Ana Sayfa Şimdi! Ağustos Böceği’ni Savunmak Gerek

Ağustos Böceği’ni Savunmak Gerek

Ağustos Böceği’ni Savunmak Gerek

Ağustos Böceği’ni Savunmak Gerek
15. İstanbul Bienali Komşu Etkinlik
28 Eylül – 15 Ekim 2017

Hülya Emir | Esra Emir | Mahmut Celayir | Merve Şendil | ABDO

Küratörler: Mahmut Wenda Koyuncu | Firdevs Kayhan

Adahan İstanbul
Asmalı Mescit Mahallesi, General Yazgan Sk. No:14, 34430 Beyoğlu/Istanbul
T : +90 212 243 85 81

Orjinali adı La Cigales et les fourmis olan Ağustos Böceği ve Karınca fablı, komşuluk, dayanışma, emek, barınma ve biriktirme arzusu üzerine pedagojik ve psiko-kültürel olarak çağrşımı yoğun bir didaktik eser olarak tanımlanabilir. Aylaklık ve israfa karşı emek ve tutumluluğun; boş zaman, eğlence ve tembelliğe karşı; üretken zaman, planlama ve çalışkanlığın semiotik yüceleştirme nesnesi olduğu masal, günümüz medeniyeti üzerine toplumsal yaşamın farklı katmanları arasındaki uçurumları da ireleyebilmemize imkan tanımaktadır.

Almanya’da mimarlık eğitimi gören ve kent morfolojisi üzerine düşünen iki mimar olan Hülya Emir ve Esra Emir, kent ve artı değer arasındaki bağlantıların izini sürüyorlar. Modern mimarinin gelişim seyri üzerine yaptıkları araştırmalarda, kentin, yerleşkenin, mimarinin başladığı arkaik bir zamana uzanıyorlar. Alman filozof Peter Sloterdijk’in, yerleşikliğin başak tarlalarının keşfedilmesi ile başladığı tezini mercek altına alarak formun altındaki hakikate bakıyorlar. Başak tarlaları üzerine inşa edilmiş medeniyet tezine eleştirel bir önerme yaklaşarak karınca ahlakını kent imgesi üzerinden sorguluyorlar. Sloterdijk teorisine göre; mimarlığın baslangıcı için yerleşik hayata gecmek anahtar noktaydı ve insan ekini beklerken mimarlik başlamıştı.Mimarların inşa ettikleri konstrüksüyon kenti bir yemek masasına dönüştürüyor. Karınca yuvalarından ilhamla inşa edilen masa, bitimsiz ve kontrolsüz bir iştahı gösteriyor bize. Her yere yayılma eğilimdeki saldırgan inşa felsefesinin saplanıp çıkamadığı bir uzama gönderiyor bizi. Yerleştirmeye eşlik eden sesler, mekana yayılarak, eskiye, geri dönülmez bir zamanın, insanın kendini görünmeyen bir kafesin içine kitlemesi serüveninin başlangıcına götürüyor.

Konstrüksiyona karşı pencereden bakan sanatçı Mahmut Celayir ise, bizi tam da bu kafesin dışına yabanıl bir tavırla fırlatıyor. Başak tarlalarının da öncesine geçen peyzajları ile Celayir, mimarinin ya da yerleşikliğin halen uzanamadığı alanların varlığı içindeki dokuyu bize gösteriyor. Telaştan, sakinlik ve dinginliğe, koşturmaktan, bekleyip gözlemeye, bakmaktan çok dinlemeye odaklı bir bakış yaratıyor sanatçı. Celayir bütün formlardan kaçarak, bizi toprağa, taşa, çalıya, medenileşmemiş bir satıha yaklaştırıyor. Kurgulanmış kent alanındaki kaosa koşut varlığın, doğanın içinden gelen kaosa eğiliyor.

2014 deki kişisel sergisi ‘ What if / Ya ‘ daki ses yerleştirmesinin bir benzerini Adahan’daki mekana yerleştiren Merve bu kez heykeli andıran bu yapının içine doğaya öykünen bir ses yerleştiriyor.Tamamen digital platformda programlanarak üretilen bu ses adeta medeniyetin çok da yakınında olmayan rüzgarı ve onun hareketlendirdiği toprak örtüsünün sesini yeniden canlandırıyor.
Merve’nin diğer üretimlerindeki gerçeklikten beslenen bir kurgu evren yaratma, büyülü olanın peşinde koşma hali bu sergi için ürettiği ses yerleştirmesinde de kendisini gösteriyor.

Bu yolculuk sırasında ABDO’nun dört boyutlu coğrafyaları karşılıyor bizi. Canlı ve pürüzsüz yüzeyler üzerine, çocukluğa içkin bir oyunlaştırma tekniğiyle, yaşamın, daha doğrusu ekosistemin bütün katmanlarını aynı satıh üzerinde göstermeye çalışıyor. Yerin altı ve üstü; ehlileştirilmeye çalışılmış doğa ile uygarlığın sivri dişleri, sıkıntı ve ilhamı, göçü ve durgunluğu, şiddeti ve barışı aralarına kimi zaman ince ve kırılgan bir çizgi ile sınır çekerken kimi zaman da geniş aralıklarla setler çekiyor. Bütün elemanlar, kendi dünyasını bir bütün olarak tasvir etmeye çalışan çocukluk aurasına taşıyor. Ama bu setler arasında göç, şiddet ve inşaat arzusunu belirgin kılınması, önündeki yerleştirme ile ciddi bir diyalog başlattığı gibi, yan salondaki Celayir imgeleri ile sırt sırta vererek bizi zamansız bir zamandaki imgeler ile şimdiki zamanın imgeleri arasında bir zıtlaşmaya çağırıyor.

Uçsuz bucaksız başak tarlaları üzerine pervasızca yerleşen insanın, agustos böceklerinin ritmik sesleri içinde; düzen, sadelik ve tek bir amaç için baslayan yerleşikliğini bugünden geriye giderek düşünmemize salık veren çalışma, emeği kutsallaştıran doktriner zeminin altına bakmamızı işaret ediyor. Kurulan sistemin, pervasız, kontrol edilemez topografik bir leviathana dönüşmesi ile içinde çılgınca akan karıncalara evrilmemizin dehşeti ile bırakıyor. Karınca mı Ağustos Böceği mi ikilemine düşmeden, yaşamı bütün olarak savunmak serginin önemli dertlerinden biri olarak tartışmaya dahil edilerek medeniyete dair soruları güncelleştirmeye çağırıyor. 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl