındaki bir isim başka kurum yetkilileriyle bir whatsupp grubu kurmuş olduklarını ifade etmişti. Ne büyük gelişme!]

  • Kriz sürecinde sanatın kendine ya da topluma dönük kolektif hiçbir projenin hayata geçirilmediğini gördük. [Kurumlardan bağımsız birkaç bireysel ya da anonim başarılı ya da yarı başarılı girişim dışında.]

  • Şimdiye dek geliştirilmiş bir teknolojik alt yapının olmadığını gördük, süreç boyunca bunun için çözüm odaklı hiçbir girişimlerinin olmadığını da gördük.

  • Sanat ve kültür üretimine pek katkısı olmayacak bütünüyle vitrin için kurulmuş üstelik tartışmalı kurullar ve vitrin projeler gördük.

  • Bazı kurumların oluşturdukları covid sürecine destek programlarının ise nedense proje belirlemelerinde pek sürece odaklanmadıklarını gördük ve bunların neye odaklanmış olduklarını pek anlamadık.

Yeni normal sanat alanında bir kez daha mevcut yapı ve işleyişin sorgulanmasını doğurdu ama şimdiye dek henüz hiçbir yapısal değişim yaşanmadı. Yapı kurmak cümle kurmaktır ve henüz biçimsel ve içeriksel olarak yeni cümleler kurulmaya başlanmadığı açık. Sanat alanında genel olarak gramerin değişmesine ihtiyaç olduğu açık ama yeni normalde, en azından ilk adımda eski gramer üzerinden yeni sentaks ile yol alınmalıydı. Görünüyor ki öyle olmadı.

Genel olarak sanat alanının kendini bir “sezon” olmaktan çıkarıp kültür üretiminin gerçek anlamda merkezine yerleştirerek yaratıcı endüstriler ekonomisinin sahip olduğu potansiyeli ortaya çıkarması ve yapılandırarak işler hale getirmesi gerekiyor. Çünkü sanat yaratıcı endüstrilerin merkezinde yer alır. Fakat kurumlar bundan çok uzaklar, bırakın altyapı geliştirme girişimleri, kapsamlı iş birlikleriyle sanatın kendine ya da topluma dönük projeler üretimi pandemi sürecine odaklı bir sergi bile göremiyoruz. Mevcut açılan sergiler içerisinde bir tek “Acı Reçete #02” sergisi böyle bir kaygıyla oluşturulmuş bir sergi olarak karşımıza çıkıyor. Kurumlar henüz zoom üzerinden söyleşi düzenlemenin ötesine gidemediler. Halbuki doğru kullanılan küçük bütçelerle bile altyapı kurmaktan destek sistemleri geliştirmeye, farklı sergileme biçimleri geliştirmekten sanat merkezli sosyal sorumluluk projeleri geliştirmeye yapılabileceklerin sınırı yok.

Sergilere gelirsek…

İlkin, sergilerde genel olarak, ne sergilenme biçimlerinde ne de sergi içeriklerinde yeni normal gündeminin olmadığını gözlemliyoruz. Sergilere girerken ölçülen ateş, yüzlerde duran maske ve galeri mekanında duran dezenfektanlar dışında. Bir de sergi açılış saatleri tüm güne yayılmış. Bunun dışında her şey “normal”.

Bir tek yukarıda da değindiğimiz gibi :metalKLİNİK’in Necmi Sönmez küratörlüğündeki “Acı Reçete #02” sergisi hem pandemi odaklı içeriği hem de sergilenme biçimiyle diğer müze ve galeri sergilerinden farklı bir konumda yer almış. Mayıs-Haziran aylarında Belgrad Çağdaş Sanat müzesinde birinci versiyonu gerçekleşmiş sergi 31 ocağa kadar Borusan Perili Köşk binasında olacak ve sergi borusancontemporary.com, Borusan sosyal medya hesapları üzerinden ve İstiklal Caddesinde borusan müzik evindeki ekranlardan izlenebiliyor. Puff out isimli yerleştirme 8 adet temizlik robotunun sergi salonunda yer alan renkli simler üzerinde gezinerek desenler oluşturmalarına dayanıyor. Sergi aynı anda birkaç boyutlu olarak içinde bulunduğumuz durumun metaforunu geliştiriyor. Gerçek ve sibernetik alanların kesişim ve ayrılma noktaları üzerine bizim ve makinelerin konumlanışını covid-19 virüsünün daha da belirginleştirdiği biçimiyle vurgulayarak bir yönden hüzünlü, ironik ve çarpıcı diğer yönden renkli, yaratıcı ve dinamik olarak ortaya çıkarıyor.

:metalKLİNİK

Serginin hem ziyarete kapalı bir müze-galeri sergisi hem de dijital alan sergisi olması ve bunun üzerine kurulu sanal ve gerçek alan arasında interaktif bir ilişki yaratmış olması sergiyi mevcut olağanüstü hal durumunda oldukça ön plana çıkarıyor. Eğer bu sergiyi ilkin bir dijital sergi kategorisinde değerlendirirsek pandemi sürecinde gerçekleştirilen diğer dijital sergilerden de söz edersek PG Art Galeri’nin Ahmet Rüstem Ekici tarafından tasarlanan Hakan Sorar’ın üç boyutlu çevrimiçi sergisi Through the Skin, yine Ekici’nin üç boyutlu olarak kendisi sergisi olarak tasarladığı “Başka Bir Arkeoloji” sergisi ve bir yeni medya girişimi olan Decol’un metaspace.decol.tv projesi kapsamında Nebi Cihan Çetinkaya kürasyonunda 18 sanatçıyla gerçekleşen 3 boyutlu dijital alan sergisi SİMULAKRA sergisi, yine 50’ye yakın fotoğraf sanatçısıyla gerçektirdiği İzole projesi ve son olarak İstanbul dışından Batman ve Diyarbakır merkezli, Batman Art Laboratory kapsamında özellikle covid sürecinde evde kalma durumuna odaklı Seçkin Aydın’ın küratörlüğünü gerçekleştirdiği Evin Halleri: EV/İ/E/DE/DEN sergisi dikkat çeken dijital alan sergileri olarak görmekteyiz.

Müze ve galeri sergilerine baktığımızda ise ve yeni normal sürecini bir kenara bırakırsak Arter’de Melih Fereli küratörlüğünde Arter koleksiyon sergileri Dinleyen Gözler İçin ve Yağmur Ormanı V (varyasyon 3) ön planda. Sergiler dingin bir ritimle görünenin müziğini ya da müziğin görüntüsünü açığa çıkarma gibi bir amaç taşıyorlar. Görsel olanda diğer duyuların keşfine çıkmanın daima içinde taşıdığı gizemle büyüyen şiirsel bir yan vardır. Melih Fereli de böyle bir şiirin keşfine çıkıp onu yansıtmak istemiş. Göz dolduran sergilerden bir diğeri yine Necmi Sönmez küratörlüğünde Ferda Art Platform’da Murat Germen’in Overflow sergisi, sergide kamusal alanın yapı olarak keskin geometrisi ve bunun içinde ise döngüsel akışlarda insanın çember geometrisinin alanları üzerine kurulmuş zaman zaman aynalarla sabitlenmesi mümkün olan yüz haritalarını yansıtan bir sergi. İzleyici de sergiyi gezerken yer yer aynalarla bu kurguya dahil olup harita üzerinde konumlanmış oluyor. Yine Ferda Art Platformunda yer alan diğer sergi olan Selen Tokgöz’ün insan ve doğa arasında geçişleri ve geçişsizlikleri gündeme getirdiği, naif ve yer yer doğaya karşı adaletsizliğe bir kızgınlıkla donanmış Geçitsiz Geçit heykel sergisi de dikkat çekici.

Nadide Akdeniz

Kasa Galeride Derya Yücel küratörlüğünde Nadide Akdeniz’in Büyük Yeşil Dünya’nın Büyücüsü sergisi, düzeni ve izleyiciyi kapsamı bakımından dingin ama içerisinde resimlerin tek tek ifadelerinde ve bütünsel kurgularının arka planında hareketli ve içinde ateş barındıran bir gizeminin yer aldığı bir sergi. Anna Laudel Galeri’de Mehmet Sinan Kuran’ın Posthumous sergisi kara mizahın güçlü öğelerini taşıyan bir sürreal sergi. Mixer Galeri’de Ahu Akgün’ün Sebeb-i Ziyaret sergisi yalın bir realizmle yine dikkat çeken bir sergi. X-İst Galerideki Merhamet sergisinde Hüseyin Arıcı, öne çıkardığı öğelerde ve üslubunda küçük değişimlere doğru gitmekte izlenimi veriyor, önceki sergilerine göre daha durağan görünmesine rağmen bazı yönlerden daha derinlikli görünüyor. Sanatorium’da Sergen Şehitoğlunun Çakıl Taşları sergisine ayrıca parantez açmak gerekiyor: Sergi her ne kadar sunuluşu bakımından kendini “soyut” kavramsal sanat kategorisine yerleştirip sanatın özünden uzaklaşma hakkını kendine tanıyarak sanat yapma pratiğini ileri sürmüşse de böyle bir pratik okunu daha doğru bir şiddette ve doğru yöne atmalı.

Mehmet Sinan Kuran

Çünkü sanat her ne olursa olsun duyumsamanın ve tekniğin alanıdır, salt kavramların değil, en kavramsal olduğu anda bile. Parantez açılması gereken diğer iki sergi ise küratörlüğünü Kevser Güler’i yaptığı Arter’de Gökcisimleri Üzerine ve Yapı Kredi Sanat’da Meydan sergileri, ilk sergide ne kadar ararsanız arayın bağlamı, ya da herhangi bir bağlam bulamıyorsunuz, diğerinde ise bağlamın kapladığı geniş alanda sergiyi. Bağlamsız sergi tek tek işleri göstermek yerine onları kaosta görünmez kılar, sergisiz bağlam ise işlerin var oluş nedenlerine saldırarak onları anlam âleminin ve özgün estetiğin dışına atar. Bununla birlikte, sergilere bağlam bulmak ya da onlara kavramsal derinlik katmak – hele küratörlü sergilerde – sanat eleştirmenlerin işi olmaktan çıkarılmalı. Son olarak Depo’da Sarah Maske küratörlüğündeki Kum Fırtınası sergisi çok sayıda iyi işlerin yer almasına ve bir küratöryel kurgunun işlemesine rağmen birkaç hem işin kendi hem de küratöryel kurgu bağlamında anlam verilmesi güç işin de yer aldığı bir sergi.

TEILEN
Önceki İçerikFırtınadan Önce
Sonraki İçerikİZMİR’DE FANZİN APARTMANI VE BİR SOSYALBİLİNÇ HAREKETİ
1986 yılında Batman’da doğdu. 2011 yılında Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi bölümünde lisansını tamamladıktan sonra 2013 yılında Paris VIII Vincennes - Saint-Denis Üniversitesi’de Çağdaş Felsefe ve Kültür Eleştirileri bölümünde “Gilles Deleuze’de azınlık kavramı ve çokkültürlülük politikaları” başlıklı tezini vererek yüksek lisansını tamamladı. 2014 yılından beri Fransızca ve İngilizceden freelance çeviriler yapmakta ve sanat üzerine yazılar yazmaktadır.