Ana Sayfa Kritik Neoliberalizm ve Faşizm

Neoliberalizm ve Faşizm

Neoliberalizm ve Faşizm

Her totalitarizm öncelikle bir lisan çarpıtmasıdır; Georges Orwell’in romanında bahsettiği türden, neoliberalizm de kendi yeni lisanına, gerçeği çarpıtmasına aracı olan kendi iletişim elemanlarına sahiptir.

Sözlü tedbirlerin zamanı geçmiş bulunmaktadır; özellikle de kamu hizmetlerinde ortak demokrat bir tavır koymaya imkan sağlayabilmek üzere, görünen şeyleri isimlendirmek yerinde olacaktır. Liberalizm, Aydınlanma felsefesinden türetilmiş bir doktrindi ve, siyasi ve ekonomik alanda devlete, gerektiği üzere, özgürlüklere saygı göstermeyi ve demokratik bağımsızlaşmanın gerçekleştirilmesine imkan sağlanmasını empoze ediyordu. Batı demokrasilerinin doğuşu ve gelişiminin motoru olmuştu. Neoliberalizm, toplumlarımızın her alanını ve çağımızın her anını vuran şu malum toptancı bir ekonomizmdir. Bir aşırılıktır. Faşizm, devletin bütün aygıtlarını totaliter ve nihilist bir ideolojiye tabi kılmak olarak tanımlanır. Neoliberalizmin bir faşizm olduğunu iddia ediyorum, zira ekonomi, demokratik ülkelerin hükümetlerini ve düşüncemizin her parselini bütünüyle kendisine tabi kılmış durumdadır. Artık Devlet, kendisini geri plana iten ve kamusal varlığı yok sayacak kadar ona hükmeden ekonomi ve finansın hizmetine sokulmuş bulunmaktadır. Finans çevreleri tarafından talep edilen katılık, siyasetin yerini alan üst bir değer halini almıştır. Ekonomik kısıntı yapmak bütün öteki kamusal hedeflerin devam ettirilmesinin yerini almıştır. Ortodoks bir bütçe kuralı Devletlerin anayasalarına bile girmeyi hedeflemektedir. Kamu hizmeti anlayışı, gülünüp geçilecek bir hale getirilmiştir. Bundan doğan nihilizm, evrenselliği ve en açık hümanist değerleri rafa kaldırmıştır: dayanışma, kardeşlik, farklılıklara karşı ve onların entegrasyonu gibi… Klasik ekonomik teoriler bile hesaba katılmamaktadır: Evvelce iş talebin bir parcasıydı ve çalışanlar saygı görüyorlardı; fakat uluslararası finans onları basit bir teferruat aracı haline getirdi.

GERÇEĞİN DEFORMASYONU
Her totalitarizm öncelikle bir lisan çarpıtmasıdır; Georges Orwell’in romanında bahsettiği türden, neoliberalizm de kendi yeni lisanına, gerçeği çarpıtmasına aracı olan kendi iletişim elemanlarına sahiptir. Bu yolla bugün her bütçe hazırlığı ilgili sektörlerin modernleşmesini göstermektedir. En fakir durumdaki ihtiyaç sahipleri artık sıhhatle ilgili harcamalarının geri ödemesini alamıyor, dişçiye gitmekten çekiniyorlar mı? Bu durum Sosyal Sigortaların modernizasyon işleminin yolunda gittiğinin resmidir demektir. Kamu lisanından insan unsuru ile ilgili yanların ayıklanması için soyutlama yöntemi yürürlüğe sokulmuştur. Böylece, göçmenler söz konusu olduğunda kabul etme işlemi, finansın üstlenemeyeceği açık kapı doğurur gerekçesiyle tehlikeli ilan edilmektedir. Aynı gerekçeyle milli dayanışma fonuna muhtaç bazı kişiler birer asalak olarak nitelendirilmektedirler.

DEĞERLENDİRME KÜLTÜ
Sosyal Darwinizm herkesi birden ve tek tek her birimizi performans gösterme mecburiyetine mahkum etmiş bulunmaktadır: Zayıf düşerseniz kaybedersiniz. Kültürel temellerimiz tersine çevrilmiş durumdadır. Her hümanist kural diskalifiye edilmiş veya değersizleştirilmiştir. Çünkü, neoliberalizm akılcılığı ve gerçekçiliği kendi tekeline almış bulunmaktadır. Margaret Thacher 1985’te şunu ilan etmişti:”There is no alternative”. Geri kalansa sadece bir ütopya, akıldışılık ve gerilemedir. Tartışmanın ve hem fikir olmamanın erdemleri tarihin gerekliliğe cevap vermek zorunda olduğu iddiasıyla değersizleştirilmiştir. Bu alt-kültür kendisine özel varoluşsal bir tehdit içermektedir: Performans yokluğu ortadan kalkmaya mahkum etmekte, ve herkesi, “hiç bir işe yaramayan kişi” olmaktan mahkum edip yapıp-ettiklerini gerekçelendirmeye zorlamaktadır. Güven denilen şey ortadan kalkmıştır. Değerlendirme yapmak her şeye hakim olmuştur, ve bu hakim oluşla birlikte bürokrasi herkesin uyması zorunlu olan kıstas ve hedefleri araştırmak ve belirlemek için kullanılmaktadır. Yaratıcı ve eleştirici akıl, yönetme tutkusu tarafından boğulmuş durumdadır. Herkes rastgele iş yapma ve müsrif davranma suçundan günah çıkarmaya zorlanmaktadır.

BİR YANA ATILAN ADALET
Neoliberal ideoloji, parlamentonun yasaları ile rekabet eden kendi kurallarını yaratmıştır. Bu durumda, hukukun demokratik gücü tehdit altındadır. Artık, hukuk ve onun prosedürü, özgür ve bağımsız olması hasebiyle ve yasal olmayan durumların önünü almış olma gibi bir görev üstlendiğinden, bir engel gibi telakki edilmektedir. Hakim konumda olanları rahatsız edebildiğinden dolayı, hukukun da sırtının yere getirilmesi lazımdır. Belçika adaletinin bütçesi azaltılmıştır. 2015’te Atlantik’ten Urallar’a kadar olan devletlerin arasında Avrupa’nın en fakiri konumuna düşmüştür. İki sene içinde Hükümet, bir karşı güç oluşturup da vatandaşın çıkarlarına hizmetini kısıtlamak üzere, ona tanıdığı bağımsızlığı geri almayı başarmıştır.
Katılık politikası sadece kendinden olmayanları ilgilendiren bir şey olduğundandır ki, hakim sınıflar sıradan vatandaşa layık gördüğünü kendisine uygulamamaktadır. Ekonomist Thomas Piketty bu durumu mükemmel bir şekilde “eşitsizlikler ve 21. yüzyıl kapitalizimi”nde ortaya çıkartmıştır (Seuil Yayınları 2013). 2008 krizine ve ondan sonra kopartılan “etik olmak lazım” türünden gürültüye rağmen, finans çevrelerini kovuşturmak ve onları kamu yararının gereklerini yerine getirmeye boyun eğdirmeye zorlamak için hiç bir şey yapılmadı. Zararı kim ödedi? Siz ve ben gibi sıradan insanlar. Belçika Devleti çok uluslu şirketlere 10 yıl üzerinden 7 milyar vergi kıyağı yaparken, aynı dönemde adalete işi düşenlerin mahkeme ve avukatlık masrafları arttırılmıştır. Artık hak aramak için zengin olmak gerekmektedir. Bu durum, kamu görevlilerinin sayısının dünya standartlarını zorladığı bir devlette görülmektedir. Bu sektörde hizmet sahiplerinin masraflarına ilave edilen bir değerlendirme etüd meblağı yoktur. Bir örnek vermek gerekirse, federal yapının kurulmasından 30 yıl sonra bölge kurumu başına buyruk bir haldedir. Akılcı ve yönetimci ideoloji, her ne hal ise, politika dünyasının işleyişine müdahale etmemektedir.

GÜVENLİK SAPLANTISI
Bizim zaaflarımızı ve değerlerimizin arkasında durmada gösterdiğimiz kaypaklığı gösteren bir diğer nihilizm türü olan terörizm; özgürlük ihlallerini, muhalif olma tavrından feragati, işe yaramayan yargıçları reddetmeyi, güvenli “saplantısına” feda edilen sosyal güvenlikteki kısıtlamalarını gerekçelendirme sürecini içinden çıkılmaz bir hale getirmektedir. Bu saydığımız şartlar hiç şüphesiz demokrasinin temellerini tehdit eder durumdadır, ama yine de bizleri umutsuzluğa ve teslimiyete sürüklemeli midir? Kesinlikle hayır. İtalyan Devletlerine 300 yıl boyunca yabancı boyunduruğu getiren yenilgilerin gerçekleştiği 500 yıl öncesinden Nicolas Machivel, erdemli insanlara zamanın zorluklarına ve kadere kafa tutmayı, çekimserliği bırakıp cüretli ve aktif olmayı salık veriyordu. Zira durum ne kadar trajikse, o oranda mücadele ve teslimiyeti reddetmek gerekmekteydi (Hükumdar, 15 ve 16. bölümler). Bu ders, her şeyin tehdit altında bulunduğu günümüzde de geçerlidir. Demokratik değerlerin köktenciliğine bağlı vatandaşların kararlılığı, en azından Belçıka’da, harekete geçme potansiyelini ve kaçınılmaz gibi gösterilen durumu değiştirmedeki gücünü henüz tamimiyle göstermemiştir. Sosyal medya ve söz almalar üzerinden artık herkes, özellikle de sosyal hizmet ve üniversite çevrelerinde, öğrencisiyle, baro elemanıyla devlet ve kamu kuruluşlarında sosyal adaleti tartışmanın odağı haline getirmek için harekete geçebilmektedir. Neoliberalizm bir faşizmdir, alt edilmeli ve tam bir hümanizm yeniden kurulmalıdır.

Belçika Hakim ve Savcılar Sendikası Başkanı (3 mart 2016, Le Soir Gazetesi)

Çeviren: Mahir Konuk

 

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl