Ana Sayfa Kritik Salvador Dali: Ölmek İçin Yaşamsal Bir Dürtü Bağışlayanın Hikayesi

Salvador Dali: Ölmek İçin Yaşamsal Bir Dürtü Bağışlayanın Hikayesi

Salvador Dali: Ölmek İçin Yaşamsal Bir Dürtü Bağışlayanın Hikayesi

Dali gerçeküstünün göğünden sefil gerçekliğimize akan kuyruklu bir yıldızı andırıyordu.

“Doğruluk” duygusu onun tüm yapıtında izi sürülebilen bir laytmotifti.

Resmi, eleştirel, istilacı alegorik aygıtların iletinin zarafetini doruğa taşıdığı, dolaylı ifadenin önemli olduğu bir stile dayanıyordu.

Özellikle “Yanan Zürafa” tablosu, devam eden iç savaşla ilgili hem bilinçdışının hem kanlı gerçekliğin tüm izlenimlerinin tuvale boca edildiği, gecemizin karanlığını delen bir yapıt olma özelliği taşıyor.

Sanatçının tuvalinde rüya atı bulutların üzerinde dörtnala koşmak yerine arka planda yanadursun, sırtlarından çıkıntı yapan fallik unsurlara sahip kadınsı figürler savaşın ruhunun delici atmosferini tasvir etti.

Onun tablolarında neo romantiklerin ılık kalplerini ve sağduyulu ellerini görmek yerine, gökyüzüne doğrultulmuş ellerin şikâyeti bulunur.

Dali’nin ölüm, sanat, beden, ruh, işkence, barbarlık ve medeniyetin sefaleti üzerine düşünceleri, zamanın ruhunun çağrısını kışkırtıp tuvali gerçeküstünün gösterisi için “wide eyes shut”tan dev bir ekrana dönüştürdü.

Çivi ve kan tasvirinin tablodan çıkarılmış olmasına rağmen “Christ of Saint John Cross” tablosu, kanlı çağa dair bakış açınızı değiştirmeye yönelik avangart bir davet, usturayla kesilen bir gözün şiddetli görüntüsünü tuvale aktaran bir yapıt olma özelliği taşıyor.

Katalan sanatçı felsefesini, kendisini karakterize eden çılgın bir kibirle tablolarına yansıttı.

Dali, kötülükten iyiye, delilikten düzene bir dönüşüm gerçekleştirirken, deliliğini bile çağdaşlarına kabul ettirmeyi başarmış bir sanatçıydı.

Gotik bir çılgınlığı imleyen bıyıkları, bunaltıcı, sislere batmış, felaket tellalı ve iç karartıcı Wagner müziğinin Nietzsche’ci yatay tasarımı olmaktan ziyade, bir mistisizmi çağrıştırırcasına gökyüzüne bakan, ince, yer yer emperyalist, aşırı rasyonalist ve dikey hiyerarşileriyle İspanyol sendikaları gibi yukarıya doğru kıvrıktı.

Tanrının ölümünü Nietzsche’den yeni öğrenmiş birinin bu ölümü tuvale yansıtma serüveni, faşist botların Avrupa’yı çiğnediği bir karabasanın arka planında gerçekleşti.

Kısacası yapıtı, kronolojik zamanı içsel dünyanın derinliklerine itip bastıran, sözde “mesihçi zaman” üzerine eleştirel bir tefekkürü somutlaştırıyor.

Yönetmen Quentin Dupieux bu kavramsal karakteri yeni filmi “Daaaaaalí”de yeniden canlandırdı. Dupieux, zamanın ruhuna dair sezgisel gücü olağan üstü kertede güçlü olan, iletişimci Salvador Dalí’ye ve yeteneğine, prestijli oyuncu kadrosu, ritmi ve bolca mizah anlayışıyla derinlik katmaya çalıştı.

Patlayıcı bir kadro tarafından beyaz perdeye taşınan bu şen şakrak komedinin ilk keşfini dün gerçekleştirme olanağı buldum.

Dupieux’nün filmi Dalí’nin, tek bir oyuncu tarafından canlandırılamayacak kadar karmaşık bir kişilik olduğunu ortaya koyuyor.

Dupieux Dali’nin çılgınlığını düzene koyup beyazperdeye taşımak için beş aktörü sahneye sürüyor.

Dupieux’nün filminin zorluğu onun bir biyografi filmi olmamasından kaynaklanıyor. Dupieux filminde biyografik bir doğruluk ve psikolojik bir keşif arayışında olmanın aksine, Dali’nyan figürleri sahneye sürerek kurmaca bir hikâye kotarmaya çalıştı.

Basitçe başlayan ve en güzel “imbroglio”larda devam eden hikâyenin sisli akışı, Dalí’nin deliliğine felsefi bir derinlik katma amacı taşıyor.

Filmde acemi bir gazeteciyi canlandıran Judith (Anaïs Demoustier), sürrealist resmin çılgın ustasıyla bir randevu almayı başarsa da, röportaj asla gerçek anlamda sonuç vermiyor. Zekice tekrarlanan bu başarısızlık, abartılı, ekstravagant senaryonun çerçevesini oluşturuyor.

Kronolojiyi ve mantığı altüst eden baş döndürücü bir “mise en abime” (uçurumsal) ve döngüler dizisi içinde “Eleştirel-Paranoyak” yöntemi benimseyen bir sahneleme konseptiyle Dupieux sekansları, Thomas Bangalter tarafından bestelenen karşı konulmaz bir gitar ritmiyle âdeta bir füzyona sokuyor.

Bu konsept, “mantıksız ama tutarlı” olanı estetik bir çerçevenin içine taşıyadursun, sanrısal fenomenlerin yorumlayıcı-eleştirel birlikteliğine dayanıyor.

Eleştirel-Paranoid etkinlik, sürrealist fenomenleri ve görüntüleri izole edip ayrı ayrı ele almak yerine onları, tutarlı bir dizi sistematik ve anlamlı ilişkiler bütünü içinde irdeliyor.

Dupieux’nün eleştirel-paranoyak yöntemi, hayal dünyası ve somut mantıksızlığın, fenomenal gerçekliğin dış dünyası ile aynı nesnel kanıta, aynı içeriksel kıvama ve sağlamlığa, aynı ikna edici hacme ve aynı bilişsel ve iletişimsel yetiye sahip olduğunu gösterdi.

Çünkü önemli olan şey, “somut irrasyonel özne”nin ne iletmek istediğini perdeye aktarma meselesiydi.

Aynı sahnede farklı oyuncular, değişik plan çekimleri sayesinde Dalí protagonistine anlam katıyor. Sekansların ardıllığı boyunca Marmaï, Jonathan Cohen’i, Cohen Édouard Baer’i izleyerek rol icra ederken, kahramanın çok katmanlı kişiliğini perdeye aktarmayı başarıyorlar.

Bu temsil şekli Dalí “karakterinin” ne kadar “uydurma ve yapay” olduğunu vurgularken, şöhretinin etrafa saçtığı gizemin, sanatsal yeteneğinden belki de daha az değerli olduğunu göstermeye çalıştı.

Onun bir müzayede salonunda çok yüksek bir fiyata satılan ve nereden bulunduğu bilinmeyen bir kabuğa, gözünü kırpmadan, ironik bir şekilde imza attığını gösteren sahne, kurgusal karakterden ziyade, olağanüstü iletişimci bir medya figürünü öne çıkarıyor.

“Biz araçlarımızı şekillendirirken onlar da sırayla bizi şekillendirir” mottosu üzerinden Quentin Dupieux filminde, mizahi bir şekilde yansıtılan, egoist Dalí için video ve kameraların dönüştürücü gücünü kullandı.

Nitekim çok “büyük kameralar”, karakteri olağanüstü bir şekilde resmedenin sanatında ve tarzında aracın önceliğine vurgu yapan araçlar olarak sete sürüldü.

Çünkü önemli olan ne iletmek istediğimizdi. Bu sayede, oldukça ikna edici bir öforinin dev ekranın en küçük pikseline bile yedirildiği fark ediliyor.

Yalnızlık çeken kahramanımız, umutsuzluktan sıyrılmak istercesine, gözlerini kapatıyor, fakat buna rağmen tam bir nihai karanlık oluşmuyor.

Binlerce nokta göz kapaklarının arkasında parıldayarak dünyanın sözde ışıltılı mücevher taşlarının yalanını yansıtmayı sürdürüyor.

“Bu aldatıcı parıltılar mı, yoksa karanlık mı insanı uyandırır?”, filmi izledikten sonra bu soruya siz yanıt verin.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl