Ana Sayfa Kritik “SONSUZLUK”, EVRENİN DÖNGÜSEL DİYALEKTİĞİ MİDİR?

“SONSUZLUK”, EVRENİN DÖNGÜSEL DİYALEKTİĞİ MİDİR?

“SONSUZLUK”, EVRENİN DÖNGÜSEL DİYALEKTİĞİ MİDİR?

Hayat, herkesin farklı tanımlamalar ile ifade edebileceği görece bir varoluştur. İnsan hayatının varoluşunun farklı amaçları olabilir. Örneğin; Platon, hayatın asıl amacının bilginin en yüksek şekline ulaşmak olduğunu vurgularken Aristo ise hayatın asıl amacının, “iyi insan olmak” hedefine ulaşmayı içerdiğini ve etik değerleri vurgulamaktadır.

Hayatımızın insan aklı ile algılanabilen, gözlemlenebilir somut varlığı anne karnında başlamaktadır. Peki bu varlığımız, sadece üzerine doğduğumuz ve yaşadığımız dünyadaki maddesel varlığımız ve ölümümüz arasında geçen süreyi mi kapsamaktadır yoksa öldükten sonra da madde ötesi bir dönüşüm süreci ile varlığımız farklı boyutlarda devam ediyor olabilir mi? İnsanın zihnindeki sonsuz kavramı, insanın kendisi için de geçerli midir?

Gözlemlenebilir somut dönüşüm sürecimiz, anne karnında başlıyor ise ve bu dönüşüm sürecimizi tamamladığımızda dünyaya doğuyor isek, anne karnındaki varlık sürecimiz, aynı zamanda dünyada henüz olmadığımız yokluk sürecimiz değil midir? Dünyaya doğuşumuz, anne karnındaki yaşamımızın sona ermesi ile bir nevi anne karnında ölümümüz ve dünyadaki yaşamımızın başlaması olarak düşünülebilir mi? Yani anne karnında başlayan, henüz bilinçlenmemiş hayatımızın dönüşüm süreci, dünyadaki yeni, başka bir yaşama geçmemizle devam etmektedir. Bu şekilde bir yaklaşımla düşündüğümüzde, “Varlık ve yokluk eş zamanlı belirmektedir ve bu durum da, ‘diyalektik’ kavramını akıllara getirmektedir.” diyebilir miyiz?

Diyalektik dediğimiz kavram, bir şeyin aynı zamanda karşıtını içermesidir. İnsanın özünde, dünyanın ve evrenin de özünde mevcut olan kusursuz bir diyalektik yok mudur? Örneğin, insanın duygu ve akıl karşıtlığı, fiziksel olarak örnek vermek gerekirse; temiz kan-kirli kan, atardamar-toplardamar v.b. karşıtlıklar ve hatta kadın-erkek karşıtlığı, diyalektiğin birer yansımaları olabilir mi?

İnsanın yapısında bulunan bu karşıtlık/diyalektik, dünyanın yapısında da mevcut değil midir?  Kaynaklar, BigBang’in ilk anında, birbirine zıt olan iki güçten söz etmektedir. Bu iki güçten biri; patlamanın gücü, diğeri de patlamaya direnen, maddeyi yeniden bir araya toplamaya çalışan çekim gücüdür. Eğer ilk anda çekim gücü patlama gücüne baskın çıksaydı, o zaman evren genişleyemeden tekrar içine çökecekti. Eğer bunun tersi gerçekleşse, yani patlama gücü söz konusu dengeden biraz fazla olsa bu kez de madde birbiriyle bir daha asla birleşemeyecek şekilde savrulacaktı. Araştırmalar gösteriyor ki dünyamızın özü de, kaynağını zıt olan bu iki güçten almaktadır.

Yine dünyamıza bakarsak, gece ile gündüz karşıtlığı, diyalektik kavramının en somut göstergesi değil midir? Gece mi gündüzü kovalar yoksa gündüz mü geceyi? Tümevarım ve tümdengelim yöntemleri gibi; gece ile gündüz, bir günün bütünlüğünün bir sonucu mudur yoksa gece ile gündüz, bir günün bütünlüğünün nedeni midir?

Yaz ile kış, ilkbahar ile sonbahar, iyi ile kötü, doğru ile yanlış, sıcak ile soğuk vb. hep birbirlerinin karşıtı değiller midir?

Güneş sisteminde de durum pek farklı değildir. Güneş, büyük çekim gücü ile tüm gezegenleri çeker. Gezegenlerin dönmesinden kaynaklı merkez-kaç kuvveti oluşur ve güneşin bu çekim gücünün etkisini azaltır. Güneşin çekim gücüne karşı, çekim gücünü azaltan merkez-kaç kuvveti de, bu diyalektiğin bir başka örneğine tanık gösterilemez mi? “Güneş ile ay” diyalektiğin bize görünen bir başka ispatı değil midir?

Milyarlarca gök cisminin, gezegenlerin, yıldızların birbirine çarpmadan var olması, birbirlerine yakınlığı ile aynı zamanda da birbirlerine olan uzaklığı ile ilgili değil midir? Gezegenlerin, yıldızların kütlelerinin yüzey sıcaklıkları da,  birbirlerine göre “sıcak ve soğuk” karşıtlığı içermektedir. Jüpiter’ in uydusu IO’ nun yüzeyi çok soğuk olmasına rağmen, içi sıcak volkanik lavlarla doludur.

Evrende Güneş’ten çok daha büyük ya da daha küçük yıldızlar vardır. Güneş sistemindeki bazı gezegenler daha küçük, bazıları daha büyüktür. Yani, “büyük-küçük” karşıtlığı da evrende mevcuttur.

Paul Dirac, Cambridge Üniversitesi’ndeki doktora tezi ile kuantum fizik dünyasında henüz yirmi dört yaşındayken oldukça yankı bulmuştur. Dirac, yirmi altı yaşında geliştirdiği denklemler ile elektronun artı yüklü bir ikizi, yani karşı-maddesi (anti maddesi) olması gerektiği sonucuna vararak, bu parçacığın ismini “pozitron” koymuştur. Böylece otuz bir yaşında Nobel Ödülü’ nü almıştır. Buradan hareketle PET; yani “pozitron emisyon tomografisi”, sağlık alanında özellikle onkolojide, tümörlerin tanısında kullanılmaktadır.

Bugün; Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi CERN (Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire), karşı maddenin sırlarının peşinde koşmaktadır.

Süpernova, astronomlar tarafından bir yıldızın patlayarak dağılmasını ifade eder. Dev bir yıldız, büyük bir patlama ile kendisini yok eder ve içindeki madde de, yine büyük bir hızla dört bir yana dağılır. Bu patlama sırasında yayılan ışık, yıldızın normal ışımasından binlerce kat daha kuvvetlidir. Varsayıma göre; patlama sonucunda dağılan yıldız artıkları, evrenin başka köşelerinde birikerek, yeniden yıldızlar ya da yıldız sistemleri oluşturmaktadır. Bu pencereden bakıldığında, “yok olmak” ve “yoktan var olmak” karşıtlığı, ölüm ve doğum karşıtlığını düşündürebilir mi? Tıpkı anne karnındaki yaşamımız ve sonrasında oradaki yaşamımızın sonlanması ile dünyaya doğarak, buradaki hayatımızı sürmemiz gibi, bu dünyada yaşamımız son bulduğunda ise ölüm dediğimiz kavramın, buradan hareketle henüz şu anki insan bilinci ile kavrayamadığımız ve bilimsel olarak ispat edilmeyen görece başka bir dünyada doğma hali olduğu düşünülebilir mi? Örneğin; astronomi, matematik ve tıpta önemli gelişmeler kaydeden Antik Mısır medeniyetinde, insanın ölümden sonra da yaşamının devam ettiğine inanılırdı ve ölümsüz ruh olan “Ka” ya inanç mevcuttu. Antik Mısır ikonografisinde bu inancın yansımaları görülmektedir. Öyle ki, Ölüler Kitabı’nda yer alan konulardan biri de budur.

Aristo’nun zaman paradoksunda, zamanın bir parçası var olmuştur, artık yoktur; diğer parçası ise var olacaktır, henüz yoktur. Bu bakış açısından hareketle, görece; insanın bu dünyada var olma durumu, eş zamanlı olarak kimi inanış ve düşünüşlere göre belki olası diğer bir âlemde, öte dünyada var olmama durumunu da içeriyor olabilir mi? Ölümün başladığı durumda, varlığı bilimsel olmamakla birlikte inanışlara göre değişebilen öte dünyaya ulaştığımız andan itibaren de, aynı zamanda bu dünyada olmama halimiz başlayacak şeklinde düşünülebilir mi? Nasıl ki anne karnındaki bebek bilinci / bilinçsizliği ile bu dünyayı algılamamız o dönem için söz konusu değilse, bu dünyadaki bilincimiz / bilinçsizliğimiz ile de, görece ihtimal, doğacağımız diğer dünyayı algılamamız mümkün olmayabilir mi? İşte bundan ötürü, bu sınırlı dünya bilincinden hareketle, belki diğer dünya âlemini bilememekten kaynaklı belirsizlik süreci, inançları tezâhür ettirebilir mi?

Tüm bu bakış açılarının ışığında evrendeki oluşumlar dikkate alınınca,“ ‘Ölüm ve Doğum’, ‘Varlık ve Yokluk’, ‘Madde ve Karşı Madde’ gibi daha birçok karşıtlık, aslında eş zamanlı belirmekte ve böylece diyalektik, evrenin bütününde açıkça görünmektedir.” demek, pek yanlış bir ifade olmayacaktır. Bu düşünüş temel alındığında, diyalektik kavramının, evrenin özünde var olan bir kavram olduğu şeklinde bir sonuca ulaşmak mümkün görünmektedir.

Araştırmacılara göre evrendeki galaksilerin çoğunluğu sarmal şeklindedir ve bu şekil, evrende en sık rastlanan galaksi biçimidir. Sarmal bir galaksi, sürekli olarak kendi etrafında döner ve bu esnada kütle çekim ve merkezkaç kuvvetleri denge halindedir.

 

“Maddesel varlık halimizin, görece; madde ötesi sonsuz varlık haline ulaşma ve dönüşme süreci” olarak yaşamı ele aldığımızda, yaşam dediğimiz bu kavramın, böylesi bir dönüşüm sürecinde ve bu sarmal döngüde, karşıtlıklardan hareketle belli bir düzen içinde sürekli dönmeye devam ettiğini söyleyebilir miyiz?

Sonsuz dediğimiz kavram, belli bir bitişi içeremez, içerirse zaten sonsuz olamaz. Belli bir bitişi içermeyen, belli bir başlangıcı da içeremez. Süpernova gerçeğindeki şekli ile yıldızlar, evrende patlayarak yok olurken, aynı zamanda kendini yeniden yaratabiliyorsa, “sonsuz” dediğimiz kavram da bu diyalektikten hareketle, yok olandan yeniden ve yepyeni şekillerde var olma ve bu sarmaldaki döngüyü sürekli kılma ve böylece sonsuz olma anlamı taşıyor olabilir mi? İnsanın zihnindeki “sonsuz” kavramının, insanın kendisi için de geçerli olması mümkün olabilir mi?

Aklın Gücü İle,

 

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl