Artık siz bir oturun bakalım, şimdi biz size bir şeyler anlatacağız.”

Miguel Ángel Asturias

[Nobel Ödüllü Guatemalalı yazarın, Fransız meslektaşlarına söylediği söz.]

 

Miguel Ángel Asturias’tan yukarıda kullandığım bu epigrafı, birazdan okuyacağınız yazının sadece duygusal alanını açıkladığı için kullanmadım. Onun için biraz kestirme bir yoldan gideceğim. Çünkü yazarın kitabının üslubu da öyle; kestirmeden gitmek. O zaman; kısasa, kısas! Başlayayım. Mevzum; Cumhuriyet gazetesinde üç günlük bir yazı dizisi sonrasında çıkan bir kitap. Adı: Yüreği Yüzünden Güzel Tarık Akan “İki Yaşadım”.* Yazarı, Mustafa Balbay.

Sayın Balbay, kitabınızı okudum. Kıymetli zamanımı, kitabınıza ayırdığım için de mutsuz oldum. Kitabınızdaki Tarık Akan’ın oynadığı filmlerin çoğunun senaristinden söz etmiyorsunuz. Sözü edilen birçok filmin yönetmeninin adı da yok, eser isimleri italik değil .  Kitabınızdan örnek vereyim isterseniz sayfa 42; Baraj filmi. Hatırlatayım, o filmin Yönetmeni Orhan Aksoy’dur. Yine aynı sayfada şunları yazıyorsunuz; “… Baraj’dan sonra Gülşen Bubikoğlu,ile Bizim Kız, Müjde Ar’la Nehir, Hale Soygazi ile Sevgili Dayım, Perihan Savaş’la Şeref Sözü filmleri oldu.” Bu çekilen filmlerin senaristi ve yönetmeni yok mu Sayın Balbay? Ne kadar büyük bir haksızlık yapıyorsunuz farkında mısınız? Şundan eminim, Tarık Akan da bu yaptığınız haksızlığa karşı çıkardı. Kitabınız, burada sınıfta kaldı. Devam ediyorum; konumuz, Tarık Akan gibi bir kıymetli aktör ve özel bir aktör değil. Konu, yazdığınız kitabınız. Dolayısıyla, sizsiniz. Buradan devam ediyorum.

 

Öncelikle kitabınızdaki onlarca değil, yüzlerce yanlış bilgi, akademik çalışmalarda son derece büyük bir bilgi kirliliğine yol açacak. Ayrıca, asıl konumuz şu; kitabınızda Yavuz Özkan’a yaptığınız büyük bir haksızlık ve dolayısıyla saygısızlık var. Buradan başlayalım; adaletsizliğiniz, haksızlığınızdan kaynaklanan bilgi kirliliğinden. Kıymet bilmeden değer kazanamayız Mustafa Balbay Bey. Değersiz olursak, hayatımız derinleşmez. Biliyor musunuz bu kelimeleri yazarken bile ellerim titriyor? Sizce neden? Yaratmış olduğunuz haksızlıktan,  bilgi kirliliğinden olabilir mi? Olabilir değil, sayenizde oldu. .     

Mustafa Bey, günlük köşe yazılarınızda haksızlık, sizin en çok itiraz ettiğiniz bir duygu değil mi? Bakınız, şöyle düşünelim; sizin bir eseriniz, aslında başka birine aitmiş. Siz, buna itiraz etmez misiniz? Edersiniz, gündelik politika yazılarınızdan, sözünü ettiğiniz o ‘adaletsizlik’ nefesinizi okuyoruz/görüyoruz. Kitabınızın içinde bulunduğumuz durum ve manzara tam da budur. Tekrar ifade etmem gerekirse; bu neye benziyor biliyor musunuz Sayın Mustafa Balbay Bey? Şuna benziyor; eser sahibi olduğunuz bir kitabın yazarının aslında sizin olmadığınızı -benim- iddia etmeme benziyor. Saçma bir iddia olur bu değil mi? Evet saçma.  Ama bu saçmalığı sizin yazdığınız kitap yarattı. Sizce de, tuhaf bir durum değil mi bu?  

Kitabınızın 46. sayfasında şunları yazıyorsunuz; “1978’in asıl olayı ise Maden filmiydi. Yavuz Özkan, Ankara Yürüyüşü’yle derinleşen dostluğun verdiği yakınlıkla bir gün Tarık Akan’ın önüne bir senaryo koydu.” Hepimiz biliyoruz ki o senaryo, Maden filmiydi. Yine aynı sayfada, “Bu film için Tarık Akan ve Arif Keskiner bir şirket kurdular, Maden Film” diye yazıyorsunuz.  İnternette, Yavuz Özkan diye yazsanız karşınıza kurucusu olduğu, Z-1 Film Atölyesi çıkar. Bu bilgi üzerinden zahmet edip Yavuz Özkan’ın yapımcısı, ortağı ve yoldaşı Aycan Çetin’e ulaşıp aramış olsaydınız, size filmin yapımcısı ve filmin sahibinin kim olduğunu belgeleriyle paylaşırdı. 1978 Resmi belgesinde; Maden filminin başvuru sahibi, filmin yapımcısı, senaristi ve yönetmeni  Yavuz Özkan olarak geçer. Bu yeter mi? Belki yeterdi ama benim açımdan yetmez.

Bitmedi, bir sorun daha var Sayın Mustafa Balbay. O da kitabınızın 43. sayfasında tarafınızdan şöyle ifade ediliyor; “… İşte böyle bir ortamda Yeşilçam’ın tüm sanatçıları Beyoğlu’nda bir araya geldi. En başta Tarık Akan, Cüneyt Arkın, Fatma Girik, Vedat Türkali, Arif Keskiner, Yavuz Özkan, Meral Orhonsay, Hale Soygazi, Hakan Balamir, Semra Özdamar olmak üzere onlarca sanatçı, “Bir şey yapmalı” hedefiyle bir araya geldi.” Yönetmen Deniz Yeşil’in, Yollara Düştük/We Hit The Road [2014] tarihinde o yürüyüşü anlatan bir belgesel filmi var. Youtube kanalında bulup izleyebilirsiniz. Orada 11.05 dakikada, Arif Keskiner’in şu ifadesini görürsünüz; “Yavuz diyor ki, Ankara’ya yürüyelim.” Arif Keskiner’in; “Yavuz” dediği, Yavuz Özkan’dır. Ama kitabınızda, bu yürüyüşün fikir öncüsü Yavuz Özkan olduğuna dair hiçbir bilgi de yok. Kaldı ki yine o belgesel filmde, Tarık Akan’ın şöyle bir ifadesi var; “Yavuz’la karar aldık. Dedik ki, Hoca’ya gidelim.” Hoca da, Vedat Türkali. Şimdi kitabınızdaki bu haksızlığınızı, bu bilgi kirliliğini nereye koymalıyız Sayın Balbay? Ayrıca şu da var; Kitle Yayıncılık, Ankara’da bir yayınevidir. 2000 yılında yayınladığı Türk Sinemasında Sansür kitabında, Yavuz Özkan şunları söylüyor; “Sansür konusunda sinemanın en etkili eylemi 1977’deki Ankara Yürüyüşü’dür. Yürüyüş 1976’da çıkardığım “Yeni Türk Sineması” isimli dergi bünyesinde örgütlendi. Sonra bütün sinemacıların katıldığı Ankara Yürüyüşü gerçekleşti.”  43. sayfada yazdığınız gibi, “Toplantıda bir ses yükseldi: Yürüyelim.” O yürüyüşün, bir yıl önce bunun altyapısı hazırlanmaya başlamıştı bunu biliyor musunuz?” Bilmezsiniz. Bilmediğiniz bir konuyu daha söyleyeyim, Z1 Film Atölyesi’nin arşivindeki bilgilerde, yürüyüşün finansmanı Maden filminin ön satışlarından karşılanmıştır. 

İzninizle devam ediyorum Sayın Balbay; “Türk Sinemasında Sansür kitabında yönetmenim Yavuz Özkan şunları söylüyor;  “1978 yılında sansürü protesto etmek için Maden filmini sansürsüz Emek Sinemasında gösterdim. Antalya Film Festivalinde filmlerin sansürsüz gösterilmesi için çalışmalar yaptık. Sansür heyeti Antalya’ya geldi. Filmin bazı yerlerinin kesilerek gösterilmesine karar verdi. O zaman sansür heyeti, kesilmeli diye düşündükleri bölümleri kopyaların içinden kendileri çıkarıyorlardı. Büyük tepki gördüler, kestikleri parçaları geri verdiler. Film festivalde kesintisiz gösterildi. Festival sonrasında Danıştay’a başvurdum. Yürütmeyi durdurma kararı aldırarak sinemalarda kesintisiz gösterilmesini sağladım.”

Yukarıda sözünü ettiğim, bilgi kirliliği siz yarattınız Sayın Mustafa Balbay. Kitabınızdaki bu bilgi kirliliği, üniversitelerin ilgili bölümlerinde yapılacak olan tezlere, sayenizde geçecek. Bu, Yavuz Özkan’a yapılmış büyük bir ama çok büyük bir haksızlık. Hayatınız boyunca yazdıklarınızdan; haksızlık, adaletsizliğe karşı çıkan Mustafa Balbay’a yakışıyor mu bu şimdi? Bu mu, Tarık Akan’ın hayatının toplamı olan kitap?

Kitabınızda onlarca demeyeceğim, yüzlerce yanlış bilgi, tashih yanlışlığı da var. İyi bir editörle çalışmamışsınız. Tarık Akan’a da haksızlığınız had safhada ama söylediğim gibi konumuz bu değil.  

Yavuz Özkan’ın, Yengeç Sepeti filminde, Şahika Tekand’la Sadri Alışık’ın bulunduğu göl kenarında iskelenin üstünde bir sahne vardır Sayın Mustafa Balbay. O sahnede, kadın babasına yaşadığı çaresizliği anlatırken insanın yüreğini söken o cümleyi söyler; “Yaşadıklarımızın toplamı bu mu?” Babanın söylediği, o kıymetli yanıtı yazmayacağım. İşte, o iskeledeki diyaloglar hayatı büyük mücadelelerle geçmiş devrimci, sanatçı ve yaratıcı Yavuz Özkan’ın diyaloglarıdır. Siz, bu büyük onurlu mücadeleyi tanımadınız. Ben, tanıdım ve tanığıyım. Tanımış olmaktan, her zaman büyük bir onur ve gurur duydum. Yavuz Özkan’ın, bıraktığı kültürel mirasa, bilginiz olmadığı için düşündüğüm bu haksızlığı yapmanız tarafımdan affedilir bir yerde durmuyor, durmayacak da. Türk sinemasına dair konuştuğum her yerde, tarafınızdan yarattığınız bu bilgi kirliliğini konuşacağım. Buyurun buna engel olun olabilirsiniz. Olamazsınız çünkü öyle bir tanıklığınız yok. Tanıklığınız olmadığı yerden atıp, tutmayın. Bilgi kirliliğine yol açmayınız. Yarattığınız bu bilgi kirliliğinin önüne de şöyle geçeceğim; bütün ilgili Sinema-TV Bölümlerinin ilgili bölüm başkanlarına tek tek mektup yazıp, kitabınızdaki bilgi kirliliğini ve filmin hak sahibi olan Yavuz Özkan’ın belgesini iliştirip göndereceğim

Yavuz Özkan, biliyorum -yaşasaydı- bu yazdıklarıma izin bile vermezdi. “Boş ver” derdi. O derece vakur, anlayışlı, hayatı iyi okuyan büyük bir mücadele insanıydı. Keşke tanısaydınız Sayın Balbay? Yavuz Özkan, yönetmenimdir, üzerimde hakkı vardır. O hak üzerine de söz, söyletmem. Kim olursa olsun, Yavuz Özkan üzerine ‘söz’ söyletmem. Söyletmeyeceğim de.  

Benim, kim olduğumu merak ederseniz söyleyeyim; kendimi hala, Yavuz Özkan’ın, bir asistanı gibi hissediyorum. O duygudan bir toz zerresi kadar sapmayacağım. Tanığıyım. Yeter mi? Kitabınızda yazdıklarınız, gözümü kirletti. Şunu biliniz lütfen; benim gözümün kirlenmesi önemli değil, Yavuz Özkan konusunda yapılacak akademik çalışmalarda yarattığınız bilgi kirliliğine yol açtınız. Önemli olan bu. Bunu da bilin. 

Başa dönelim; Miguel Ángel Asturias epigrafında ne diyordu Sayın Balbay? “Artık siz bir oturun bakalım, şimdi biz size bir şeyler anlatacağız.” 

Anladınız mı, söyledikleri mi?

Kişisel Not: Yazıma yaptığı bilgi katkıları için Yavuz Özkan’la birlikte Z-1 Film Atölyesi kurucu ortağı ve yapımcısı olan Aycan Çetin’e teşekkür ederim.