Ana Sayfa Röportaj Emrullah Alp ile Ardışık Sanı’lıklar Üzerine

Emrullah Alp ile Ardışık Sanı’lıklar Üzerine

Emrullah Alp ile Ardışık Sanı’lıklar Üzerine

Kitabının lokomotif şiiri de olan, on iki bölümden oluşan Sanı şiirinde, her bölüm bir sanı soru dizesiyle bitiyor. Ardışık Sanı’lıklar… Ben de bu Sanı’lıklara sorular ekledim.

I.”Seni ben göz yumuyor sandım…” Soru: Kiminle konuşuyorsun?

Ben de on iki sanı sorusuna aynı çoklukla cevap veriyorum o halde

O kadınla

O adamla

O devletle

O tanrıyla

O anneyle

O arkadaşla

O hayatla

O korkuyla

O yaşla

O beklentiyle

O umutla

Ve kendimle.

II.”Ben sen de yapmazsın sandım…” Soru: Ağır mıdır çocukluk yaraları?

Çocukluk bizim ilklerimizin ev sahibi ağır olan oraya geri dönememek. O, her geçen gün ileri doğru adım attığınız geride kalan bir ülke.

Sadece yaraları yok iyi şeylerin de başlangıcı. Biz yalnızca hatırlatma merkezi olarak yaralarımızı seçmeyi tercih ediyoruz. Ve hatırlamak istediğimizde o yaralara dokunup filmi geri sarmaya zorluyoruz, gözlerimizi kapatarak.

Yani ağır olan tüm bu olanları yaşamış olmak değil bir daha yaşayamamak.

Onu gördük, onu yaşadık fakat bir daha onunla görüşemeyeceğiz, birlikte olamayacağız. Bu çıldırtıcı hatırlayış ağır.

III.“Ben, sen de denersin sandım…” Soru: Yenilgi denemeye engel mi?

Sanı’da bazı sorular daha sorulurken cevabı içinde geçiriyordu bu sorunun cevabı şiirin son satırında mevcut;

Seviyorsan ne yapılırdı başka? Sevmek bile bile yapmaktır, cesareti ve ahmaklığı buradadır. Korkusuzluğu ve acemiliği, özgürlüğü ve sınırı buradadır.

Yenilmek, dışlanmak, kovulmak seveni yalnızca üzer, vazgeçirmez.

Başka yollar aratır.

IV.“Seni ben, bir esintiden ibaret sandım…” Soru: Bir fırtına ömür boyu sürebilir mi?

Sürmezse nerde kalır benim rüzgâr seviciliğim, yaprakları anlamam…

Nerde kalır Kürk Mantolu bir Madonna için Raif Efendi’nin paltosunu açıp yürümesi fırtınalı havada ve hasta düşmesi ve kan ter içinde ölümü beklemesi…

Biz ticarethanelerin duvarlarını süsleyen o tablodaki peşin satan kadar rahat olamadık hiç, daima veresiye veren tarafındayız, daima veresiye alan.

Fırtına öbür boyu sürecek ve biz yine her mevsim yaprak dökeceğini bilen bir ağaç gibi açacağız. Biz tarafımızı seçmiş, yapraklarımızı dökmeyi göze almışız.

V.“Seni ben, kimsenin göremeyeceği yere sakladım…” Soru: Çağımızın en olanaksız oyunu saklambaç desem? Baba Ece’yi de anarak…

Burada ele almamız gereken saklanmak değil, saklamak. Hem öyle saklamak ki bu kendi içinde korku ve endişe yer değiştiriyor; bir sırrı saklar gibi ya da bir kutsalı saklamak gibi saklamak.

Ece Abimiz saklambaç’a inanmıyordu, ben ebe’nin belli olduğu bir oyunda saklanılmasına inanmıyorum.

VI.“Seni ben, bitmeyecek bir cümle sandım…” Soru: Neden şiirin sakınımlı, geveze değil?

Dışarda çok ses var. Dinlenmek için bir alan açabiliyorsa şiir; sessiz, geniş düzlükleri olan bir ova gibi dinlendirici olabiliyorsa, adımların birbirine karışmayacağı, sıkışmadan, çarpışmadan yürüyebileceğin, koşa bileceğin bir ova yaratabiliyorsa ben mutlu oluyorum. Öyle yazabilmek isterim, mutlu edebilmek için.

VII.“Seni ben, kaybetmem sandım…” Soru: O, kaybolmadan, kayboluşun büyülü ülkelerinde kaybolmak belki de gayb olmak bütün çocuk şairlerin düşü müdür?

Ben beni bilirim, gel gör anlatamam

Gir bak içerde hem bahar hem güz.”

Bir görenin, yaratanın, her şeyi duyan, her şeyi bilenin, ‘bir’ diye bir şeyin olduğu söyleniyor.

Ben o bir’e sesleniyorum çoklukla. Kaybolamadığım bir yer bu dünya. Ne yapsam görünüyorum,

odamda duvar, dışarda rüzgar görüyor beni. Ağaç görüyor, sevgilim görüyor, binalar, kunduzlar, ayakkabılar, faturalar, sular görüyor. Gölgem bile beni görmek için geliyordur peşimden.

Yok olmayı seçemediğin yerde görünmek kötü.

Gayb değil hayır bilinmez ve bilinmeyende olmak istemiyorum, bilineyim.

Ama doğru bilineyim, kendi istediğim gibi bilineyim.

Çocukluk bu işte; böylesi olur mu, hiç senin istediğin gibi olur mu? Kendi bildikleri gibi olacak, kendi bildikleri olacak.

Kaybolmak, en iyisi kaybolmak.

VIII.“Seni ben, gitmeyecek sandım…” Soru: Kabulleniş acıyı görmek mi? İtiraz şiire mi dönüşüyor?

Kabulleniş yaşamayı sürdürmek, sürdürmenin ta kendisi kabulleniş.

Tutunmakta zorluk çekenleriz, kabullenmesek tutunamayacağız.

Neleri sürdürdüğümüzü düşününce neleri kabul ettiğimizi buluyoruz.

Acı bu kabullenişin içinde diğerleri kadar yere sahip, mutluluk kadar, ihanet kadar, kavga kadar.

Sayılanlar, eksik kalanlar, hepsi itiraz da şiire dönüşüyor.

Bir marangoz olsam masa yapardım, itirazın masasını.

Sandalyesini, ya da kocaman bir gardırop beyaz itirazlar, siyah itirazlar, yazlık itirazlar, kışlık itirazlar, kısa kollusu, yünlüsü…

IX. “Seni ben, anlamak ve kurtulmak arasında sandım… Soru: Zamanımızı anlamak ve onu politik bir şiirle kurtarma girişimi ütopya mıdır?

Zamanı anlamakta zorluk çektiğimizi söyleyemem hem kaygılarımızın bu kadar can sıkmasının sebebi bu değil midir? Anlayıp ortaklaşmasak, umursamazdık.

Zamanı politik şiirle kurtarma girişimi… hayır yetmez sanırım. Kitleleri hareketlendiren bir kıvılcım olabilir, bir bileği bir dağa karşı yüreklendirebilir, ne kadar çirkin olursak o kadar iyi hissettirebilir ama yetmez düzeni değiştirmeye. Ütopik hayaller kurdurtabilir şiir fakat ütopik hayallere kapılıp gerçeği görmezden gelinmesini istemez.

Biz yine de sanatın her dalı gibi şiirin de düzeni değiştirmesini daha güzel bir zaman daha güzel bir dünya yaratmasını isteyeceğiz tabi ama gerçekçiliği elden bırakmayarak.

X. Seni ben, acımı doyuracak sandım. Bu sanı dizesi açlığı aklıma getirdi. Acı ve çeresizliği. Anam şöyle der: Yetimi öldürmez, ekmeğini elinden alırlar!

O annelere sorsak sofralarda en çok ne vardı diye hepsi “acı” diyecekler. Elimizde ne varsa onu vermeyi içtenlik olarak gören insanlarız biz. Bu coğrafyanın elinde en çok ne var acıdan başka?

Kitabın ikinci bölümünü de oluşturan “Ahdaş” ismi tam da buradan doğdu; acıdan.

Acıları, ahları aynı olanlar ortaklaşıyor burada ahdaş oluyorlar. Salt çaresizlikten bahsetmiyor bu tanım empatiden, hissetmekten, yalnız bırakmamaktan, yarenlik, yoldaşlık etmekten bahsediyor.

Annenizin o sözüne ithafla, “ekmeği elinden alınanlarla” birlikte ah ediyor, üzülüyorlar ekmeği bölüşemiyorlarsa da acıyı bölüşüyorlar

XI.“Seni ben, beni bekliyor sandım…” Soru: Yeryüzünün trajik varlığı insan ne zaman bir ağaç kadar kendini bekleyecek?

Ağaç değiliz maalesef bu yüzden sabırsızlanıyor avuçlarımızı birbirine süre süre çukurumuzu büyütüyoruz. Bizim aklımız gelmek-gitmek-bulunmak- sürdürmek- yeniden başlamak… gibi karışıklarla işliyor. Bir ip görsek aklımız düğüme kaçıyor ya kopuğu varsa bir düğüm atıyoruz ya da bir düğüm atalım da çözülsün istiyoruz. Kurtarıcı bekleyen yanımıza sesleniyor burada o sanı; bir de bir hatırlatma yapıyor “Kurtarıcı olmasam da ben buradayım” diyor.

XII.”Ben, seni unutturacak sandım…” Soru: Unutmak ruhun varlığa oyunu mudur?  

Unutmak ve uyumakla aram kötü Levent Abi, ikisinde de sorun yaşıyorum. Neleri unutmak istesem onları hatırlıyor, ne zaman uyumak istesem uyanık oluyorum.

Bu iki kavramın hiçbir bahane tanımadığını fark ediyorum. Unutmak için de uyumak için de tüm zemin hazır olsa bile onlar istediği sürece galip geliyorlar. Evet benim dışımda bir şey var bunlarda, ruh mu diyorsun sen, ben de ruha atacağım bundan sonra suçu.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl