Kişiler:

SOKRATES.

ALKİBİADES

Yer: Atina’da bir sokak. Sokrates’in evinin önü, daha sonra pazaryeri.

(Sokrates’le Alkibiades evden uzaklaşırken Ksantip pencerden onlara sövüp saymaktadır. Biraz sonra pazaryerinde bir köylü karısı).

ALKİBİADES – Ey Sokrates sana her vakit evlendiğin karınla aranın nasıl olduğunu sormak istiyordum. Çünkü geniş görüşlü ve bilge bir adam olduğuna göre, gençliğinde başkasını değil de bu kadını seçmiş olmanın elbette belli bir sebebi vardır.

SOKRATES – Haklısın, Alkibiades. Bunun belli bir sebebi var. Tanrıların ruhuma olağanüstü bir şey kattıklarını ve tanrıların ruhuma koyduğunu saf ve zararsız olarak gerçekleştirebilecek surette hayatımı düzenlemem gerektiğini çok eskiden beri biliyordum. Biz erkekler nasıl olsa kadınlara

muhtaç olduğumuza göre karımı seçerken güzelliğini, gençliğini değil, sakin, halinden memnun ve şen bir kimse olmasını düşündüm. Sanıyordum ki bir erkek ancak böyle bir kadının yanında kendini düşüncelerine bırakır.

ALKİBİADES – Yoksa sen Ksantip’in sakin, halinden memnun ve şen bir kimse olduğunu mu sanıyorsun?.

SOKRATES – Yalnız Sokrates mi Ksantiple evlendi, Ksantip de Sokratesle evlenmedi mi acaba? Ne dersin bu işe?

ALKİBİADES – Elbette Ksantip de Sokrates’le evlendi.

SOKRATES – Ksantip benimle evlenirken acaba düşündü mü dersin!

ALKİBİADES, gülerek

– Her halde çalışkan, para kazanan bir kocası olacağını, böylelikle kendisinin ve çocuklarının seviyelerine yakışır şekilde yaşayacaklarını düşünmüş olsa gerek.

SOKRATES – Bunu çok doğru söyledin gibi geliyor bana. Peki Alkibiades, Ksantip bugün hakkımda ne düşünüyor dersin?

ALKİBİADES – Ne düşündüğünü biraz önce bütün mahalleye ilan etti. Yani sen dükkânında çalışacağına gençlerle gezip tozan, gevezelik eden haylazın biriymişsin.

SOKRATES – Peki, böyle düşünmekte onu haklı buluyor musun?

ALKİBİADES – Hayır, onun tamamıyla haksız olduğundan eminim. Şöyle demesi icap ederdi. Ben zavallı bir kadınım. Benim felsefeyle uğraşan değil, çocukları ve benim için ekmek parası kazananbir kocam olmalı idi.

SOKRATES – Yani bir fırıncı veya kasap mı?

ALKİBİADES – Elbette. Onun böyle birine ihtiyacı vardı. Ksantip böyle birini mesut ederdi. Çünkü temiz, çalışkan ve idarelidir, uşakları ondan çekinirdi.

SOKRATES – Ksantip hırçının, kendini beğenmişin biridir, yahut aptal, kötü kalpli ve sersemdir deseydin acaba haklı olur muydum dersin.

ALKİBİADES – Böyle söylemekle haksızlık etmiş olurdun. Şöyle demen gerekirdi: Ben düşünen bir adamım, sakin, halinden memnun ve şen tabiatlı bir kadına muhtacım, çünkü bir erkek ancak

böyle bir kadının yanında kendini düşüncelerine bırakabilir.

SOKRATES – İşte pazaryerine ulaştık. Tavuklarından bahsettikçe ve yumurtalarını övdükçe o kadar

güldüğümüz köylü kadını şurada oturuyor. Hatırlıyor musun ne diyordu; 20 tavuğum ve bir horozum var. Her gün 20 yumurta alıyorum. Yumurtaları Atina’ya pazara getiriyor ve satıyorum. Bütün Attika’da bu kadar iyi tavukları olan başka bir köylü kadın yoktur. Bazen bir yumurtanın iki sarısı oluyor. Bu yüzden bir kere benden alışveriş edenler her vakit bana geliyorlar. Bütün komşularım beni kıskanıyor. Elbette, diyorlar, böyle tavukları olanın iyi müşterileri olur. Benim müşterilerim de gerçekten en kibar kimselerdir. Bundan iyi tavuk da can sağlığı. Kötü tavukları

hiç tutmam yanımda. Baba, dede ocağımdan beri hep böyle görmüşüm. Şimdi Aristophanes’in elini burnuna koyarak ciddi bir çehreyle ne dediğini de biliyor musun? Haydi kadının avlusuna

gidelim ve tavukların ne düşündüklerini soruşturalım, demişti. Bahse girerim ki şöyle söyleyecekler: Bizim çok iyi bir sahibimiz var. Sabahleyin, öğleyin ve akşamleyin tam vaktinde bize yemimizi veriyor. Yemimiz çok güzeldir. Tanelerin çoğu kırılmıştır ve aralarında çeşit çeşit tadına doyulmaz yabani ot tohumları vardır. Sahibimiz bizi yemeğe her zaman tatlı bir sesle çağırır. Bir atı her gün birkaç kere avluya bırakır, o da bize birkaç fışkı atar. Sahibimiz daima taze su içmemizi sağlar ve kümesimizi her yıl badanalatır. Sözün kısası, biz bu kadından pek memnunuz. Pasaklı ve tembel bir kadına katlanamayacağımız besbelli. Çünkü biz düzensizliğe ve ihmale alışık değilizdir.

Aristophanes o zaman bunları söylemişti ve hepiniz tavukların ruhunu bu kadar iyi bilen yazara gülmüştünüz. Fakat ne görüyorum, sepette bugün yumurta falan yok; aman bugün kesilmiş tavuk satıyor.

KÖYLÜ KADIN – Güzel çorbalık tavuklar alır mısınız? Biraz önce kesildi bu tavuklar. Hele bir bakın tavuklarım ne kadar semiz. Şunlara, kenardaki sarı yağlara bakınız. Yağ tulumu gibi. Tanesi bir buçuk okka gelir.

SOKRATES, kadına;

– Tavukçuluk hakkında yeni bir şey öğrenmekten her zaman zevk duyarım. Pek iyi biliyorum ki sen tecrübeli bir tavukçusun. Tavuk besleyip yumurtalarını pazara getireceğine; pişirilmek ve yenmek üzere kestirmekte daha büyük kârın olduğunu bana anlatmaz mısın?

KÖYLÜ KADIN, ağlayarak;

– Ah bu rezil tavuklar! Kahrımdan ölüyorum. Tavuklardan biri kabuksuz bir yumurta yumurtlamıştı; derken hepsi bunu yediler. Böylece tadını aldılar, şimdi artık yumurtalarını kırıp kırıp yiyorlar. Bir tek yumurta bile alamıyorum. Ben de onları kestim. Hele bir dokununuz ne yağ, ne yağ! Hepsi besiliydiler. Yumurtaların kıt olduğu bu sırada hepsi yumurtlayacaklardı. Gidi utanmaz hayvanlar.

SOKRATES – Teşekkür ederim, kadınım. Tavuk alacak değilim.

KÖYLÜ KADIN – Tanesi iki obelon olsun. Soyulmuş, tüyleri de yolunmuştur. Şuraya bakınız! Akciğeri, karaciğeri, midesi, kalbi hâlâ yerli yerinde duruyor. Karınız olduğu gibi tencereye koyabilir.

ALKİBİADES Sokrates’e;

– Haydi hurdan gidelim.

KÖYLÜ KADIN – Sizi, haylazlar, sizi! Zavallı bir köylüyü alaya almaktan başka işiniz yok galiba sizin. Şu kartaloz haylaza bak, ayağında pabucu yok, bir de tavuk yemeye kalkmış. (Sokrates ile Alkibiades’in yürüyüp gittikleri yerde kadın sövüp saymaya devam eder.)

SOKRATES – Tavukların dili olsaydı, acaba kesilirlerken ne söylelerdi dersin, Alkibiades?

ALKİBİADES, parmağım burnuna koyarak;

– Bu ne utanmaz kadın böyle! Bizi öldürüyor ha! Katilin biriymiş. Onu iyi sanmakla aldanmışız. Nasıl olmuş da onu daha önce anlayamamışız.

SOKRATES – Peki, hakikatte tavuklar değişmiş, önceleri iyiyken sonradan mı kötü olmuşlardı? Köylü kadın da değişerek önce iyiyken sonradan mı katil olmuştu?

ALKİBİADES, gülerek;

– Yok, canım! Tavuklar hep bildiğimiz tavuklar, köylü kadın da bildiğimiz köylü kadındı; ama her biri kendini dünyanın en önemli varlığı sayıyor. Bununla da kalmayıp başkalarının da böyle saydığını, buna karşılık ötekiler de kendilerinin en önemli olduğunu sanıyorlar. Köylü kadın bu yüzden, önceleri tavukları çok yumurtladıkları için iyi ve sonra yumurtaları kendileri yiyince de kötü saydı. Tavuklar da köylü kadını önceleri, kendilerine yem verdiği için iyi, sonra da kestiği için kötü saydılar.

SOKRATES – Vay canına, desene durum tıpkı benimle Ksantip arasındakinin aynı.

ALKİBİADES – Dinle Sokrates! Benim devlet işlerine kendimi verdiğimi biliyorsun. Sakın insanlar arasındaki düşmanlıkların çoğu da tavuklarla köylü kadını arasındaki düşmanlığa benzemesin?

SOKRATES – Bu yanlış bir fikre benzemiyor.

ALKİBİADES – Acaba harpler de böyle midir?

SOKRATES – Harpler bile böyle olsa gerek.

ALKİBİADES – Yalnız tavuklar ile köylü arasında değil, Sokrates ile Ksantip’in karı kocalığı da mı böyle?

SOKRATES – O da öyle olsa gerek.

ALKİBİADES – Fakat bunun böyle olduğunu bilen bilge başkalarını sövüp saymakta serbest bırakır ve kendisi yalnız lüzumlu olanı yapar.

SOKRATES – Ben de öyle sanıyorum.

Paul Ernst (1866-1933)

Harz’da bir madenci ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, piyesler, eleştiriler, hikâyeler, romanlar yazmıştır. Eserlerinde klasiklerin sadeliğini bulmaya çalışmıştır. Buradaki bölüm 1921’de çıkan “Hayali Konuşmalar – adlı denemelerinden alınmıştır.

Çeviren: Yunus Kazım Köni

Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Üyelerinden

Tercüme Dergisi’nin 19 Mayıs 1946 tarihli sayısından alınmıştır.